MUSTAFA SÖNMEZ: 2 TL?LİK DOLAR, KİMLERİ KURBAN ALACAK? (07.10.2013)

239

2013 Orta Vadeli Programı’nda, büyüme hedefi yüzde 4 olarak belirlenirken, ortalama dolar kuru da, örtülü olarak 1,83 TL olarak varsayılmıştı. Merkez Bankası, bu hedefe göre politikalarına ayar vermeye çalışırken, Mayıs ayında FED’in tahvil alımlarını azaltacağına ilişkin demeçleri piyasaları altüst etmeye yetti. Geçici olarak, Türkiye’nin de aralarında olduğu yükselen pazarlara park etmiş sıcak para kımıldadı ve ufak ufak ülkeleri terk etmeye başladı. Bütün paralar bu sıcak para terkinden etkilendi ve yüzde 18-20 dolaylarında kayıplar yaşandı. TL de Mayıs ayında 1,80 TL basamağında iken, önce 1,90 TL basamağına, oradan da 2 TL basamağına sıçradı.

EVDEKİ HESAP…

Merkez Bankası Başkanı Başçı, kariyerini riske ederek, yıl sonunda dolar kurunun 1,92 TL olacağını açıkladı. Bu, çoğunlukça garipsendi, doğru bulmayanlar oldu. O da, bu demecini, kuru aşağı çekmenin bir psikolojik manevrası olarak açıkladı. 18 Eylül’de, FED toplantısından tahvil alım kararı çıkmayınca ve 2014’te de çıkmayacağı anlaşılınca beklenen olmadı, TL’nin değer kaybı durdu ve biraz olsun geriledi. Birileri erken sevinerek, MB Başkanı Başçı’nın dediğinin gerçekleşeceğini ifade etti, hemen. Ama yine öyle olmadı. Dolar kuru tekrar 2 TL basamağına tırmandı ve şimdi oraya yapışmış gibi…
Dolar kurunun, bugünün şartlarında 2 TL’ye demir atmasının, Türkiye’nin yüksek kırılganlığı ile ilgisi var elbette. Cari açığının milli gelire oranı, dış borç yükü, kısa vadeli dış borçların resmi rezervlere oranı gibi göstergeler üstünden bakıldığında, Türkiye’nin en kırılgan ülke olduğu ortaya çıkıyor.

KIRILGANLIK

The Economist Dergisi, 21 Eylül 2013 sayısında revize ettiği kriterlerle, sıralamayı yeniden yaptı ve en kırılgan ülke olan Türkiye’yi, Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin izlediğini duyurdu. Avrupa’dan Romanya ile Polonya; Orta ve Güney Amerika’dan Meksika, Kolombiya, Peru; Asya’dan Endonezya, en kırılgan ülkeler olarak bizim ardımızda sıralanıyorlardı.

Ülkelerin risk düzeylerini gösteren CDS, yani risk primi bazında bakıldığında, Türkiye’nin 3 Ekim itibariyle risk primi 211 olarak görünüyor. Bu, Mayıs 2013’te 119 idi. Yüzde 85 bozulma!.. FED kararının ertelenmesinin etkisiyle azalan sermaye çıkışı, Ağustos’ta ortalaması 224’e çıkan risk primini Ekim başında ancak 211’i indirebilmiş durumda. Risk primi, benzer ülkelerden Brezilya için 171, Meksika için 121, G. Afrika için de 195 olarak açıklandı. Özet olarak, bu kırılganlık kısa vadede azalmayacağı için, Türkiye’ye sermaye girişi ve onun dolar kurunu aşağı itmesi de yakın gelecekte kolay olmayacağa benziyor. Zaten, FED kararı en geç 2014 başlarında uygulanacağı için, bavulunu hazır tutan dış sermayenin bavulu yeniden boşaltması da olası değil.

2 TL’LİK DOLARLA YAŞAMAK

Durum böyle olunca; Türkiye’ye, 2 TL’lik ve ileride daha üstü bir dolar kuru ile yaşamaya alışmak kalıyor. Şimdiye kadar ucuz dolar kuru ile dönen çarkın, bu keskin iklim değişikliğiyle, bu katı gerçekle yaşaması nasıl mümkün olacak? Bu iklime kim ayak uydurur, kim telef olur? İşte tartışılan mesele bu.

2 TL’lik dolar kurunun ihracatı geliştirmeye iyi geleceğini ve bu seviyenin altına inmemesi gerektiğini savunanlar, bardağın dolu tarafına bakarak, katı gerçeği olumlu bir dönüşüme vesile olarak görme eğiliminde olanlar. Ancak, normal şartlarda ihracat başta olmak üzere turizm, dış müteahhitlik gibi döviz kazandıran faaliyetlere doping etkisi yapması gereken 2 TL’lik dolar kuru, hevesleri kursaklarda bırakıyor. Çünkü; ihraç ürünleri büyük ölçüde ithal dış girdi ile yapılan bir çarpıklığa battığı için, ihracatçı, kurdan doping etkisi alamıyor. Konfeksiyonda bile ipliği, kumaşı, dolar kuru ucuzlamışken dışarıdan alan ihracatçı sanayici, bu yönelişle, içerideki girdi tedarikçisinin ölümünü hazırladı ve şimdi geri dönüşler kolay değil. Kur rüzgarı, ihracatçıyı hızla ileri taşımıyor, tersine yüzüne çarpıyor.  

BORÇLULARIN KÂBUSU

2 TL’lik dolar kuru, dövizle borçlanmış özel sermayeyi kara kara düşündürüyor.
Bankaları dışarıda bırakıp, özel reel sektörün döviz açığına baktığımızda, AKP döneminde nasıl bir batağa saplanıldığı da ortaya çıkıyor. 
 


style=ctborder- 0px; border-style: solid; : 335px; 400px;ct /byk

Merkez Bankası verileri 2013 Temmuz itibariyle, özel reel sektörün dışarıdaki döviz varlıklarının (mevduat, özel yatırım, alacak vb) 90 milyar dolar olduğunu; buna karşılık kredi borçlarından, ithalat borçlarından oluşan yükümlüklerinin 256 milyar dolara yaklaştığını belirtiyor. Bu, firmaların döviz açığının 165 milyar doları aşması demek. AKP iktidara geldiği 2002 yılının sonunda açık sadece 6,5 milyar dolardı. O zamandan bu zamana, açık 160 milyar dolara yakın artmış durumda. 2007 yılında bile varlıklar, yükümlülüklerin yüzde 58’ini karşılarken, bugün ancak yüzde 35’ine yetecek durumda. Kurdaki her yukarı tırmanış, borç yükümlüğü olan firmaların TL karşılığı borçlarını da tırmandırıyor.

Özetle; 2 TL’lik kur iklimi, ithal girdi yoğunluklu üretim yapan ihracatçıya kısa vadede pek yaramayacak. Kur yükseldikçe, ithal girdi maliyetleri de yükselecek ve rekabet gücünü azaltacak. Tek çare: yerli girdi kullanımını artırmak. Onu da yıkıntıların arasından bulabilirse tabii… 2 TL’lik kurun terörünü, esasında borç yükümlülüğü yüksek olanlar yaşayacak. Türkiye’de ihracatçılar, ithalatçılar ya da dış pazara satanlar ile iç pazara dönük iş yapanlar kesin çizgilerle ayrılmaz. Bir holding içinde ikisine de dönük yatırımlar görürsünüz. Genel bir ifadeyle: 2 TL’lik dolar kuru, AKP’nin ucuz kura alıştırdığı ‘Türkiye Ekonomisi’nden önemli kurbanlar alacak. Bu kaçınılmaz. Bakalım, okkanın altında hangi firmalar, holdingler, hatta bankalar kalacak; kimler büyük balıklara yem olacak?..
 07.10.2013 – YURT