ERGUN BABAHAN: ERDOĞAN’DAN UZAK OLMANIN İNANILMAZ MUTLULUĞU! (07. 08. 2014)

296

Oğlumun yaz kampı bahanesiyle bir süredir Amerika’dayım. Bu sayede, her televizyonu açtığımda
Recep Tayyip Erdoğan‘ın toplumun Alevi kesimine, azınlıklarına gizli gizli nefret kusan, artık dinlemekten gına gelen mesajlarını dinlemekten uzağım.
Açıkçası huzur buldum.
Bir insan, kendi yönetiminde olduğu bir toplumu nasıl göbeğinden ikiye böler, bununla da yetinmeyip Alevi ile Sünni’yi, Türk’le Kürt’ü, Kürt’le Zaza’yı, Türk’le Rum’u birbirini boğazlayacak noktaya sürükler bunun tipik örneği Recep Tayyip Erdoğan.
Hatta bununla da yetinmiyor, Sünnileri bile AKP’li ve paralelci olarak ikiye ayırıyor. Kendinden olmayan Sünni’yi düşman ilan ediyor.

Toplumu dost-düşman olarak ikiye bölüp yönetmenin kolay olduğunu keşfetti çünkü Erdoğan. Bu konuda ilk değil elbette. Adolf Hitler‘in ideoloğu
Carl Schmitt
bunu 80 yıl kadar önce başarmıştı. Schmitt’in mesajları netti:
– özgül siyasal ayrım, dost-düşman ayrımıdır. Dost-düşman ayrımı salt kavramsal bir ölçüt sunar, nihai bir tanım olmadığı gibi, içeriğine ilişkin bir
şey de söylenemez.

önemli olan, siyasal düşmanın öteki, yabancı olmasıdır. Siyasal düşmanınvaroluşsal anlamda en yoğun haliyle başka bir varlık ve yabancı olması yeterlidir.
– Herhangi bir dinsel, ahlaki, ekonomik, etnik ya da başka bir karşıtlık, insanlarıdost ve düşman olmak üzere etkili biçimde ayırmayı başaracak denli güçlü ise, politik bir karşıtlığa dönüşür. Kendine özgü teknik, psikolojik ve askeri yasaklarla mücadele, kendinde bir siyasal kavramı içermez.
O halde siyasi birlik, doğası gereği, psikolojik saikler bakımından hangi güçlerden beslendiğine bakılmaksızın, tayin edici birliktir. Eğer siyasal birlik varsa, en üstün güçtür, yani kriz anında belirleyici olan birliktir.
(Kaynak: Ali Andıç, Carl Schmitt Siyasal Kavramı üzerine Bir Değerlendirme)
Aslında Cumhuriyet rejimi de buna benzer bir görüş üzerine kurulmuştu. Toplum Kürt, irtica ve komünizm tehditlerine karşı birleştirilmiş, bu tehditlere karşı yönetenlere diktatoryal yetkiler tanınmıştı. Bu yetkilerin bile yetersiz kaldığı dönemde, askeri darbeler devreye giriyor ve hukuk tamamen askıya alınıyordu.
Ancak darbeler istisna dönemlerdiydi ve ancak kriz noktalarında devreye giriyordu.
Eroğan şimdi bu istisnai durumu olağana çeviren bir siyasetçi oldu. Kendi tabanının birliğini korumak, demokratik bir rejimle uyuşmazlığı açık şekilde görünen yöntemlere başvurabilmek için her gün yeni bir dil kullanıyor.
Bu bir gün CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu‘nun Aleviliği oluyor mesela. çevremiz mezhep savaşlarıyla kan gölüne dönmüşken, bu ülkenin kendi tarihi Alevi kıyımlarıyla doluyken mezhep çatışması yaratacak bir dil kullanmaktan çekinmiyor.
Aleviliğe karşı tutumu da konjonktürel. Tıpkı Ermenilere karşı tutumunda olduğu gibi. Dersim’i CHP’yi vurmak için kınıyor ama seçim yarışında Aleviliği ayıp bir inanç modeli olarak sunmaktan geri kalmıyor. Aynı şekilde, uluslararası arenada evdeki paralar gibi sıfırlanan itibarını geri kazanabilmek için 1915 olaylarına ilişkin bir mektup kaleme alabiliyor ama ardından çıkıp
“Benim için Gürcü diyen oldu. çıktı bir tanesi, affedersin, çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu”
cümlesini kurabiliyor.
Bu, kazanmayı her şeyin önünde tutan, bunun gerçekleştirmek için toplumu çatışma noktasına götürmekten çekinmeyen bir zihniyet maalesef. O zaman, Suriye lideri
Beşar Esad‘a niye kızıyoruz ki! O da Suriye’yi aynı saik ve yöntemlerle kanlı bir iç savaşa sürüklemedi mi?
Bugün karşı karşıya olduğumuz gerçek, Türkiye’nin tarihinin en karanlık, en bölünmüş bir noktasında olduğudur. Ekonominin beklendiği şekilde daralması durumunda bu nefret dili, Avrupa’da veya yakın komşularımızda örneklerini gördüğümüz açık çatışmaya dönme riski taşımaktadır.
Avrupa’daki yabancı düşmanlığının yerini, bu topraklarda Alevi, Hrıstiyan, Rum veya Yahudi düşmanlığı almaktadır. Erdoğan, Fransa’daki Le Penn’in Türkiye modeli olmuş, illiberal demokrasinin başarılı uygulayıcısı olarak Macaristan Başbakan’ın övgüsüne mazhar olmuştur.
Gelinen noktada, AKP’nin aklıselim milletvekillerine, üyelerine, yöneticilerine tarihi bir rol düşmektedir. Gerçekten demokrasiye inanan AKP’liler bugün sesini yükseltmek ve bu gidişe dur demek zorundadır. Yarın neden tavır almadıklarını açıklamak için çok geç olabilir.
07. 08. 2014 – T24