ÖRGÜTLÜ KADIN MÜCADELEMİZLE BİZ KAZANACAĞIZ! Bugün 10.30’da, konfederasyonumuz toplantı salonunda Kadın sekreterimiz Gülistan Atasoy Tekdemir, Mali Sekreterimiz Elif Çuhadar, SES Eş Genel Başkanı Selma Atabey, SES Genel Kadın Sekreteri Gönül Adıbelli ve Eğitim Sen Merkez Kadın Sekreteri Simge Yardım Dağ; Kamuda kadın emekçilere yönelik artan saldırılar, baskı ve her türlü cezalarla kadınların kamusal alandan dışlanmaya, eve kapatmaya, iş yerinden, emekçilerden yalıtmaya, yalnızlaştırmaya çalışmasına karşı basın açıklaması gerçekleştirdiler.   Basın açıklamasını KESK Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy Tekdemir okudu.   Örgütlü Kadın Mücadelemizle Biz Kazanacağız!   Ataerkil kapitalizmin yarattığı eşitsizlikler bugün dünyanın her tarafında şiddeti, tacizi, savaşı, krizi, yoksulluğu, işsizliği, mobbingi, ayrımcılığı derinleştirirken, tüm bunlara karşı kadınların insanca yaşam, gerçek demokrasi ve eşitlik talepleri yükselmeye devam ediyor.   Ülkemiz özelinde kapitalizm, patriyarka ve iktidarın gerici ideolojisinin birlikte işleyişi ile kadınların kamusal alanda, istihdamdaki varlıkları tehlikeye girmiş, kadınların bedenine, kimliğine, emeğine yönelik saldırılar artmıştır; kadınların kaç çocuk doğuracağından, nasıl giyineceğine, sokakta özgürce dolaşmasından, çalışmasına, sosyal medya kullanımından, kahkahasına kadar her şey AKP’nin temsil ettiği ideoloji tarafından şekillendirilmeye çalışılmaktadır. İktidarın uzun süredir güvencesizlik, işsizlik, şiddet ve yoksulluk kıskacında  kadınların yaşamını daha fazla denetim altına alma çabası, sosyal, siyasal, toplumsal ve ekonomik pek çok hakkı kullanılamaz hale  getirmiştir.   Kadınların toplumsal yaşamda bir özne olarak var olmalarını, özellikle istihdamda ve siyasette temsil gücü oluşturmalarını, kendi kararlarını vermelerini, bunun toplumsal mekanizmalarını oluşturmalarını kendi varlığı için bir tehdit olarak gören bu anlayış, oluşturulan tekçi cinsiyetçi rejime karşı kadınların tepkilerini önlemek için ideolojik saldırılarını arttırmaktadır.   İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı başta olmak üzere, kadın kazanımlarını gasp etmeye dönük düzenlemelerin yasa kılıfında hayata geçirilmeye çalışılması, toplumsal cinsiyet eşitliğinin her alanda hedef  alınması, militarist politikaların gölgesinde kadına yönelik şiddetin görünmez kılınması, şiddet tehdidi altında yaşayan kadınların başvuracağı merkezlerin kayyumlar marifetiyle kapatılması, çalışma yaşamında artan cinsiyetçi baskı ve ayrımcılık,eğitim alanı başta olmak üzere kamusal alanın dinselleştirilmesi  gibi  kadınları şiddete daha açık hale getiren ve kadınlar  üzerinde yoğunlaşan saldırılar, oluşturulmak istenen cinsiyetçi rejimin zeminini güçlendirmeyi amaçlamaktadır.   AKP iktidarı 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında olduğu gibi pandemiyi de fırsata çevirerek tek adama dayalı yeni bir rejim inşasının gerekçesi haline getirmiştir. Mevcut eşitsizlikler yanında AKP-MHP iktidar bloğunun pandemiyi yaşanan ekonomik krizin yansımalarını örtmek, baskıcı politikaları derinleştirmek, toplumsal muhalefeti engellemek, karantina koşullarını cinsiyetçi ideolojisini hakim kılmak ve fırsata çevirmek için devreye koyduğu araçların yansımaları tüm toplumda  etkili olduğu gibi en fazla kadınları etkilemektedir. Pandemi ve ekonomik kriz bahanesiyle ücretli istihdamda yer alan pek çok kadın ya işten çıkarılmış  ya da daha düşük ücretlerle güvencesiz , kayıt dışı çalışmaya mecbur bırakılmıştır. Ev içi iş yükünün artışı, esnek ve uzaktan çalışma gibi hem hane içi  görünmez emeği arttıran hem de güvencesizliğin habercisi olan uygulamalar, ev içi şiddeti arttıran infaz düzenlemelerinin hayata geçirilmesi, işten çıkarmalarda artış ve artan yoksulluk karşılaşılan en temel sorunlar olmuştur. Hükümetin çalışma yaşamının güvencesizleştirilmesine yönelik  politikaları çerçevesinde kadın emeğine dönük saldırılar artmaktadır. Yarı zamanlı, uzaktan ve sözleşmeli gibi çalışma biçimleri kalıcı hale getirilerek kadınlar eve kapatılmak, nüfusun, iş gücünün yeniden üretimini sağlayan  ucuz iş gücüne indirgenmek istenmektedir. Temel istihdam biçimi olarak öngörülen esnek/kuralsız ve güvencesiz çalışma kadınların iş yerlerinde örgütlenmesi önünde engel teşkil etmekte, çıkarılan yasalar dışında mobbing ve baskı süreçleri de bunun için seferber edilmektedir.   Tüm bu yaşananlar karşısında KESK’li kadınlar olarak, emeğin evrensel haklarının korunması ve geliştirilmesi için mücadele ettik. Kadın emeğine yönelen cinsiyetçi saldırıların bir sistem sorunu olduğunu sürekli olarak ifade ettik. Yaşamlarımıza ve emeğimize dönük iktidar politikalarını işyerlerimizde teşhir etmekten geri durmadık. İşyerlerinden alanlara kadınların öncülüğünde kadın sözünü, taleplerini ve dayanışmasını örgütlemeye çalıştık. Bu nedenle haksız hukuksuz soruşturmalarla, ihraçlarla, işten çıkarmalarla ve türlü cezalandırmalarla karşı karşıya kaldık. Son dönemlerde farklı kurumlarda kadın üye ve yöneticilerimizin karşılaştığı haksız hukuksuz uygulamaların iktidarın baskıcı, otoriter ve cinsiyetçi rejiminin kamudaki yansımaları olduğunu açıkça ifade etmek istiyoruz. Siyasal iktidarın otoriter yönetim anlayışı özelliklede işyerlerinde yürütülen sendikal faaliyetlerin engellenmesi, hak savunusunun engellenmesi ve kadın emekçilere dönük cinsiyetçi saldırıların artışı için seferber edilmiştir.   İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde çalışan iki üyemiz 14 Mart Tıp Bayramı’nda o gün itibariyle korona virüsü nedeniyle vefat eden 384 sağlık emekçisi için 1 dakikalık saygı duruşunda bulundular. Rektörlük tarafından bu anma gerekçe gösterilerek SES işyeri temsilcimiz hemşire Günseli Uğur ve üyemiz Arzu Sert tedbir kararı verilerek görevden uzaklaştırıldılar. Rektörlük soruşturma gerekçesini “ülke bütünlüğünü bozmak” olarak açıklamış, yazıda iki sağlık emekçisi hemşire arkadaşımız Günseli UĞUR ve Arzu SERT’e yöneltilen suçlamalar; pandemi kurallarına uymayarak sağlık çalışanlarının sağlığını tehlikeye sokmak, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, devletin oluşturduğu sağlık politikalarına ve sosyal hizmetlere karşı gelmek olarak ifade edilmiştir. Kısacası devlet pandemiyi yönetememenin faturasını  iki kadın üyemize kestiğini itiraf etmiştir.   5 Nisan 2021 günü Diyarbakır’da şiddetle mücadele etme amacıyla faaliyet yürüten ve içlerinde farklı sivil toplum ve demokratik kurumlardan kadın aktivistlerin yer aldığı ROSA Kadın Derneği’ ne yönelik baskınla pek çok kadınla birlikte, KHK ile mesleğinden ihraç edilen ses üyemiz Zelal Bilgin ve BTS eski kadın sekreterimiz Bahar Karakaş ULUĞ katıldıkları kadın eylemleri gerekçe gösterilerek gözaltına alınmış ve sonrasında hukuksuzca tutuklanmışlardır.   Diğer taraftan uzun süredir Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı TCDD Genel Müdürlüğü’nde, PTT Genel Müdürlüğü ve TRT Genel Müdürlüğü’nde  yaşanan siyasi kadrolaşma nedeniyle bu işkolunda  örgütlü iki sendikamız BTS ve Haber-SEN üzerindeki baskılar kadın emekçiler üzerinde yoğunlaşmıştır. Asli görevi Kamu Hizmeti Yayıncılığı olan TRT çalışanlarının sosyal medya hesaplarından, olmayan suçlar aramakta veya yaratmakta ve emekçileri zan altında bırakmaktadır. Haber-Sen İstanbul Şube üyemiz Deniz SALMANLI’lı sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek 14 Nisan 2021 tarihinde açığa alınmıştır. Yine aynı tarihte Haber-sen Basın ve Eğitim Sekreteri Banu Savaş’a, en temel anayasal hakkını kullanarak yöneticisi olduğu sendikanın faaliyetlerini yürütmesi nedeniyle  hukuka aykırı yapılan  soruşturmayla maaştan kesim cezası verilmiştir.Yakın zamanda Diyarbakır Haber-Sen Şube Kadın Sekreterimiz Esra ADEMHAN  ise  katıldığı sendikal faaliyetler  ve  kadın eylemleri gerekçe gösterilerek PTT Genel Müdürlüğü tarafından açılan soruşturma sonuncunda görevinden ihraç edilmiştir. Esra arkadaşımızın hukuksuz ihracı İdari mahkemeye yapılan itirazla durdurularak arkadaşımız 8 Mart günü görevine iade edilmiştir. Aynı gün 31 Mart seçimleri sonrasında kayyum atanan ve kayyum atandıktan sonra TÜMBEL SEN üyelerine dönük hukuksuz uygulamalarıyla gündemden düşmeyen Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ nde çalışan Tüm Bel Sen Şube Yürütme Kurulu Üyemiz Nihal  Yanık’ın İçişleri Bakanlığı kararıyla  ihraç edildiğinin haberini aldık. Bizler , hakkında hiçbir soruşturma yürütülmeksizin, üstelik 8 Mart günü ihraç kararı verilen Nihal  arkadaşımızın sendikalı kadın kimliğinden kaynaklı böylesi bir  hukuksuzlukla karşı karşıya  bırakıldığını çok iyi biliyoruz.   BTS İzmir Şube Kadın Sekreterimiz Nurhan Karadağ, aynı kurumda çalışan eşiyle birlikte pandemide gerekli önlemlerin alınması, hukuksuz sürgün kararlarının iptali ve özelleştirme uygulamalarına karşı kamusal ulaşım hizmeti talepleriyle yürüttüğü sendikal faaliyetleri nedeniyle sürekli baskı ve mobbinge maruz bırakılmaktadır. Malatya’ya sürgün edilen eşi Ünal KARADAĞ   eş durumdan kaynaklı İdari mahkemeye açılan dava sonucu görev yerine dönmüş, sonrasında ise son derece keyfi bir tutumla Balıkesir Gökköy’e sürgüne gönderilmiş, eş durumdan tekrar görev yerine gönderilmesin denerek bu kez de Nurhan KARADAĞ da Balıkesir’ e sürgün edilmiştir. Aynı süreçte İzmir’de görev yapan BTS Genel Kadın Sekreteri Begüm Özyönüm hakkında kılık kıyafetten, sendikal eylemlere değin pek çok keyfi gerekçeyle üstelik tahkikatlerin müfettiş eliyle yürütülmesi gerekirken usule aykırı bir biçimde yürütülen soruşturmalarla son 7 yıldır aldığı yüksek sicil notlarına rağmen kademe ilerlemesinin durdurulması, kınama gibi farklı cezalar verilmiş ve sonrasında sürgün edilmiştir.   Son örnek ise akademisyen kıyımıyla sürekli gündemde olan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaşanmıştır. Önceki dönem Ankara Eğitim Sen 5 No’lu Üniversiteler Şubesi başkanlığı görevini de yürüten Doç.Dr. Meltem Kayıran’ın 30 yıldır emek verdiği fakültesiyle ilişkisi haksız-hukuksuz bir biçimde kesilmiştir. Doç. Dr. Meltem Kayıran 2017 yılında Doçentlik unvan ve yetkisi almasına rağmen, aradan geçen 4 yılda hak ettiği kadroya ataması yapılmayarak “Dr. Öğretim Üyesi” kadrosunda çalıştırılmaya devam edilmiştir. Hak ettiği kadro verilmediği gibi bir alt kadronun kriterleri uyarınca kendisinden ısrarla dosya istenmiş, bu dosyanın istenmesinin hukuka aykırı olduğunu iddia ederek teslim etmediği için üniversiteyle ilişiği kesilmiştir. Bu keyfi karar üniversitelerde güvencesiz istihdamın muhalif akademisyenler üzerindeki ağır sonuçlarını göstermektedir.30 yılını bilime adamış bir akademisyenin 300’ü aşkın öğrencisi ve tez danışmanlıkları varken eğitim öğretim dönemi ortasında üniversiteden koparılmasında da nasıl bir kamu yararı gözetildiğini buradan bir kez daha sormak istiyoruz.   Kuşkusuz tüm bu saldırılar, karı özelleştirip zararı kamunun sırtına yıkan, birkaç şirket daha da zengin edilirken halkı giderek yoksullaştıran, halkın ücretsiz, ulaşılabilir, nitelikli, anadilinde  kamusal hizmet almasını imkansızlaştıran, emekçilere güvencesiz çalışma koşulları ve sefalet ücretleri dayatan politikalara, doğanın, kamu kaynaklarının yağma ve talanına, üniversitelerin tahakküm altına alınarak bilimsel özgürlüğün, akademik özerkliğin, özgür üniversitenin yok edilmesini amaçlayan politikalara, kadın emeği, bedeni ve kimliğine yönelik saldırılara karşı itirazlarını yüksek sesle dile getiren tüm kesimlere yönelik saldırının bir parçasıdır. Ancak özellikle mücadele içerisinde görev ve sorumluluk alan, en önde olan kadınlar üzerinde yoğunlaşması iktidarın sermayeyi önceleyen, ataerkil ve siyasal İslamcı ideolojisinden ayrı düşünülemez. Kamuda uzaktan çalışma genelgesinde çocuk izninin sadece kadınlarla tarif edilmiş olması, çocuk, hasta, yaşlı, engelli bakımının sadece kadınlara ait bir sorumluluk olarak görülmesi, direnen kadınlara yönelen kolluk şiddeti, işsiz bırakma, sürgün, mobbing, tutuklama gibi saldırılar aynı zihniyetin yansımalarıdır.   Kapitalizmin, patriyarkanın ve dini araçsallaştıran, siyasallaştıran anlayışın sömürü ve tahakkümü, en açık ve derin biçimde kadın bedeni, emeği ve kimliği üzerinde kendini göstermektedir. Bu nedenle kadınlar bu mücadelenin her alanında var ve en önde! AKP iktidarı, oluşturduğu “makbul kadın” tanımının dışında kalan, mücadelede bir adım geri atmadan ve en önlerde yer alan kadınları türlü cezalarla kamusal alandan dışlamaya, eve kapatmaya, iş yerinden, emekçilerden yalıtmaya, yalnızlaştırmaya çalışsa da biz KESK’li kadınlar olarak asla vazgeçmeyeceğiz; dayanışmamızla, birbirimizden asla vazgeçmeden, birbirimize yurt olarak bu mücadeleyi ileri taşıyacağız. Asla “makbul” olmayacağız.   Vardık, varız, var olacağız!

332

 

Bugün 10.30’da, konfederasyonumuz toplantı salonunda Kadın sekreterimiz Gülistan Atasoy Tekdemir, Mali Sekreterimiz Elif Çuhadar, SES Eş Genel Başkanı Selma Atabey, SES Genel Kadın Sekreteri Gönül Adıbelli ve Eğitim Sen Merkez Kadın Sekreteri Simge Yardım Dağ; Kamuda kadın emekçilere yönelik artan saldırılar, baskı ve her türlü cezalarla kadınların kamusal alandan dışlanmaya, eve kapatmaya, iş yerinden, emekçilerden yalıtmaya, yalnızlaştırmaya çalışmasına karşı basın açıklaması gerçekleştirdiler.

Basın açıklamasını KESK Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy Tekdemir okudu.

Örgütlü Kadın Mücadelemizle Biz Kazanacağız!

Ataerkil kapitalizmin yarattığı eşitsizlikler bugün dünyanın her tarafında şiddeti, tacizi, savaşı, krizi, yoksulluğu, işsizliği, mobbingi, ayrımcılığı derinleştirirken, tüm bunlara karşı kadınların insanca yaşam, gerçek demokrasi ve eşitlik talepleri yükselmeye devam ediyor.

Ülkemiz özelinde kapitalizm, patriyarka ve iktidarın gerici ideolojisinin birlikte işleyişi ile kadınların kamusal alanda, istihdamdaki varlıkları tehlikeye girmiş, kadınların bedenine, kimliğine, emeğine yönelik saldırılar artmıştır; kadınların kaç çocuk doğuracağından, nasıl giyineceğine, sokakta özgürce dolaşmasından, çalışmasına, sosyal medya kullanımından, kahkahasına kadar her şey AKP’nin temsil ettiği ideoloji tarafından şekillendirilmeye çalışılmaktadır. İktidarın uzun süredir güvencesizlik, işsizlik, şiddet ve yoksulluk kıskacında  kadınların yaşamını daha fazla denetim altına alma çabası, sosyal, siyasal, toplumsal ve ekonomik pek çok hakkı kullanılamaz hale  getirmiştir.

Kadınların toplumsal yaşamda bir özne olarak var olmalarını, özellikle istihdamda ve siyasette temsil gücü oluşturmalarını, kendi kararlarını vermelerini, bunun toplumsal mekanizmalarını oluşturmalarını kendi varlığı için bir tehdit olarak gören bu anlayış, oluşturulan tekçi cinsiyetçi rejime karşı kadınların tepkilerini önlemek için ideolojik saldırılarını arttırmaktadır.

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı başta olmak üzere, kadın kazanımlarını gasp etmeye dönük düzenlemelerin yasa kılıfında hayata geçirilmeye çalışılması, toplumsal cinsiyet eşitliğinin her alanda hedef  alınması, militarist politikaların gölgesinde kadına yönelik şiddetin görünmez kılınması, şiddet tehdidi altında yaşayan kadınların başvuracağı merkezlerin kayyumlar marifetiyle kapatılması, çalışma yaşamında artan cinsiyetçi baskı ve ayrımcılık,eğitim alanı başta olmak üzere kamusal alanın dinselleştirilmesi  gibi  kadınları şiddete daha açık hale getiren ve kadınlar  üzerinde yoğunlaşan saldırılar, oluşturulmak istenen cinsiyetçi rejimin zeminini güçlendirmeyi amaçlamaktadır.

AKP iktidarı 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında olduğu gibi pandemiyi de fırsata çevirerek tek adama dayalı yeni bir rejim inşasının gerekçesi haline getirmiştir. Mevcut eşitsizlikler yanında AKP-MHP iktidar bloğunun pandemiyi yaşanan ekonomik krizin yansımalarını örtmek, baskıcı politikaları derinleştirmek, toplumsal muhalefeti engellemek, karantina koşullarını cinsiyetçi ideolojisini hakim kılmak ve fırsata çevirmek için devreye koyduğu araçların yansımaları tüm toplumda  etkili olduğu gibi en fazla kadınları etkilemektedir. Pandemi ve ekonomik kriz bahanesiyle ücretli istihdamda yer alan pek çok kadın ya işten çıkarılmış  ya da daha düşük ücretlerle güvencesiz , kayıt dışı çalışmaya mecbur bırakılmıştır. Ev içi iş yükünün artışı, esnek ve uzaktan çalışma gibi hem hane içi  görünmez emeği arttıran hem de güvencesizliğin habercisi olan uygulamalar, ev içi şiddeti arttıran infaz düzenlemelerinin hayata geçirilmesi, işten çıkarmalarda artış ve artan yoksulluk karşılaşılan en temel sorunlar olmuştur. Hükümetin çalışma yaşamının güvencesizleştirilmesine yönelik  politikaları çerçevesinde kadın emeğine dönük saldırılar artmaktadır. Yarı zamanlı, uzaktan ve sözleşmeli gibi çalışma biçimleri kalıcı hale getirilerek kadınlar eve kapatılmak, nüfusun, iş gücünün yeniden üretimini sağlayan  ucuz iş gücüne indirgenmek istenmektedir. Temel istihdam biçimi olarak öngörülen esnek/kuralsız ve güvencesiz çalışma kadınların iş yerlerinde örgütlenmesi önünde engel teşkil etmekte, çıkarılan yasalar dışında mobbing ve baskı süreçleri de bunun için seferber edilmektedir.

Tüm bu yaşananlar karşısında KESK’li kadınlar olarak, emeğin evrensel haklarının korunması ve geliştirilmesi için mücadele ettik. Kadın emeğine yönelen cinsiyetçi saldırıların bir sistem sorunu olduğunu sürekli olarak ifade ettik. Yaşamlarımıza ve emeğimize dönük iktidar politikalarını işyerlerimizde teşhir etmekten geri durmadık. İşyerlerinden alanlara kadınların öncülüğünde kadın sözünü, taleplerini ve dayanışmasını örgütlemeye çalıştık. Bu nedenle haksız hukuksuz soruşturmalarla, ihraçlarla, işten çıkarmalarla ve türlü cezalandırmalarla karşı karşıya kaldık. Son dönemlerde farklı kurumlarda kadın üye ve yöneticilerimizin karşılaştığı haksız hukuksuz uygulamaların iktidarın baskıcı, otoriter ve cinsiyetçi rejiminin kamudaki yansımaları olduğunu açıkça ifade etmek istiyoruz. Siyasal iktidarın otoriter yönetim anlayışı özelliklede işyerlerinde yürütülen sendikal faaliyetlerin engellenmesi, hak savunusunun engellenmesi ve kadın emekçilere dönük cinsiyetçi saldırıların artışı için seferber edilmiştir.

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde çalışan iki üyemiz 14 Mart Tıp Bayramı’nda o gün itibariyle korona virüsü nedeniyle vefat eden 384 sağlık emekçisi için 1 dakikalık saygı duruşunda bulundular. Rektörlük tarafından bu anma gerekçe gösterilerek SES işyeri temsilcimiz hemşire Günseli Uğur ve üyemiz Arzu Sert tedbir kararı verilerek görevden uzaklaştırıldılar. Rektörlük soruşturma gerekçesini “ülke bütünlüğünü bozmak” olarak açıklamış, yazıda iki sağlık emekçisi hemşire arkadaşımız Günseli UĞUR ve Arzu SERT’e yöneltilen suçlamalar; pandemi kurallarına uymayarak sağlık çalışanlarının sağlığını tehlikeye sokmak, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, devletin oluşturduğu sağlık politikalarına ve sosyal hizmetlere karşı gelmek olarak ifade edilmiştir. Kısacası devlet pandemiyi yönetememenin faturasını  iki kadın üyemize kestiğini itiraf etmiştir.

5 Nisan 2021 günü Diyarbakır’da şiddetle mücadele etme amacıyla faaliyet yürüten ve içlerinde farklı sivil toplum ve demokratik kurumlardan kadın aktivistlerin yer aldığı ROSA Kadın Derneği’ ne yönelik baskınla pek çok kadınla birlikte, KHK ile mesleğinden ihraç edilen ses üyemiz Zelal Bilgin ve BTS eski kadın sekreterimiz Bahar Karakaş ULUĞ katıldıkları kadın eylemleri gerekçe gösterilerek gözaltına alınmış ve sonrasında hukuksuzca tutuklanmışlardır.

Diğer taraftan uzun süredir Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı TCDD Genel Müdürlüğü’nde, PTT Genel Müdürlüğü ve TRT Genel Müdürlüğü’nde  yaşanan siyasi kadrolaşma nedeniyle bu işkolunda  örgütlü iki sendikamız BTS ve Haber-SEN üzerindeki baskılar kadın emekçiler üzerinde yoğunlaşmıştır. Asli görevi Kamu Hizmeti Yayıncılığı olan TRT çalışanlarının sosyal medya hesaplarından, olmayan suçlar aramakta veya yaratmakta ve emekçileri zan altında bırakmaktadır. Haber-Sen İstanbul Şube üyemiz Deniz SALMANLI’lı sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek 14 Nisan 2021 tarihinde açığa alınmıştır. Yine aynı tarihte Haber-sen Basın ve Eğitim Sekreteri Banu Savaş’a, en temel anayasal hakkını kullanarak yöneticisi olduğu sendikanın faaliyetlerini yürütmesi nedeniyle  hukuka aykırı yapılan  soruşturmayla maaştan kesim cezası verilmiştir.Yakın zamanda Diyarbakır Haber-Sen Şube Kadın Sekreterimiz Esra ADEMHAN  ise  katıldığı sendikal faaliyetler  ve  kadın eylemleri gerekçe gösterilerek PTT Genel Müdürlüğü tarafından açılan soruşturma sonuncunda görevinden ihraç edilmiştir. Esra arkadaşımızın hukuksuz ihracı İdari mahkemeye yapılan itirazla durdurularak arkadaşımız 8 Mart günü görevine iade edilmiştir. Aynı gün 31 Mart seçimleri sonrasında kayyum atanan ve kayyum atandıktan sonra TÜMBEL SEN üyelerine dönük hukuksuz uygulamalarıyla gündemden düşmeyen Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ nde çalışan Tüm Bel Sen Şube Yürütme Kurulu Üyemiz Nihal  Yanık’ın İçişleri Bakanlığı kararıyla  ihraç edildiğinin haberini aldık. Bizler , hakkında hiçbir soruşturma yürütülmeksizin, üstelik 8 Mart günü ihraç kararı verilen Nihal  arkadaşımızın sendikalı kadın kimliğinden kaynaklı böylesi bir  hukuksuzlukla karşı karşıya  bırakıldığını çok iyi biliyoruz.

BTS İzmir Şube Kadın Sekreterimiz Nurhan Karadağ, aynı kurumda çalışan eşiyle birlikte pandemide gerekli önlemlerin alınması, hukuksuz sürgün kararlarının iptali ve özelleştirme uygulamalarına karşı kamusal ulaşım hizmeti talepleriyle yürüttüğü sendikal faaliyetleri nedeniyle sürekli baskı ve mobbinge maruz bırakılmaktadır. Malatya’ya sürgün edilen eşi Ünal KARADAĞ   eş durumdan kaynaklı İdari mahkemeye açılan dava sonucu görev yerine dönmüş, sonrasında ise son derece keyfi bir tutumla Balıkesir Gökköy’e sürgüne gönderilmiş, eş durumdan tekrar görev yerine gönderilmesin denerek bu kez de Nurhan KARADAĞ da Balıkesir’ e sürgün edilmiştir. Aynı süreçte İzmir’de görev yapan BTS Genel Kadın Sekreteri Begüm Özyönüm hakkında kılık kıyafetten, sendikal eylemlere değin pek çok keyfi gerekçeyle üstelik tahkikatlerin müfettiş eliyle yürütülmesi gerekirken usule aykırı bir biçimde yürütülen soruşturmalarla son 7 yıldır aldığı yüksek sicil notlarına rağmen kademe ilerlemesinin durdurulması, kınama gibi farklı cezalar verilmiş ve sonrasında sürgün edilmiştir.

Son örnek ise akademisyen kıyımıyla sürekli gündemde olan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaşanmıştır. Önceki dönem Ankara Eğitim Sen 5 No’lu Üniversiteler Şubesi başkanlığı görevini de yürüten Doç.Dr. Meltem Kayıran’ın 30 yıldır emek verdiği fakültesiyle ilişkisi haksız-hukuksuz bir biçimde kesilmiştir. Doç. Dr. Meltem Kayıran 2017 yılında Doçentlik unvan ve yetkisi almasına rağmen, aradan geçen 4 yılda hak ettiği kadroya ataması yapılmayarak “Dr. Öğretim Üyesi” kadrosunda çalıştırılmaya devam edilmiştir. Hak ettiği kadro verilmediği gibi bir alt kadronun kriterleri uyarınca kendisinden ısrarla dosya istenmiş, bu dosyanın istenmesinin hukuka aykırı olduğunu iddia ederek teslim etmediği için üniversiteyle ilişiği kesilmiştir. Bu keyfi karar üniversitelerde güvencesiz istihdamın muhalif akademisyenler üzerindeki ağır sonuçlarını göstermektedir.30 yılını bilime adamış bir akademisyenin 300’ü aşkın öğrencisi ve tez danışmanlıkları varken eğitim öğretim dönemi ortasında üniversiteden koparılmasında da nasıl bir kamu yararı gözetildiğini buradan bir kez daha sormak istiyoruz.

Kuşkusuz tüm bu saldırılar, karı özelleştirip zararı kamunun sırtına yıkan, birkaç şirket daha da zengin edilirken halkı giderek yoksullaştıran, halkın ücretsiz, ulaşılabilir, nitelikli, anadilinde  kamusal hizmet almasını imkansızlaştıran, emekçilere güvencesiz çalışma koşulları ve sefalet ücretleri dayatan politikalara, doğanın, kamu kaynaklarının yağma ve talanına, üniversitelerin tahakküm altına alınarak bilimsel özgürlüğün, akademik özerkliğin, özgür üniversitenin yok edilmesini amaçlayan politikalara, kadın emeği, bedeni ve kimliğine yönelik saldırılara karşı itirazlarını yüksek sesle dile getiren tüm kesimlere yönelik saldırının bir parçasıdır. Ancak özellikle mücadele içerisinde görev ve sorumluluk alan, en önde olan kadınlar üzerinde yoğunlaşması iktidarın sermayeyi önceleyen, ataerkil ve siyasal İslamcı ideolojisinden ayrı düşünülemez. Kamuda uzaktan çalışma genelgesinde çocuk izninin sadece kadınlarla tarif edilmiş olması, çocuk, hasta, yaşlı, engelli bakımının sadece kadınlara ait bir sorumluluk olarak görülmesi, direnen kadınlara yönelen kolluk şiddeti, işsiz bırakma, sürgün, mobbing, tutuklama gibi saldırılar aynı zihniyetin yansımalarıdır.

Kapitalizmin, patriyarkanın ve dini araçsallaştıran, siyasallaştıran anlayışın sömürü ve tahakkümü, en açık ve derin biçimde kadın bedeni, emeği ve kimliği üzerinde kendini göstermektedir. Bu nedenle kadınlar bu mücadelenin her alanında var ve en önde! AKP iktidarı, oluşturduğu “makbul kadın” tanımının dışında kalan, mücadelede bir adım geri atmadan ve en önlerde yer alan kadınları türlü cezalarla kamusal alandan dışlamaya, eve kapatmaya, iş yerinden, emekçilerden yalıtmaya, yalnızlaştırmaya çalışsa da biz KESK’li kadınlar olarak asla vazgeçmeyeceğiz; dayanışmamızla, birbirimizden asla vazgeçmeden, birbirimize yurt olarak bu mücadeleyi ileri taşıyacağız. Asla “makbul” olmayacağız.

Vardık, varız, var olacağız!