MUSTAFA SÖNMEZ: ABD, ‘KUMPAS’IN NERESİNDEYDİ’ (21. 06. 2014)

202

Okumuşsunuzdur; ABD Büyükelçisi Francis Ricciardione, Balyoz davası tahliye kararı için, “Adaletin işleyişini, şeffaflığı, masumiyet ilkesini güçlendiren, insan haklarını koruyan, hukuk devletini güçlendiren bir karar” demiş ve kararın oybirliği ile alındığını öğrenince de “Fevkalade, büyüleyici” ifadesini kullanmış…
Bu bakışın, dilin, son birkaç yılın Amerikasına ait olduğunu biliyoruz. Gezi’ye empati ötesi, “sempati” ile bakan, rüşvet ve yolsuzluk operasyonları konusunda “hukuk devleti” diye tutturan, yargı bağımsızlığınız nerede sizin, diye ta okyanus ötesinden esip gürleyen ABD…
Oysa hem Balyoz hem Ergenekon’da bir başka ABD olduğunu balık hafızalı olanlarımız hariç, hepimiz biliyoruz… O ABD’nin, AKP-Cemaat yükselişinin kaldıracı olduğunu hiç unutmadık. Peki ne oldu da oralardan buralara gelindi?
Tezkere…ABD, 11 Eylül saldırısı ile iyice yüz yüze geldiği radikal İslam tehlikesine karşı, “ılımlı İslam” taahhüdünde bulunan AKP’ye, daha kuruluş sırasında olumlu sinyaller gönderdi. AKP kurucuları, kuruluş öncesi Washington ziyaretleriyle bir tür icazet aldılar. Neocon’ların 2000’lerin başlarındaki Büyük Ortadoğu Projesi için, bölgedeki en önemli müttefik AKP olabilirdi. Hatta RTE kendisini “BOP Eşbaşkanı” olarak ilan etmeye kadar vardırıyordu gönüllülüğü.
Irak’ın işgalinin zamanı geldiğinde ABD için AKP iktidarını test etme zamanı da gelmişti. 1 Mart 2003 tezkeresi, Irak krizi konusunda hükümet tarafından 25 Şubat 2003’de TBMM’ye sunuldu .
Tezkerede, TSK’nın Kuzey Irak’a gönderilmesine; Kuzey Irak’ta bulunacak bu kuvvetlerin gerektiğinde kullanılmasına ve yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarının Türk hava sahasını kullanmaları için gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından yapılmasına, 6 ay süreyle izin verilmesi isteniyordu. En fazla 62 bin yabancı askeri personelin 6 ay süreyle Türkiye’de bulunması öngörülüyordu. Yabancı kuvvetlerin hava unsurları , 255 uçak ve 65 helikopteri bulabilecekti.
Tezkere sonrası…Hatırlayacaksınız; CHP tezkereye karşı çıktı ve Amerikan gemileri için düşman gemileri ifadesini kullanıldı. Meclis’te yapılan oylamaya 533 milletvekili katıldı, 250 ret, 264 kabul, 19 çekimser oyu kullanıldı. Ancak, Anayasa’nın 96. maddesinde öngörülen 268 salt çoğunluğa ulaşılamadığı için, tezkere kabul edilmemiş sayıldı.
Tezkerenin reddedilmesi Amerikalılar’da hayal kırıklığı yarattı. Yine de dönemin ABD yönetimi, AKP’nin tezkereyi geçirme konusundaki çabasını teslim ederken, arka planda tezkereye karşı duran TSK generallerini de bir kenara not etti. TSK içindeki generaller tasnife tabi tutulurken defteri dürülecek olanların adları kriptolara yansıyordu.
Belgelerde…WikiLeaks belgeleri bize olan bitenleri iyice gösterdi. Belgeler arasına giren 6 Haziran 2003 tarihli ABD Büyükelçisi Pearson raporunda şöyle deniyordu; “Savunma ve ulusal güvenlik ile ilgili kontaklarımız 7 generali özkök’e muhalif olarak tanımlıyor. Bunlar; Org. Aytaç Yalman, Org. Şener Eruygur, Org. çetin Doğan, Org. Hurşit Tolon, Org. Fevzi Türkeri, Org. Tuncer Kılıç…” Kriptoda, Büyükanıt’ın durumu “iki taraflı” olarak nitelenirken Cengiz çandar’ın şahadetiyle, Büyükanıt da “muhalifler” arasında sayılıyordu.
Bu kriptodan bir süre sonra ABD Büyükelçisi’nin zikrettiği bu isimlerin -Büyükanıt dışında- Ergenekon ve Balyoz operasyonları ile bertaraf edilmeleri tesadüf değildi.
21 Kasım 2008 tarihli ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden gönderilen bir başka kriptoda da, Ergenekon tutuklularının ne kadar anti-Amerikancı olduğu belirtilirken bu ayrıntıda bir bilginin yalnızca ABD’ye verildiği ve ABD’den yardım istendiği ortaya konuyordu. Büyükelçi, Emniyet’in verdiği brifing için aynen şöyle yazıyordu:
“Ergenekon’un ABD karşıtı eğilimine odaklanırken, Türk Emniyeti, ABD hükümetinin doğrudan ya da örtülü desteğini kazanma umutlarını sergiledi. “
Belgeler, AKP-Cemaat koalisyonunun mimarisinde ABD’nin yerini, iktidarın ABD desteği ile ayakta kaldığını ayan beyan ortaya koyuyordu.
öküz öldü…ABD’nin Orta Doğu projelerini öne alarak arkasında durduğu AKP rejimi ile daha doğrusu RTE ile ilişkisi 2012 sonrası şeker renk hal almaya başladı. RTE, Orta Doğu’da, özellikle Davutoğlu’nun dolduruşuyla Yeni Osmanlı, “bölgesel güç” vehmine kaptırmıştı kendini. ABD’nin politikalarıyla uyuşmayan “çıkıntılıklar” yapmaya başlamıştı. Irak’ta,Suriye’de Mısır’da örnekler artıyordu. İsrail ile ilişkileri ayrıca kenara not edilmişti.
RTE’nin başına buyrukluğu, ortağı Cemaat’i de zıvanadan çıkarınca, olanlar oldu. RTE-Gülen çıngarı fena koptu ve ABD, Gülen’e daha yakın durarak RTE’nin bileğinin bükülmesini seyre başladı.
üçlünün birlikte kotardıkları Balyoz, Ergenekon kumpasları da öküzün ölüp ortaklığın gümlemesi ile açık edilmeye başlandı. O zamana kadar olan biten hukuk katliamının arkasında durup nemalanan RTE ve çevresi, değişen dengeler karşısında, “O bir kumpastı ve Cemaat yaptı” diyerek rakibine açıktan tekme savurunca, bütün entrikalar ve hukuksuzluk da ortaya döküldü.
Bu durumda ABD’ye de tabii ki bu saatten sonra artık “hak, hukuk” demek düşecekti. Onu da büyükelçi abartarak “Fevkalade, büyüleyici” ifadeleriyle yapıyordu zaten. Üç insanın kaybında ve yıllarını içeride geçirmiş onca insanın acılarında hiç veballeri yokmuş gibi davranarak…
21. 06. 2014 – SÖZCÜ