ERGİN YILDIZOĞLU; HİSTERİ NÖBETİ GİBİ SİYASET (06. 10. 2016)

171

Sonu gelmez tutuklamalar, tasfiyeler, OHAL,
“Anayasa, anayasaya
aykırılık yetkisi veriyor”. . .
“İşkenceleri sorgulamayacağız”;
“proje okul”, “proje kent”, “reiskimdir?”, “Yeni padişahımız”. . .
Bu öfke, bu şiddet, bu telaş, bu kibir,
“yok
etme”saplantısı niye?

Şuradan başlayabiliriz: Cumhurbaşkanı 14 ay önce,
“Artık ülkede sembolik
değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı
var. . . Türkiye’nin yönetim sistemi bu
anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması
gereken, bu fiili durumun anayasal olarakkesinleştirilmesidir”
diyordu.

Yönetim sistemi (rejim) fiilen değişti. Ancak eski rejimi, anayasayı ayakta tutan, yeniden üreten eski
“simgesel evren”
verimliliğini kaybettiyse de yok olmadı. AKP bir süredir eski rejimin
“simgesel
evrenini”
yok etmeye,
“yeni yönetim
sistemini”
halka benimsetecek din temelli bir
“simgesel evren”
kurmaya çalışıyor; bunu ayakta tutacak, Cumhurbaşkanı’nın fiili gücünü topluma kabul ettirecek
dayanaklar
arıyor.
İki olanaksızlık
Bu arayış iki kanaldan ilerliyor: Bir taraftan fiilen değiştiği iddia edilen rejimin simgesel evrenini işlevsizleştirecek bir
yeni tarihsel anlatı aranıyor; diğer taraftan da, bu fiili durumu olağanlaştıracak
bir “kurucu-başlangıç miti”. . .

Birincisi bu anlatıyı Cumhuriyet öncesi dönemde arıyor, ikincisi de 15 Temmuz darbe girişiminin anlamında. Birincisi söz konusu olduğunda, Cumhuriyet öncesine,“Cumhuriyetle birlikte
kaybolduğu varsayılan”
şeyi bulmaya gidenler, yüz yıldır çürüyen, kapitalist dünya ekonomisiyle emperyalizmin egemenliği altında
“yarı-sömürge”
biçiminde bütünleşen, ayakta kalabilmek için Batı’nın siyasi, ekonomik pratiklerini, teknolojisini kopyalamaya çalışan, borç içinde bir imparatorlukla karşılaşıyorlar. Ne son sultanların politikaları, ne İttihat ve Terakki’nin zorlamaları, ne de
Mustafa Kemal‘in Samsun’a gitmeden önceki arayışları bu imparatorluğu kurtaramadı. Siyasal İslam, yaklaşık 100 yıl sonra,
“Cumhuriyet Olayı”nı yok saymanın simgeselde yaratacağı
boşluğu
dolduracak şeyi, gidip baktığı yerde bulamıyor, bulamadıkça da hırçınlaşıyor.

İkinci olanaksızlık, Cumhuriyet
“Olayı”nın, ona olan sadakatin
“silinmesiyle”
oluşacak boşluğu dolduracak bir
“Olay” ve sadakati
15 Temmuz’dan çıkartma çabasına ilişkindir. 15 Temmuz darbe girişiminin sonuç almasını önleyen
“şeyi”
demokrasinin zaferi olarak sunmanın önünde aşılması olanaksız bir engel var: Eski rejimde,”demokrasi”
denen
şeyin
“bulunduğu yer”, darbe girişiminden çok önce boşalmıştı.
Demokrasi mi dediniz?
Darbeden önceki 12 yıla baktığımızda, demokrasinin hemen tüm bileşenlerini tasfiye ederek
“tek adam”
rejimi kurmakta olan bir yönetim, sistemi filen değiştirdiğini açıklamaktan çekinmeyen bir liderlik görüyoruz. Bu görüntüye de her seçimden yenilgiyle çıkmasına karşın politikasını değiştirmeyen,
“sert demeçlerle”
tepki vermenin ötesine geçemeyen bir muhalefet, totaliter rejime ilerleme sürecini”demokratikleşme”
sanan bir liberal entelijensiya, süreci doğru saptamakla birlikte bir türlü kendini toparlayamamış bir sol hareket eşlik ediyordu.

15 Temmuz gecesinde, Yenikapı mitinginde bir
“şey”
vardı ama, bu çoktan yok edilmiş bir
“demokrasinin”
savunulmasından başka bir şeydi; demokrasiyi yok etme sürecinin içindeki, bir (belki de son) sarsıntıydı. Siyasal İslamın, birkaç iflah olmaz yararlı salağın dışında kimse bu demokrasiyi savunma, bu savunmayı
Milat ilan etme çabasını
kabullenmiyor.
AKP liderliği de, siyasal İslam da yukarıda değindiğim iki olanaksızlığı kabullenemiyor, topluma, özellikle de laiklik yanlısı kesime,
bu tarihsel anlatıyı,”başlangıç mitini” ısrarla dayatmaya
devam ediyor. Başaramadığı oranda da, AKP siyaseti bir
histeri nöbetine
dönüşüyor. Ancak bu bir bireyin değil de bir yönetici sınıfın, toplumsal hareketin hastalığı. Yarattığı yıkımın çapı da ona göre. . . 06. 10. 2016 – CUMHURİYET