AZİZ ÇELİK: SEÇİM VE GEÇİM (03. 04. 2014)

204

Seçim sonuçlarını pek çok açıdan okumak mümkün. Aktüel siyaset üzerinden okumalar yoğun biçimde yapılıyor. Seçimin kaybedenleri ve kazananları da çok konuşuluyor. Ancak bu okuma biçimlerinin yeterince açıklayıcı olduğunu ve resmin tümünü gösterdiğini söylemek zor. Seçmen davranışını çok sayıda güdünün etkilediği açık. Tek faktöre dayalı açıklamalar işin kolayına kaçmak olacaktır.
Seçmen davranışı etkileyen faktörlerden biri seçmenlerin sosyal-sınıfsal konumu ve geçim derdi. Seçimler sonuçları sosyal açıdan neye denk geliyor? Bu soruyu yanıtlamak için önce sosyal değişim açısından bazı saptamalar yapalım. Kır çözülüyor ve şehirlerde yaşayan nüfus hızla artıyor. Toplam istihdam içinde ücretsiz aile işçilerinin oranı son 30 yılda yüzde 40’lardan yüzde 10’lar seviyesine düşmüş durumda. Buna karşılık ücretle çalışanların oranı yüzde 30’lardan yüzde 65’e tırmandı. Tarımın istihdamdaki payı hızla düşerken hizmet ve sanayi sektörünün toplamı yüzde 75’i geçmiş durumda.
ücretlileşmenin ve şehirleşmenin arttığı bu tablo karşısında seçmen davranışının başka şekilde tezahür edeceğini ummak mümkün. Ancak bu yanıltıcı ve fazlasıyla indirgemeci bir yaklaşım olur. çünkü seçmen davranışını tek başına bu iktisadi kategoriler belirlemiyor. Yoksul, işçi ve emekçi kitleler soyut sınıf kategorileri olarak hareket etmiyor. İnsanlar soyut kategorilere göre değil, yaşam deneyimlerine, sosyal ilişkilerine ve beklentilerine göre hareket ediyor. O nedenle seçmen davranışının sosyal temellerine bakarken sadece yapısal faktörlere bakmak yanıltıcı olacaktır.
Hızla ücretlileşen ve kentlere akan kitleler, geçmişte bildiğimiz anlamda işçileşmiyor ve kentlileşmiyor. 1960 ve 70’lerin kente tutunma mekanizmaları ve çalışma ilişkileri artık yok. Sosyal koruma ve tutunma mekanizmalarının daha güçlü olduğu dönemlere kıyasla, bugün acımasız bir rekabet ve belirsizlik söz konusu. Toplumsal örgütlülük zayıf, kendi gemisini kurtarma kaygısı başat. Sendikal örgütlülük dibe vurmuş durumda. Seçimlere katılım yüksek olsa da siyasal katılım son derece zayıf.
Neoliberal dönemde belirsizlik, güvencesizlik ve gelecekten duyulan kaygı en güçlü deneyim olarak ortaya çıkıyor. İş bulmak zor, işini kaybet kolay. İşler güvencesiz ve eğreti. Kentlerin merkezleri ile çevresindeki hayatlar iki ayrı dünyaya bölünmüş durumda. Yüzde 50’ye yaklaşan hizmet sektöründe çalışanlar adeta modern köleler gibi. İş bulmak, hem de öyle düzenli ve güvenceli bir iş değil, taşeronda iş bulmak bile iktidar partisinden bir tanıdık bulmaya bağlı. Düzenli bir nitelik taşımayan sadakaya dönüşen sosyal yardımlardan yararlanmak iktidar partisi ile kurulacak ilişkiye bağlı.
Kentli ve ücretli seçmenin davranışı bu yaşam deneyimi çerçevesinde şekilleniyor. Dolayısıyla bu yaşam döngüsünü köklü biçimde değiştirme fikri yeşermiyor. Bunun yerine mevcut durumunu koruma kaygısı öne çıkıyor. Ücretli ve yoksul seçmen şu ya da bu ölçüde, büyük sıkıntılar pahasına oluşturduğu dengenin korunmasını istiyor. Risk almak istemiyor. Meydan okumak istemiyor. Azla yetinmeye razı. Henüz güven duyabileceği ve bu nedenle mevcut dengesini değiştirmeyi göze alabileceği bir özne göremiyor, bulamıyor veya erişemiyor. Seçmenin önemli bir bölümün bu seçim-geçim dengesinde karar verdiği anlaşılıyor.
Neoliberalizm toplumun dokusunu değiştiriyor, parçalıyor, güvencesizleştiriyor ve daha itaatkâr hale getiriyor. Bu nedenle seçmen yolsuzluk konusunda daha vurdumduymaz olabiliyor. Tutunma mekanizmalarının acımazlığının yaratmış olduğu ahlaki çözülme nedeniyle vicdanlar sağır olabiliyor. Bunca zamandan sonra, bunca yolsuzluk ve kepazelikten sonra iktidar partisinin hâlâ yüksek bir oy oranına sahip olmasının bazı nedenleri bunlar olsa gerek. O yüzden kabahatin çoğu seçmende demeye dilim varmıyor.
03. 04. 2014 – BİRGÜN