Tek başına hiçbir önem taşımadıklarını, hep birlikte olduklarında bile ancak bir dekor ve alkış makinesi rolünü oynadıklarını çok iyi bilen bir sürü insan, yarım saati aşkın bekleme sonucunda iyice sıkılmıştı.
Sonunda salonun arkasından gelen gürültü ve lider gelmeden önce mutlaka yaratılması gereken suni panik ortamı, tarihî dakikaların yaklaştığının işareti olarak yorumlandı ve yüzlerce canı sıkkın insan kafası geriye döndü.
Tecrübeli gözler, salondan içeri giren gruptaki önemsiz şahsiyetleri kısa sürede ayıklayarak günün kahramanlarını fark etti:
Ciddi ve dikkatli yüz ifadesiyle hem yakın hem de uzakta oturanların tepkilerini en ince ayrıntılarına kadar görebileceği hissini oluşturarak herkesin anında kendine çeki düzen vermesini sağlayan
Recep Tayyip Erdoğan
ve onun hemen arkasından ilerlerken yüzündeki gülücüğü resmî çerçevede tutmakta zorlandığı belli olan
Ahmet Davutoğlu.
Bu iki ismin en az altı önemli sıfatı temsil ettiği (seçilmiş Cumhurbaşkanı, mevcut Başbakan, mevcut AKP Genel Başkanı, mevcut Dışişleri Bakanı, müstakbel AKP Genel Başkanı, müstakbel Başbakan) onlar daha salonun ortasına ulaşmadan herkes tarafından anlaşılmıştı.
Arkadaki giriş kapısından sahneye uzanan koridor, aşağıya doğru eğimli olduğundan dolayı, önden giden Erdoğan bir basamak inip kısa bir süre için kısaldığı izlenimini verdikçe, arkadan geldiği için bir üst basamakta bulunan Davutoğlu, neredeyse onunla aynı boyda görülüyordu.
*
*
*
Bir süre kalabalığın ortasında oturdular. Erdoğan milimetrik gülümseme refleksi sergilediğinde bile oldukça tedirgin görüyordu. Davutoğlu ise belki kalabalığın içinde bir ölçüde de olsa kaybolduğuna inanma isteğiyle gülücüğünü tümüyle serbest bırakmış halde, ortalığa mutluluk saçıyordu.
Erdoğan sahneye davet edildiğinde gerginliği biraz azaldı. Ne de olsa kitleler karşısında belagat sanatının ustası ve bağımlısıydı. Birkaç dakika içinde salona – ve muhtemelen televizyon kanalları aracılığıyla bütün Türkiye’ye – egemen olduğu hissiyle rahatladı.
Göstermelik bir mütevazı üslupla kendinden ‘biz’ diye bahsederek hükümetin ve AKP’nin yönetimini elinde tutma niyetini bir kez daha vurgulamasının ardından, ‘senaryo gereği’ artık tümüyle gereksizleşen heyecan ve merak yaratma isteğiyle lafı uzattıktan sonra, ‘beklenen ismi’ açıkladı: Ahmet Davutoğlu.
O sırada anlamsız bir zurna sesi yükseldi. Belli ki bir görevli de, kendisine tembihlenen zamanlarda zurna sesini sonuna kadar açarak yevmiyesini kazanıyordu. Zurnanın ardından, içindeki ‘yeni bir dünya için el ele’ sözleri zar zor seçilen bir şarkı duyuldu.
*
*
*
O zamana kadar gerginlik içinde bulunan salon, asıl görevini yerine getirmesi gereken anın geldiğine hükmederek coşkuyla alkışlamaya koyuldu. Davutoğlu’nun yüzünde çiçekler açtı. Ona yakın olanlar, böyle bir durumda asla tarafsız ve ciddi yüz ifadeleri kullanılmayacağını bildikleri için gülümsemeye ve çiçeği burnunda liderle ilgili olumlu duygularını göstermeye giriştiler.
Yanındaki
Mehmet Ali
Şahin
bununla da yetinmedi ve Davutoğlu’nu öptü. Yeni liderin öteki yanında oturan ve 5-6 yıl kadar önce muhalif bir partinin önderi olduğunu çoktan unutmuş olan
Süleyman Soylu
aşırı derecede neşeli pozlar veriyor, ama nedense ara sıra yutkunarak düşüncelere dalıyordu. Belki de bir zamanlar manşetlerden inmeyen
‘Erdoğan Türkiye’nin ebedî
başkanıdır’
türünden tarihî bir başka özdeyişini de artık Davutoğlu için uydurması gerektiğini aklından geçiriyordu.
Hemen arka sıradaki
Yalçın Akdoğan
yine akıllı bir asık suratlılık içindeydi ve her an her şeyi eleştirecek gibi duruyordu. Onun gibi, ilgi odağının biraz uzağında kalmış olan
Numan Kurtulmuş‘un da hayatının en mutlu gününü yaşamadığı çok belirgindi. İlk sırada olmasına rağmen artık kameraların pek ilgi göstermediği
Bülent Arınç, törenin bir an önce bitmesini bekler gibiydi. Bu durum, ‘yeni dönem’de onun duygu dolu gözyaşlarına artık ihtiyaç kalmayabileceği kuşkusunu gündeme getiriyordu.
*
*
*
Alkışlar sürüyordu. Sahnedeki Erdoğan da, görünüşte alkış hareketi yapsa da, elleri birbirine o kadar yakındı ki, o mesafeden avuçların ses çıkarması neredeyse imkânsızdı. Ancak ellerini böylesine sembolik kullanan liderin gözleri oradaki tüm kameralardan daha iyi kayıt yapıyor gibi tüm salonu birkaç kez filtreden geçirdi.
Haddinden fazla uzayan bu sevgi gösterisini kesmemek için kendini zor tutan Erdoğan, tekrar sözü alarak salona hâkim olmayı denedi. İtaatkâr salon onun kırılması ihtimalini fark etmiş gibi davranarak bu kez de onu alkışladı.
Erdoğan konuşmasını bitirdi. Ve en doğal, en alışık olduğu şeyi yaptı: Sahneden inmek üzere kürsüyü terk etti.
Ama onun tepkisini çekmekle programı eksiksiz uygulama görevi arasında sıkışan birkaç kişi riske girerek
‘Ama efendim, Davutoğlu, Davutoğlu!’
gibi bir takım uyarıları kibar bir sesle ama ısrarla kendisine yönelttiler.
Her zaman son sözü söylemeye alışık bir liderin, bu kez bir başkasını son konuşmayı yapmak için sahneye davet etmesinin onu nasıl zorlayacağı bir anda tüm trajikomikliğiyle ortaya çıkmıştı.
Erdoğan sıkıntılı bir espriyle hatasını telafi etmeye çalışarak son konuşmacıyı kürsüye çağırdı.
Ufak tefek yapısı ve tempolu yürüyüşüyle uzaktan çalışkan bir ilkokul öğrencisini andıran Davutoğlu göründü. Erdoğan ona doğru sembolik tek bir adım bile atmadan bekledi. Ne zaman ki yeni lider onun yanına kadar geldi, bütün sakıncalı ayrıntıları unutturmak istercesine birbirlerine sarılarak öpüştüler. Benzer renkli kravatlar yan yana geldiğinde Erdoğan’ınkinin daha gösterişli ve parlak olduğu ortaya çıktı.
*
*
*
Kürsüye çıktığında son derece hızlı bir hareketle az önce Erdoğan’ın konuştuğu mikrofonları kendi boyu hizasına indiren Davutoğlu, giden liderin arkasından bir-iki saniye baktı. Sonra ütüsü bozulmamış cekedini düzeltir gibi yaptı ve konuşmasına başladı.
Konuşmanın hemen her cümlesi alkışlarla kesiliyordu.
Şimdi kalabalığın arasında oturan Erdoğan, aynı kısa ve sessiz alkışlarla herkese katıldığı görüntüsünü sergilerken biraz endişeli gibiydi. Belki de 27 Ağustos’taki kongrede ‘bazı ayrıntıların daha iyi ayarlanması gerektiği’ni tasarlıyordu.
Allah için, Davutoğlu da sıkı bir belagat ustasıydı.
Ama bir süre sesinin titremesine engel olamadı ve duygularını kontrol etmeyi başaramadı.
Bu coşku, onun içinde, dile getirdiğinden çok daha güçlü iddialar olduğunu düşündürebilirdi.
Sonra kendine hâkim olarak sakinleşti ve hatta aldığı alkışların aşırı derecede güçlü olduğunu fark ederek bazı cümlelerini nefes arası vermeden (ve alkış fırsatı yaratmadan) bir sonrakine bağlamaya başladı.
Konuşmasını bitirdiğinde salondaki herkes ayağa kalktı. En son kalkan Erdoğan’dı.
Zurna sesini sonuna kadar açması tembihlenen kişi, bu ayrıntıya hiç aldırmadan görevini yaptı.
Erdoğan ve koruması önde, Davutoğlu arkada salonun ortasındaki aynı koridordan çıkışa yöneldiler. Erdoğan kapıya yaklaşırken çıktığı her basamakta daha da büyüyor, arkasından mutlu bir yüz ifadesiyle acele etmeye çalışan Davutoğlu, bir alt basamakta kaldığı zamanlar kalabalıkta zor seçilecek kadar küçülüyordu.
22. 08. 2014 – T24