Türkiye’nin gündemi hiç kuşkusuz cumhuriyet tarihinin en büyüğü olduğu söylenen yolsuzluk olayıdır. İçinde hükümet üyelerinin, onların yakınlarının, belediye başkanlarının, bürokratların, müteahhitlerin, bankacıların olduğu bu yolsuzluk yumağı toplumun birçok kesimi tarafından zaten bilinmektedir. Örneğin İran’dan yüklü miktarda altınların geldiği birçok gazeteci tarafından yazılmıştır.
Ayrıca ABD’de bu konudaki rahatsızlığını Türkiye’ye birçok kez iletmiş, bu da ABD’deki, İngiltere’deki gazetelere konu olmuştu.
Öte yandan AKP iktidarının gerek maddi gerekse siyasal rantı topladığı yerin kentsel dönüşüm ve inşaat sektörü olduğu da bilinmektedir. TOKİ’ye tanınan sınırsız imtiyazlar sayesinde tüm rant mekanizması büyük ölçüde yasallaştırılmıştır. Bunun yanı sıra metro, marmaray, hızlı tren projeleri, tarihi eserlerin yağmalanması ve tahrip edilmesine yönelik olarak da şaibeler yine birçok kez basına yansımıştır.
Toplumun önemli bir kesiminin farkında olduğu ve içine sindiremediği bu işleyiş, yasal mevzuat tarafından koruma altına alınmış; daha açık bir ifadeyle toplumun meşru görmediği işler mevzuatla kitabına uydurularak meşrulaştırılmıştır.
17 Aralık operasyonuyla ortaya çıkartılan ve siyasi depreme dönüşen yolsuzluklar tüm bu mevzuatla meşrulaştırma çabalarının da ötesine geçmiş olaylardır.
İnsanlığın, toplumun, doğanın zararına olan bir şeyin demokrasinin var olduğu bir düzen içinde meşrulaştırılması, yolsuzluğun “yollu” hale getirilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla yolsuzluklar sorgulanırken demokrasiyle bağlantısı kurulmalı ve demokrasi de sorgulanmalıdır. Demokrasinin varlığı-yokluğu veya düzeyi, toplumda çıkarları farklı olan kesimlerin arasındaki güç dengelerine bağlıdır. Bu nedenle yolsuzluk, sadece o yolsuzluğu yapan veya yolsuzluğu “yollu” hale getirenin suçlanmasıyla, cezalandırılmasıyla ortadan kaldırılamaz. Yolsuzluğun önlenmesi için demokrasinin işleyiş kanallarını tıkayan, toplum üzerinde baskı kuran sistemin de sorgulanması ve yolsuzluk üreten bu sistemin ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir mücadele gerekir.
Zira içinde bulunduğumuz sistem, yani kapitalizmin varlığı, burjuva iktidarları sayesinde “yollu” hale getirilmiş olan yolsuzluklara dayanır. Bunların başında da tarihin en büyük yolsuzluğu, haksızlığı, soygunu olan emek gücünün yarattığı değere el konulması yanında artı değer mekanizması gelir. Emeğin sömürülmesi olarak da ifade edilen bu mekanizma sermayenin egemenliğinde öylesine meşru, “yollu” hale getirilmiştir ki her gün bir parça ekmek için ölümü göze alarak çalışan emekçi ve o emekçinin hakları için mücadele etmesi gereken sınıf örgütleri bile bunu sorgulamamış, kabullenmiştir.
Bunun en açık örneği bugünlerde sona erecek olan asgari ücret görüşmeleridir. Emekçinin yarattığı değeri bir iki simitle ölçen bir anlayışla belirlenecek olan asgari ücret, insanlık tarihinin en büyük yolsuzluğunun, haksızlığının bir kez daha onaylanmasıdır. Ne yazık ki Türkiye’de en fazla üyeye sahip olma sıfatıyla Türk-İş altına imza atarak; diğer sendikalar ise gereken mücadeleyi örgütlemeyerek yollu hale getirilmiş olan bu büyük yolsuzluğu onaylamaktadır.
Sözün özü: Yolsuzluk, egemenlerin henüz “yollu”, yani yasal hale getiremediği durumlardır. Sadece tekil yolsuzluk olaylarıyla uğraşıp, yolsuzluğu yaratan sistemi görmezden gelmek, kendi elimizle “yollu” ya da yolsuz insanlığı, toplumu, doğayı tahrip eden tehdit eden uygulamaların da önünü açmak anlamına gelecektir. Bu nedene yollu olsun yolsuz olsun tüm haksızlıkları, hırsızlıkları, emek ve doğa sömürüsünü engellemek için sınıfsal bir perspektif ile sistem sorgulanmalı ve mücadele sisteme karşı yürütülmelidir.
‘27.12.2013 – EVRENSEL