18 yıllık iktidar döneminde gerek güvenlik konsepti politikası ile gerekse de rant, talan ve emperyalist sermaye çıkarları doğrultusunda yüzlerce ekolojik yıkım yaşatan iktidar gün geçmesin ki yeni düzenlemeler ile yıkıma devam etmesin. En son 8 Ocak’ta resmi gazetede yayınlanan yönetmelik ile daha önce Meclis’ten geçirilirken büyük tartışma yaratan ormanlık alanların imara açılmasını düzenleyen kanunun uygulama yönetmeliği Cumhurbaşkanlığı sistemine uyarlanarak yeniden düzenlendi.
Ülkemizin en temel sorunu olan ormansızlaşma; ormanı oluşturan öğelerin bir kısmının ya da tümünün ortadan kalkması suretiyle, ormanın kendini yenileyebilir bir ekosistem olma özelliğini yitirmesi olarak tanımlanır. Bu durum aslında orman vasfını kaybetmiş alanlar sorununun en can alıcı noktasını oluşturmaktadır. Sorun yalnızca yapılaşmaya bağlı bir yeşil alan kaybı sorunu değildir. Bu alanların orman sınırı dışına çıkartılıp yapılaşmaya açılmasıyla tüm ekosistem tahribata uğramaktadır.
Sorunun teknik boyutu olduğu kadar, bir ekonomik boyutu da olduğu açıkça ortadadır. Bu durum “2/B” arazilerinin başka hiçbir kaygı duyulmadan, yalnızca, serbest piyasaya dayalı “küresel pazar ekonomisi”nde alınıp satılabilir bir meta olarak değerlendirilmesidir.
Orman sınırı dışına çıkarma işlemlerine yönelik çeşitli tarihlerde alınmış Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi Kararları ise, bu işlemin yapılmasında çok detaylı araştırmaların gerektiğini açıkça ifade etmektedir. Üstelik karar, üzerindeki orman bitki örtüsü yok edilmiş olsa bile, salt orman toprağının orman sayılan yer olduğunun düşünülmesi gerektiğini de vurgulamasına rağmen hukuk/ahlak tanımaz AKP-MHP iktidarı ekolojik kırıma devam etmektedir.
18 yıldır tek başına iktidarda bulunan ve Türkiye’yi yönetemeyen AKP, ormancılık alanında da önemli yıkımlara neden olmuş, AKP-MHP ittifakının doğaya ve orman varlığımıza en küçük bir sevgi ve saygısı olmadığı da yaptıkları icraatlarla tescillenmiştir. Son 18 yılda 10 kez Orman Kanunu’nda değişiklik yapılmıştır. Bu düzenlemelerle orman alanlarından ormancılık dışı amaçlarla yararlanma deyim yerindeyse ayağa düşürülmüştür. Bu sayede en küçük bir ekonomik getiri için ormanlar rahatlıkla feda edilebilmektedir. Ormanlarımız şantiye alanı haline getirilmiştir. Her yerde ormandan izin verilen taş ve mermer ocakları, RES’ler, JES’ler, HES’ler, Maden sahaları, yollar, güvenlik barajları ve değişik tesisler karşımıza çıkabilmektedir.
Değişen yönetmelikle orman alanlarının imara açılması konusunda Bakanlar Kurulu yerine Çevre Bakanlığı teklif hazırlayıp Cumhurbaşkanı’na sunacak. Cumhurbaşkanı orman dışına çıkarılarak imara açılacak alanların sınırını belirleyip ilan edecek. Yakın dönemde mera/yayla ve orman alanlarının Varlık Fonuna devri gerçekleşirse şaşırmayız !!
Cumhurbaşkanlığı tarafından yayımlanan yönetmeliğe göre üzerinde en az 5 adet ev, ahır, samanlık, ambar, avlu gibi yapıların bulunduğu ormanlık alanlar ‘yerleşim yeri’ olarak tanımlandı. Dolayısıyla orman sınırları içerisinde ahırı, samanlığı olanlar başvuru yapıp bu yerlerin imara açılmasını isteyebileceği gibi orman dışına çıkarılacak alanlarda betonlaşma alabildiğine yayılarak ekolojik kırıma neden olacak.
Öncelikle bu yönetmelik, orman alanlarının daraltılmasını kolaylaştırmak, uzmanların ve sivil muhalefetin denetiminden muaf tutmak ve bir bütün olarak doğal alanların rantamacıyla kullanılmasının önündeki tüm engelleri kaldırmayı amaçlamaktadır. Zaten tartışmalı olan 2/B uygulamalarını bile aratabilecek kadar çok orman alanı, herhangi bir yasal engel ile karşılaşmadan gayet kısa bir prosedür ile orman alanından çıkarılarak rant alanlarına dönüştürülecek ve doğa tahribatı yaşanacaktır.
İlk maddede yer alan “orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen” tanımlaması ile doğal alanlar sadece orman ve ağaç ile sınırlandırılmış, bir bütün olarak ekolojik bir bakış açısı yok sayılmıştır. Bu anlayış doğayı bir rant objesi olarak görüp içindeki yaşamı yok sayan, doğa düşmanı-metacı bir bakış açısının ürünüdür. Oysa ki doğal alanlar, ekosistem bütünlüğü içinde canlı ve cansız birlikteliği ile düşünülüp, kapitalist bakış açısı ile meta olarak değil yaşamın bir parçası olarak ele alınmalıdır. Bir yerin orman vasfında sayılmaması ve orada tarım yapılamıyor olması, imara açılması için gerek ve yeter şart olarak görülmüş ve bir ranta hizmet etmediği için doğal haliyle korunmasının gereksiz olduğu gibi kapitalist-metacı bakış açısı yasa ile garanti altına alınmıştır. Yönetmelik içinde yer alan “ormancılık faaliyetleri ve ekonomisi” kavramı ile ormanları doğal yaşamın bir parçası olarak değil de ticari bir üretim mekanı olarak görüldüğü yasa ile teyit edilmiştir. Yönetmelikle orman sınırları dışına çıkarılması kolaylaştırılan alanların niteliğine bakıldığında “ağaç yoksa bina olmalı” anlayışı yasalardaki yerini sağlamlaştırmıştır. Böylelikle, rant ekonomisinin itici gücü olarak görülen inşaat sektörünün arsa talebinin karşılanması ve bu alana yatırım yapmış olan yandaş firmaların betona dayalı büyümesinin de önü açılmıştır. 2/B uygulamalarında bir yerin orman sınırları dışına çıkarılması için aranan, yerin 31.12.1981 tarihinden önce TARIM ALANINA dönüşmüş olması ve halen bu amaçla kullanılıyor olması şartı bu yönetmelikle yok sayılıp, içinde bina veya benzeri yapıların olması şartı getirilmiş ve 28/4/2018 tarihinden önce doğal alanların tahrip edilerek oluşturulan tüm yerleşim yerleri çok kolay bir prosedür ile yasal bir statüye kavuşturularak tahrip edene ikram edilecektir.
Yönetmelikte dikkat çeken eksikliklerden biri de; yanan orman alanlarının, orman sınırları dışına çıkarılamayacak yerlerden sayılmamış olmasıdır. Böylelikle, özellikle turizm bölgelerinde yangınla yok olup sonrasında büyük turizm şirketlerinin yatırım alanlarına dönüşen doğal alanlara yenilerinin eklenmesi için gerekli yasal kılıf sağlanmış olacaktır. Bu daha çok doğal alanın rant uğruna kolaylıkla yakılmasının önünü açacaktır. Oysa ki, Anayasanın 169’ncu maddesinde açıkça belirtildiği gibi “Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz………. Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz”
Bunun yanında tarım alanına dönüştürülmesinin mümkün olup olmadığını idari bir karar mekanizması ile belirlemek ve bu mekanizmanın işleyişini merkezi yürütmenin tekeline bırakmak, ülke tarımının içinde bulunduğu krizin esas sebebi olan yanlışta ısrar etmekten başka bir şey değildir. Objektif bilim insanlarının yıllardır çözümün ilk adımı olarak önerdiği, arazilerin yetenek sınıflarının tespiti ve bu sınıflandırmanın doğal bütünlük içinde, kapitalist üretim mantığı dışında, doğa ile dost-doğa ile birlikte uygulamak varken, bu tür kararların da tek adam rejiminin merkezi durumdaki kişi tarafından alınmasının bilimsel hiçbir yönü olmadığı gibi, mevcut sorunların içinden çıkılmaz bir duruma hale getirileceği apaçıktır.
Yönetmeliğin en vahim yönlerinden bir tanesi de, orman sınırları dışına çıkarılacak olan alanın sınırlarının, bu konuda uzman teknik kadrolar tarafından değil de Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek olmasıdır. Tek adam rejiminin özellikle demokratik işleyişe verdiği bu kadar zarar ortadayken böylesi teknik bir konuda da karar yetkisinin tek elde olmasının bilimsel hiçbir yönü olmayıp akıl ile izah edilebilecek bir durum değildir. Bu durum her şeyden önce, bu alanda eğitim almış ve uygulamada çalışan emekçilerin yok sayılmasıdır.
Sınırları Cumhurbaşkanınca belirlenen yer ile ilgili incelemeyi yapıp değerlendirme yapacak inceleme heyetinde, bu konuda uzman olan ve gerekli donanıma sahip orman kadastro komisyonlarının bulunmayışı, uygulamayı başından tartışılır hale getirecektir. Komisyonların karar mekanizmasında olmayıp alınan kararı tartışmasız uygulayıp gerekli prosedürü tamamlayan bir gruba dönüştürülmesi de Orman Kadastro uygulamalarında yerleşik teamüllere aykırıdır. Mevcut yasalarda bir yerin orman olup olmadığına karar verme yetkisi, orman kadastro komisyonlarına verilmiş olup, atanmışların yanında yerelden katılan üç üyenin de oy hakkının olduğu düşünüldüğünde, yerel inisiyatifin etkisiz hale getirildiği apaçık ortadır.
AKP-MHP ittifakının geçmiş yıllarda uygulamaya koymuş oldukları rant, talan ve sermaye çıkarlı projeler ile vermiş oldukları zararları durdurmak ve telafi etmek yerine yeni yıkım projeleri açıklamaktadırlar. Kaz dağları, Cerattepe, Kanal İstanbul, Hasankeyf, Aydın, Erzincan vs. iller olmak üzere ülkenin tamamında geri döndürülemez yıkımlara devam edeceğini beyan etmektedir.
Yine güvenlik barajları ile bir yandan insansızlaştırma/göçertme diğer yandan ekolojik yıkımlara devam edecekleri belli oldu. Diğer taraftan JES, HES, RES’ler, taş ocakları ve maden arama sahaları ile ormanlarımız, mera/yaylalarımız, tarım arazilerimiz, sularımız ve endemik türlerin bulunduğu alanlarımızda ekolojik yıkım devam emektedir.
Toprağına, suyuna ve doğasına sahip çıkmak isteyen onurlu kişi, kurum, STK, Dernek, Oda ve Sendikalar terörist ilan edilerek susturulmaya çalışılmaktadır.
AKP-MHP iktidarını önce parçası olduğu doğaya saygı göstermesini, ekolojik yıkımları durdurmasını ve kendi işlerine gelince sürekli gündeme getirdikleri yasa ve anayasaya uymaya çağırıyoruz.
Dengeyi bozarsanız sizde yok olursunuz. Doğa insansız yaşar ama insan doğasız yaşayamaz !!!! 14.01.2020
TARIM ORKAM-SEN
MERKEZ YÖNETİM KURULU