AKIN OLGUN: İKİ GÖZÜNÜZ AKSIN (28. 02. 2014)

228

Meğer hepsi içinde birer Goebbels besliyormuş. Manşetlere ve köşelere zamkla yapışmış küçük Goebbelslerin, ürettikleri aptal yalanları doğruymuş gibi topluma yedirmeye çalışmalarını başka nasıl tarif edebilriz?
İçlerinde kodlanladıkları Goebbelsler her gün televizyonlardan, gazetelerden yüzümüze yalanlar kusuyor. Yalanı utanmadan söyleyebilmek ve normalmiş gibi sıradanlaştırabilmek onunla yaşamayı kolaylaştırıyor olmalı. Yalanla ancak yalan söyleyerek mücadele edilir ve bunun için her yalan meşrudur anlayışını stratejik bir kabullenmeyle kendini kullanıma sokanlar ortalığa ediyorlar.
öyle kokuyorlar ki yanlarından bile geçemezsiniz. İnkârla dolu pis bir ağız kokusu var hepsinde. Yuvarlayarak konuşurlar, tiril tiril giyinir dik yaka konuşmalar yaparlar. Her an yakalanma duygusuyla gözleri fıldır fıldır dolaşırken bulursunuz onları. O fıldırlı gözlerini konuşurken iyice açarlar. Sanki gözler yerlerinden çıkıp önünüze akacakmış gibidir. “iki gözüm aksın valla bak” şekline bürünen gözler. Oysa akıyor zaten. Bakışıksız, duygusuz ve en çok da insansız. . .
“Hepimiz özeleştiri vermeliyiz” deyiverir yeni sürecin yalanına dahil olabilmek için. Kendisi değil de “hepimiz” vermeliymişiz. Suçu ortaklaştırmayı özeleştiri gibi sunan o çok akıllılar, kurdukları tuzağa “keklikleri” çekmek için ötüyor. “Kullanışlı” ve “kullanışsız” aptallar ise kanat çırparak gönüllü dahil oluyorlar. Bir ön hazırlık cümlesidir özeleştiri. Yoksa onun ne olduğunu, ne işe yaradığını, neden yapılması gerektiğini bilmezler. Devran dönmüş, onlar da dönen devrana uygun bir U dönüşü yaparak yeni konumlarını belirlemiştir. Şimdi ise, hakkında konuşup sövdükleri, inim inim inlettikleri, hayatlarını söndürdükleri insanlara, ‘kullanıma açık aptallarmışız, yanlış yapmışız hadi gelin yeni düşmana karşı yalanda güç birlği yapalım’ gibi sırnaş cümlelerle yanaşma halindeler.
Şaşırıyormuyuz? Hayır.
Artık ortalıkta ne kadar el bezi varsa, iktidarın pisliğini temizleyip halının altına süpürmek için piyasada. İktidarın en iyi el bezi olmak için korkunç bir yarış yapıyorlar. Lakin karşı tarafın el bezleri de hiç boş değil. Birbirlerini çok iyi tanıdıklarından, halı altına süpürülenleri bulup bulup yeniden ortalığa saçıyorlar. Nemli yalanlar küflüyor dört bir tarafı. Dubailerden getirilmiş altın duvar kağıtlarıyla kapattıkları beton duvarlar yeniden açığa çıkıyor. Oysa bu parlak görgüsüzlük hiç yıkılmayacakmış, sökülmeyecekmiş gibi duruyordu.
İngiliz evlerinin üst üste yapıştırılmış duvar kağıtlarını söktükçe altından eskisi çıkar. Evlerin yüzyıldan fazla geçmişi olduğunu düşünürseniz daha iyi anlarsınız bunu. Kazırsınız bir yenisi daha. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelir size. Kazımaktan yorulursunuz. Siyasi ve kültürel geleneklerini bu kat kat duvar kağıtlarını sökerken bile anlarsınız. Bizde ise kazırsınız hemen duvar karşınıza çıkar. Yerli yerine oturmuş bir siyasi, kültürel gelenek olmadığından ve her gelen kendi görgüsüzlüğünü siyasete yedirdiğinden bir türlü tutunamaz demokrasi.
Demokrasi ve demokrasi bilincimiz çakma olunca yansıması da yamru yumru oluyor. Merkez siyasetinin karakterini bu çakmalık belirliyor. Korkunç bir doyumsuzluk, hazımsızlık her geleni ele geçiriyor.
Her gelen çalıyor, çırpıyor. İktidara gelmek ile çalıp çırpmak arasında bir el ovuşturma var. Bir ülkenin geleceğini değil, kendi geleceklerini garantiye alma güdüsü kenetliyor yönetenleri.
Gelişim diye gösterilen beton yığınlar, yollar, AVM’ler bir toplumu üst üste istifliyor. Büyük dev beton tabutlara koşuyor insanlar. O yapıların cafcaflı olanına kapak atmayı sınıf atlamanın bir göstergesi sanan zavallılık, bir de itiraz edene aşağılayarak bakıyor ve “gözü” ‘atladığım’ sınıfta” diyerek çullanıyor üstüne.
O binalara onları istifleyenlerin, kendilerinin orman içinde ve yahut denize bakan, bol oksijenli nezih bir yerde yaşamayı tercih ettiğini görmüyorlar. Her gün evlerine zorla bırakılan gazetelerin manşetlerine cıkcıklayıp, cukcuklayıp duruyorlar.
çünkü onlar için kurulan yalanları besleyip, büyüten küçük Goebbelsler var. Her yere temsilcilik açmış, iktidarın ofis boy’ları olarak çalışıyorlar.
Adına “rüşvet” denen o çark sadece siyasetçisini değil, bu ülkenin akademisyeninden, tarihçisine, tarihçisinden bilim insanına, bilim insanından yazarına, aydınına kadar herkesi esir almış durumda.
Rüşvet ve yolsuzluğun esiri, artık bu ülkenin onuru.
Hepimizi kullanışlı aptal yapabilmek ve kendine benzetebilmek için hiç durmadan çalışmaları boşuna değil.
Halbuki ne kadar çok benzeşirsek o kadar çok onursuzlaşacağız.
28. 02. 201 – BİRGÜN