ŞEYHMUS DİKEN: EŞİTSİZ VE ADALETSİZ SEÇİM (02. 08. 2014)

258

Bir aya yakın bir süredir ülke cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden yeniden bir seçim süreci yaşıyor.
Bir aya yakın bir süredir ülke cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden yeniden bir seçim süreci yaşıyor. Bir yanda sahiden artık seçim çalışması yapmanın örgütsel ve bireysel uzmanı olmuş başbakan ve partisi var. öte yakada diğerleri.

Başbakan 30 Mart yerel seçim çalışmalarında belki de çok net olarak farklı bir iş yaptı. Bunu 30 Mart seçimleri öncesindeki bir yazımda ve değerlendirmemde de belirttim. Yerel seçim çalışmalarında aslolan belediye hizmetleri ve belediye başkan adaylarının tanıtımının olması gerektiği halde, Başbakan bütün mitinglerinde adeta bir genel seçim çalışması yapıyormuş gibi kendini öne çıkardı. Yani belediye çalışmaları yerine devlet ve hükümet olarak neler yaptıklarını belediyeleri de aldıklarında bu hizmetlerin daha da il bazında çoğalacağının müjdeli haberini verdi. Ve bütün bunları kendi kimliği ve kişiliği üzerinden kamuoyuna anlattı.

Yani bir nevi perşembenin gelişi çarşambadan belli meselesi gibiydi. 30 Mart 2014 yerel seçimlerinin gürültüsü 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimlerinin habercisi gibiydi. Tek adamlığa doğru adım adım gidişin göstergeleriydi bir anlamda bunlar.

Aynı durumu şimdi cumhurbaşkanlığı seçim çalışmalarında yaşıyoruz.

Mevcut yasal prosedür ülkede cumhurbaşkanlığı sisteminin yürürlükte olduğunu ifade etmesine rağmen; Başbakan öyle bir çağrı ile dünya aleme meramını faş ediyor ki! Daha çankaya’ya çıkmadan “Ben başkan’ım” diyor. Ve “tek adam” gibi, başkan edası ile meydanlarda konuşuyor. Meydan okuyan muktedir “tek adam” edasıyla!

Bu durum tipik bir güce tapınmanın, kendinden başka güç tanımamanın halisünasyonu gibi. Üstelik en tehlikelisi de, bu tekliğin “halkın oyu, halkın tercihi” meselesine dayandırılması olayı!

Başka ülkelerdeki örneklere gitmeye, paylaşmaya hiç gerek yok. Darbe dönemlerinin bu garip ve tuhaf ülkede Anayasa ve benzeri oylamalardaki durumuna baktığımızda benzerlikler hemen fark edilir. Darbeciler, halktan aldıkları gücü gerekçe göstererek bütün o zalimane gaddarlıkları bizzat halk adına yaptıklarını beyan ediyorlardı.

Şimdi benzerini Başbakan’ın söylemlerinden bir kez daha tarih tekerrür edercesine duyuyoruz. Ve tabi devletin bütün kurumsal devasa gücünü kullanarak…

Eşit ve adil olmayan bir seçimle karşı karşıya bu kez Cumhurbaşkanlığı seçim yarışında Türkiye! Hoş öncekiler de öyleydi ya! Bu kez daha pervasız ve daha meydan okurcasına!

Bir yanda devletin bütün olanaklarını mesela TRT (Türkiye Radyo Televizyon Kurumu) gibi büyük bir gücü ardına alarak sürekli kendi propagandasını yaptıran ve devletin araçlarını kullanarak, devletin memurlarının hem de en üst düzeyde bütün mitinglere koşturularak yürütüldüğü taşımalı sistemli bir devlet adayının seçimi.

öte yanda ise “devlet adayı”nın; birine “satılmış” diğerine “seni ben adam ettim” gibi ithamlarına maruz kalan iki aday var ortada!

Yani “devlet gücü” ile birlikte, muhalifine / muhaliflerine tahammülsüz, hazımsız ve kendini şimdiden tebaa karşısında tartışmasız “sahip” gören bir aday profili var karşımızda.

Ve ne garip ve ne tuhaf ki bu kaba güç tapınıcısı tek adamlığa soyunmuş aday’ı, yaşanmış onca olumsuzluklarına rağmen kısa vadede teşhir ederek alaşağı etmeniz / etmemiz na mümkün gözüküyor!

Doğrusu insan ister istemez bir süre sonra bütün bu “demokrasi oyunları”na gülüp geçerek birileri bu ülkenin insanlarını galiba çok güzel oyununda oynatıyor diyesi geliyor.

İyisi mi, her şeye rağmen ümidi diri tutmak. Taviz vermeden doğruyu dillendirmek…

“Satılmış” diyene; “Ben satılmışsam, paralar neden sende!” diyebilenin ardında / yanında / safında cesaretle durmak / durabilmek. Hem doğrusu da bu değil mi zaten…
02. 08. 2014 – BİRGÜN