İHSAN ÇARALAN: FATURANIN HALKA ÇIKMAMASI IÇIN (25.01.2014)

222

Merkez Bankası (MB) hâlâ kuyruğu dik tutuyor, Hükümet ekonomideki sorunları, “paralel devlet”e, “Türkiye’nin ekonomik ve siyasi istikrarına kasteden iç ve dış düşmanları”na yıkarak sıyrılmaya çalışsa da artık kimse ne MB’ye ne de Hükümete inanmıyor. Çünkü son iki ayda dolar karşısında TL’nin değer kaybı yüzde 30’u bulurken doların TL karşısındaki değeri 2.32’ye, avronun 3.17 TL’ye ulaştı. Artık neoliberal finansçı kavramların budalası olan “uzmanlar” bile “direnç notası”, “psikolojik sınır”, “rekor yükseliş”, “kırmızı çizgi” … gibi kavramların bir karşılığının olmadığını görmüş bulunuyorlar.
Dolar ve avro, bir-iki aydan beri MB ve Hükümetle adeta oynuyor!
Önceki gün TÜSİAD bile, ekonomideki gelişmelere siyasetteki gelişmeleri de ekleyerek, “Böyle bir ülkeye yabancı sermaye niçin gelsin ki'” diye sordu.
Elbette buraya Türkiye bir günde gelmedi. Gelişmeleri yakından izleyen iktisat yasalarına az çok sadık kalan iktisatçılar, “Bu cari açıkla, sıcak paraya dayanarak sonsuza kadar gidilemeyeceği” uyarısını sürekli yaptılar. Ama günü kurtarmayı amaçlayan Başbakan, Hükümet erkanı, neoliberal ve yandaş iktisatçılar takımı bu uyarıları “Ekonomideki AKP mucizesini hazmedemeyen şom ağızlı muhalifliğe” bağlayarak bugüne doğru büyük bir şevkle kürek çektiler.
Ekonomideki bu gelişmeler, büyük rüşvet skandalı ve sonrasında hükümetin yargıyı hükümete bağlama; emniyet, yargı, devlet bürokrasisi içindeki “yeniden kadrolaşma” hamlesi birleşince, AKP’nin Türkiye’yi ekonomide, siyasete getirdiği yerde yeniden tanımlandı.
Şimdi Türkiye uluslararası ekonomi çevrelerinde, “Dünyanın kırılgan beşlisinin en kırılgan ülkesi” olarak liste başına oturmuş bulunuyor.
Evet AKP’nin iç ve dış politikasında olduğu gibi, ekonomik programına da karşı olan ve bugüne kadar da halkların kardeş olduğu demokratik, ekonomisinin imkanlarını halkın refahı için kullanan bir Türkiye için mücadele edenler için bugüne kadar büyük sermaye güçlerinin hizmetinde olan AKP Hükümetinin gelip dayandığı yere bakarak “keyif çıkarmaları” için pek çok neden vardır. Bu yüzden de elbette “Aynı geminin içindeyiz” diyerek bugüne kadar krizlerin yükünü halka yıkan egemen güçlerin bugün gelinen açmazı Hükümete yıkarak kenara çekilmek istemelerini de “keyifle izlemek” için çok neden bulabiliriz.
Ancak sorun bu kadar basit değil. Hele de Türkiye’nin uzak ve yakın tarihini bilenler, ekonominin duvara çarpmaya doğru hızla yol almasının, aynı zamanda ekonominin yükünün bir kez daha işçi sınıfına, halka yıkılma hazırlıkları anlamına geldiğini de bilmesi gerekir. Nitekim, patronların, “İhracat azaldı”, “Dolar yükseldi”, “Piyasa daraldı”, “Ekonomik durgunluk var”,…gerekçeleri arkasında yeni önlemler alındığını bir zamandan beri tanık oluyoruz ve önümüzdeki günlerde bu önlemlerin işten çıkarmalar, yeni zamlar, vergi artışları ile birleşeceğini görmemek için olup biteni hiç anlamamak gerekir.
Burada en önemli sorumluluk işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü kesimlerinin örgütleri sendikalara, emek örgütlerine, sınıf partisi ve emekten yana siyasi çevrelere düşmektedir. Emek güçleri ve onlara destek verecek demokrasi güçleri işten çıkarmalara, zamlara, temel tüketim mallarına gelen vergi artışlarına karşı mücadele açarak, emekçileri talepleri etrafında mücadeleye çekerek karşılayabilirse, sermaye güçlerini politikalarının da sonucu olarak ortaya çıkan ekonomik açmazları sermayeye, bu düzenden çıkar sağlayan, milyarlarına milyarlar katanlar ve onların Hükümetine fatura etmeyi başarabilir.
Elbette son günlerde tek eylemi yolsuzluk ve rüşvet batağına batan Hükümete destek için sokağa çıkan Hak-İş, Memur Sen ve kimi sendikalar için burada söylenecek bir şey yok. Onlar rüşveti ve yolsuzluğu savunan, emek düşmanı bir çizgide hareket eden, sendika adını bile hak etmeyen sendikalardır. Ancak işçi sınıfı ve emekçilerin ileri kesimleri ve çeşitli konfederasyonların, hâlâ emekten yana olduğunu söyleyen sendikaların, emek örgütlerinin ortak bir mücadele stratejisi ile harekete geçmeleri ertelenemez bir görev olarak ortaya çıkmıştır. Açıktır ki burada ileri işçi kesimleri, yerel sendikal platformlar, işçi kurultayları çevresindeki işçiler, çeşitli sendika üst yöneticileri, birer birer mücadeleci sendikacılar ve çeşitli türden emek örgütü temsilcilerine kadar herkesi birleştirecek bir strateji oluşturulması için vakit çok daralmıştır. Seçimlerin uyandırdığı duyarlılık, böyle bir mücadele platformunu kolaylaştıran (Ama aynı zamanda zorlaştıran da) bir etken olarak önemlidir.
Eğer emek cephesi gerekli müdahaleyi yapamazsa, bilmeliyiz ki krizleri ne kadar vahim olursa olsun, sermaye ve hükümetleri; su alan, batma noktasına gelen gemilerini yeniden yüzdürürler. Delikleri işçilerin, emekçilerin cesetleriyle tıkayarak elbette!
25.01.2014 – EVRENSEL