ERKAN AYDOĞANOĞLU: SENDİKAL YENİLENME (10. 07. 2014)

279

Uzunca bir süredir emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını doğrudan ilgilendiren, bugünleri ve geleceklerini olumsuz etkileyen yasal düzenlemeler ve fiili uygulamalar hayata geçiriliyor.

Toplumun büyük bölümünü oluşturan işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarına yönelik olarak hayata geçirilen uygulamalara ve çok yönlü kıskaca alınmışlığa karşın emekçilerin acil talepleri, ortak mücadele zeminlerini her geçen gün genişletiyor. Ancak sendikalar cephesinde söz konusu genişlemeyi değerlendirecek, buradan sendikaların kendisini mücadeleci bir temelde yenileyecek adımlar atılabildiğini söylemek henüz mümkün değil.

Eğitimde ve sağlıkta yaşanan dönüşüm sürecinin her şeyi yerle bir ederek ilerlemesi, enerji ve madenlerde yaşanan özelleştirmeler, sürekli artan iş cinayetleri, son olarak SüTAŞ’ta yaşandığı gibi yasal hakkını kullanarak sendikalaşan işçilerin işten atılması, kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi, iş güvencesinin adım adım ortadan kaldırılması vb. gibi pek çok konu birbirinden bağımsız ve ayrıymış gibi görünse de, özünde hepsi bir bütünün parçalarını oluşturuyor.

Hükümetin 12 yıllık iktidar pratiği içinde patronlara “teşvik” adı altında karşılıksız olarak verdikleri ile aynı dönemde işçilerin ve kamu emekçilerinin ücret artış oranlarını ve kaybettiklerini karşılaştırdığımızda, üstüne bir de patronlar için çıkarılan sayısız vergi ve prim aflarını eklediğimizde, her iki cephe açısından safların yeterince netleştiği, ancak güç dengesinin karşı taraf lehine olduğu görünüyor.

Parça ile bütün arasındaki bağ bugüne kadar yeterince ve doğru bir şekilde kurulamadığından, emek hareketi genel olarak dağınık ve ne yapacağını bilemez bir görüntüyle karşı karşıya kaldı. Az çok mücadeleci yönleriyle öne çıkan sendika ve konfederasyon yöneticileri sık sık “birleşik mücadele” vurgusu yaparken, “birleşik” ifadesinden tek anladıkları sınırlı sayıda sendika ve meslek örgütünün yan yana gelmesi oldu.

Bugüne kadar sermaye güçleri kendi sınıf çıkarları doğrultusunda ne yapmaları gerekiyorsa yaptılar. Onların çıkarlarının sözcüsü olan hükümet ise üzerine düşen sorumluluğu fazlasıyla yerine getirdi. Burada görevini yapmayan, bu anlamda yaşanan bütün olumsuzluklarda pay sahibi olanlar, kendisinden beklenen adımları atmayanlar.

Yıllardır birbirinin tekrarı olmaktan öte gidemeyen ve rutinleşen eylemlere, sendikal kadroların bile katılmaktan imtina ettiği “kitlesel” basın açıklamalarına, sendikayı sendika yapan “dayanışma” fikriyatının sadece biçimsel hale geldiği sendikal mücadelenin bırakalım bir adım ileri gidebilmesini, mevcut konumunu koruyabilmesi bile çok zor.
Kuşkusuz her eylem biçiminin hayata geçirilmesi, sınıf hareketinin ve onun önemli bir aktörü olan sendikaların ve geniş emekçi kitlelerin içinde bulunduğu koşullardan, onların mücadele algısı ve tutumlarından ayrı ve bağımsız değerlendirilemez. Ancak sendikacıların sık sık yaptığı gibi bu alanda yaşanan her olumsuzluğu “koşullara” bağlayarak sorumluluktan kaçma devrinin sonuna gelindi.

Sendikaların varlık nedeni, hem üyelerinin hem de tüm sınıfın ekonomik-demokratik taleplerini gerçekleştirmesinde en etkili araçlardan birisi olması. Bu nedenle üyeleri için bırakalım hak kazanımını, mevcut hakları bile korumakta yetersiz kalan sendikaların ne üyelerini uzunca bir zaman tutması, ne de emekçiler tarafından sahiplenilen, çağrılarına yanıt verilen örgütler olması mümkün değil.

İçinde bulunduğumuz dönemde sendikaların mücadeleci temelde yenilenerek gerçek birer sınıf örgütü olarak hareket etmesi sağlanabilirse, “sağcı-solcu”, “ilerici-gerici” vb. gibi ayrımlar üzerinden bölünmek yerine, bütün emekçiler için gerçek anlamda birleşme ve mücadele merkezleri haline getirilebilirse, sendikaların mevcut zaaflarından arınarak, mücadelenin ihtiyaçları doğrultunda yenilenmesi sağlanabilir.
10. 07. 2014 – EVRENSEL