ZAFER AYDIN: MEYDAN OKUYAN BİR SENDİKACI: KEMAL TÜRKLER (27. 07. 2014)

217

Kemal Türkler’i tanıyan pek çok insan onun sahip olduğu özellikler hakkında pek çok farklı noktaya vurgu yapabilir, beğendikleri ya da beğenmedikleri yanlarından söz edebilir. Ama hepsinin ortaklaşacağı nokta mücadeleci bir anlayışa sahip olmasıdır. Bu algı sadece işçi kesiminde ya da sol/sosyalist çevrelerde değil, karşı kampta da paylaşılan bir yaklaşımdır
·


Yıl 1963, Kavel Kablo Fabrikası’nda Maden-İş Sendikası’nın 28 Ocak Pazartesi başlattığı fiili grevi 25. gününde. İşçiler fabrikanın 200 metre kadar önüne çektikleri ve “Kırmızı hat” adını verdikleri çizginin ötesine kimseyi geçirmiyorlar. İşverenin taahhütleri var, sıkışmış; stoktan mal çıkarmak derdinde. Bu amaçla, İstanbul Valiliği’ne başvurarak devletin mal çıkarma işine nezaret etmesini, güvenlik sağlamasını istiyor. Devlet de gereğini yaparak, ağırlığı atlı polislerden oluşan güvenlik kuvvetlerini, mal çıkartılmasını sağlamak üzere fabrikanın önüne yığıyor. İşçiler ve aileleri kapıyı kapatmış, mal çıkarılmasına izin vermiyorlar. Kıyamet ha koptu, ha kopacak… Olayı duyan Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler bir solukta fabrikanın önüne yetişiyor. İşçilere ve ailelerine doğru hareketlenen atlı polislerden en öndekinin atının yularından tutuyor. Bir eli polisin atının yularında, bir eliyle göğsünü yumruklayarak polise sert bir tonda sesleniyor:
“önce ben, önce ben. önce beni ezeceksiniz, sonra mal çıkarabilirsiniz. Beni ezmeden buradan mal çıkamaz. “
Kemal Türkler’in bu cesur tavrından güç alan işten atılan işçilerden İlyas Kabil, kılıfından çıkardığı tabancasını elinde sallayan polisin üzerine yürüyüp, göğsünü açarak gövdesini havadaki tabancaya dayıyor: “Haydi beni vur. ” İşçinin bu kararlı tavrı karşısında Vali polise geri çekilme talimatı verir. Sendikanın psikolojik üstünlüğü ele geçirmesini sağlayan bu olay, grevin başarıyla sonuçlanmasında da en kritik dönemeçtir.
Kavel monografisi üzerine çalıştığım sırada, Kavel işçilerinden Şaban Sansar’ın bir film karesi gibi anlattığı bu sahne, bana kalırsa Kemal Türkler’in kişiliğinin ve sahip olduğu sendikacılık anlayışının en kuvvetli göstergelerinden biri. Barikatın öbür tarafında polis şefleriyle arabulucu pozisyonunda değil, barikatın arkasında işçilerin yanında yer alan bir sendikacı kimliğiyle Kemal Türkler, Kemal Türkler olmuştur. İşçilerin arasında sağladığı güveni, saygınlığı, itibarı işçiyle birlikte direnen, işçinin yanında saf tutan, onunla birlikte itilmeyi kakılmayı, şiddete uğramayı, gözaltına alınmayı göze alan bir sendikacılık pratiğine borçludur. Üzerlerinde halen “köylülük cüppesi” taşıyan birinci kuşak işçilerin Kavel’de ve başka işyerlerinde “kazanacağız” umuduyla bir mücadeleye ikna edilmesinde ve mücadelenin sürdürülmesinde Kemal Türkler’in işçiler arasında sağladığı güven duygusunun büyük payı vardır. Buraya bir büyüteç konulursa Kemal Türkler’in dönemin sendikacıları arasında yarattığı farkın temeli de daha iyi görebilir.
Kemal Türkler’i tanıyan pek çok insan onun sahip olduğu özellikler hakkında pek çok farklı noktaya vurgu yapabilir, beğendikleri ya da beğenmedikleri yanlarından söz edebilir. Eleştirilen, yanlış bulunan yönleri olabilir. Türkler’e pragmatist de diyen çıkabilir, aşırı temkinli, tedbirli diyen de. Ama hepsinin ortaklaşacağı nokta mücadeleci bir kimliğe ve anlayışa sahip olmasıdır. Kemal Türkler’in mücadeleci kimliğe, işçi haklarını geliştirmek konusunda sınırları zorlayan bir anlayışa sahip olduğu su götürmez. Bu algı sadece işçi kesiminde ya da sol/sosyalist çevrelerde değil, karşı kampta da paylaşılan bir yaklaşımdır. Uzun yıllar MESS (Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası) Genel Sekreterliği görevinde bulunmuş olan İlhan Lök’ün, eleştiri maksadıyla söylediği “Kavgacıydı, grevciydi” sözleri bir anlamda Kemal Türkler’in mücadeleciliğinin teslim edilmesidir. Kemal Türkler’in kararlılığı, mücadeleci kimliği ve sendikal anlayışı doğal seyrine bırakılsa başka türlü şekillenebilecek süreçlerin işçi lehine sonuçlanmasında etkili oldu. Genel başkanı olduğu Maden-İş’in Türkiye sendikal hareketinin en önemli sendikalarından bir haline gelmesinde, Türkiye işçi sınıfının DİSK gibi mücadeleci bir sendikal merkez oluşturmasında, ekonomik mücadelenin sınırlarını aşma çabası olarak TİP’in kurulmasında Kemal Türkler’in etkileyici rolü yadsınamaz. Eğer Kemal Türkler olmasaydı,-elbette DİSK ve Maden-iş Başkanı olarak sorumluluğu altında gerçekleşen süreçlerden söz ediyoruz- sosyal ve siyasal alanda emekçiler lehine yapılan müdahalelerin bazıları olmayabilirdi.
Bunları söylemek, dönemin ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel koşulların toplumsal süreçleri biçimlendirmekteki rolünü ihmal etmek anlamına gelmiyor. Elbette Türkler’in yıldızının parladığı dönem solun ve sınıf hareketinin yükselme günleriydi ve koşullar Türkler’in sendikacılık anlayışının, siyasal görüşlerinin değişiminde, biçimlenmesinde etkili oldu.
Ancak Türkler hem bu koşulların biçimlendirdiği hem de koşulların biçimlenmesinde etkili olmuş bir sendikacıydı. Yani bir anlamda sosyal ve siyasal süreçlerin hem nesnesi hem de öznesi oldu.
Kemal Türkler,1947’de Emayetaş işçisi olarak T. Maden-İş’e üye olduğunda sendikalar yeni yeni kuruluyordu. Ne sendikaların kasalarında para vardı, ne de altlarında oturacakları koltuk. Bu şartlar altında daha sonra Türkiye sendikal hareketine damga vurmuş pek çok sendikacı büyük bir özveri ve inançla işçilerin örgütlenmesi, haklarını kazanması için yola çıktılar. Kararlılıkları ve mücadeleleriyle örgütlerini yoktan var ettiler. İmkânsız görülen pek çok şeyi inanç, irade ve kararlılıkla imkânlı hale getirdiler. Kemal Türkler de onlardan biriydi. İşverenlerin/ devletin kontrolü ve koltuğu altında “rahat” sendikacılık yapmak, ceket iliklemek, boyun eğmek yerine bağımsız, kişilikli bir sendikacılığı, mücadele etmeyi seçti. Egemenler atlarına rahat binsinler diye iki büklüm eğilip üzengi vazifesi görmek yerine, atın yularına yapışıp meydan okumayı tercih etti. Yaptığı tercih işçi haklarının kazanmasında, korunmasında ve geliştirilmesinde etkili olduğu kadar ölüme gitmesinde de etkili oldu.
Kemal Türkler, 22 Temmuz 1980’de evinin önüne, devlet eliyle örgütlenmiş ve devlet tarafından korunan faşist bir çetenin kurduğu pusuda öldürüldü. öldürülmesi 12 Eylül’e hazırlığın bir parçasıydı. 12 Eylül sonrasında emeğin haklarına yönelecek büyük saldırı karşısında emekçilerin savunma kapasitesini düşürme amaçlıydı. Başarılı da oldular. 34 yılda sistematik bir biçimde işçi haklarını ve bu hakları koruma potansiyeli taşıyan sendikacılığı tasfiye ettiler. Geriye işçilere ranza ile tezgâh arasına sıkıştırılmış bir hayat, her türlü güvenceden yoksun ölümüne çalışılan işler ve işçilere bütün bunlar reva görülürken sermayeye, devlete payanda olan sendikacılar kaldı. Grevlerin, eylemlerin, direnişlerin, örgütlenme çabalarının arttığı, grev yasakları vb. uygulamalar nedeniyle devletle sermayeyle işçilerin daha fazla karşı karşıya gelmeye başladığı son dönemde Kemal Türkler’i, mücadelesini anmak, anlamak her zamankinden daha önemli ve değerli olsa gerek.
ZAFER AYDIN – BİRGÜN PAZAR