ASLI AYDIN: AKP, KENDİ SONUÇLARIYLA YÜZLEŞİYOR – (19.09.2013)

241

Bu hafta ekonomi gündemi hızlı. Bir yandan Türkiye ekonomisine ilişkin yüksek enflasyon+durgunluk anlamına gelen stagflasyon konuşuluyor, bir yandan ise her gelen veri ekonominin tepesinde oturanları terletecek cinsten akmaya devam ediyor.
Gündeme ilişkin çok genel bir tablo çizecek olursak;
* Merkez Bankası Para Politikası Kurulu Salı günü toplanarak faiz oranını %4,5’te sabit tuttu. Döviz kuruna dolaylı olarak müdahale etmesi beklenen MB, zorunlu karşılık oranı üzerinde de oynamaya gitmedi. Buradan çıkan sonuç: zaten bugüne kadar dövize müdahale etmede etkisiz kalan ve giderek itibar kaybeden MB’nın rezervlerine giren yüklü şaibeli paralara güvenerek topu yeni başkanın da belirleneceği FED toplantısına atması oldu.
* MB ayrıca iç talebin ve ihracatın artacağına dair beklentilerinin sürdüğünü açıkladı. Ne var ki iç talebin, yani çoğunluğu emekçi sınıfların oluşturduğu geniş halk yığınlarını borçlandırarak sağlanan nihai tüketimin durumu, düşük reel ücret seviyesi ve enflasyon- vergi artışları gibi etmenlerle artık sermaye kesimi için de ümit vaat etmiyor. Ülkede evini, arabasını krediyle alanların yanında günlük harcamaları için de kredi kullanan 41 milyon kişi var ve 2 milyona yakın kişi  resmi olarak kart borçlarını ödeyemiyor.
* Paranın seyrini belirleyecek gelişmeler gündemden hızla akarken, tüm bu gelişmelerin etkilediği reel ekonomide de tablo değişmedi. En son açıklanan veri ise işsizlik oranı oldu. DİSK-AR raporuna göre geniş tanımlı işsizlik yüzde 14,85, işsiz sayısı 4 milyon 591 bin olarak gerçekleşti.
Peki, AKP’nin bu rüzgara direnecek gücü var mı’
Hem içeride hem de dışarıda hızlıca güç kaybeden AKP, ne Ortadoğu’da “bölgesel liderlik” sevdasıyla başladığı dış politikasındaki yenilgisinin önüne geçebiliyor, ne de her defasında daha fazla bir şiddete başvurarak sindirmeye çalıştığı toplumsal muhalefetin karşısında ayakta durabiliyor.Ülkede uygulanan dışa bağımlı politikalar sonucu ülke ekonomisinin giderek kendi iç dinamiklerinden kopması ve geleceğinin uluslararası sermayenin seçim ve tercihlerine teslim edilmesi, kuşkusuz böylesi bir teslimiyetçiliğin bağlarını derinleştirenleri bugün içinden çıkılması zor bir bunalımla baş başa bırakıyor.
İKİ TEMEL DAYANAK
AKP’nin dış dünyaya, gerek spekülatif parayı çekmede kullandığı gerekse de iktidar gücünün bir varyasyonu olarak yansıttığı “ekonomik başarı” kurgusunun dayandığı iki temel nokta vardı. Birincisi, para piyasalarında “enflasyon hedeflemesi” olarak 2001 yılında öne çıkartılan sıkı para politikası. İkincisi de küçülen devlet; yani kamu hizmetlerinin ticarileşmesi ve özelleştirmelerle “yatırımcı kamu” kimliğini rafa kaldırarak kamu harcamalarını minimuma indiren maliye politikası. Bu her ikisi birbirine bağlı yürütülüyordu. Özetle para politikasının patronu Merkez Bankası bir yanda döviz kurunu dolaylı olarak baskı altında tutarken, reel faizlerin küresel piyasalara oranla daha yüksek olmasının sürekliliğini sağlıyor; maliye kesimi ise eğitim ve sağlık gibi en temel yurttaş hakkı olan alanları da içine alan kamu işletmelerini hızlıca özele devrediyordu.
GEZİ’NİN ETKİSİ
Şimdi tüm bu politikaların beslendiği ve beslediği kaynağın uluslararası sermaye olduğu düşünüldüğünde, Mayıs ayından itibaren bu kaynağın ayağını Türkiye’den kesmesi ile oluşan ekonomik ve siyasi sonuçlara kısaca göz atalım.
Öncelikle basit olarak “her şey sermaye için” mantığıyla hareket eden ve emek gücü piyasasını, kamu hizmet üretimini bu mantıkla bir dönüşüm sürecine iten AKP hükümetinin tüm yaşam alanları üzerinde piyasa tahakkümünü ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi alanları da buna uygun dönüştürerek kurma çabası, geçtiğimiz Mayıs sonu itibariyle toplumsal muhalefetin yeniden uyanması ve “yeter” diyerek tüm bu dönüşümlere direnmesiyle sonuçlandı. Şimdi artık her attığı adımda bu ruhun iradesi ve direnişiyle karşılaşıyor. Artık gasp etmek, yıkmak, dönüştürmek eskisi kadar kolay olmayacak.
BÜYÜME ‘TEHLİKELİ’ OLDU
Bunun yanında bugüne kadar emekçilere hiçbir dermanı bulunmayan ve yılın ikinci çeyreğinde yüzde 4,4 olarak açıklanan büyümeye ilişkin Ali Babacan, “yüksek büyüme iyi ama yüksek borç riskini göze aldığımızda yılsonuna doğru tehlikeli olabilir” diyor. Yani bugüne kadar büyümeden bir nimet görmeyen emekçilere, daralmanın bedelini de ödeteceklerini duyuruyor. “Büyüme neden tehlikeli'” sorusunun yanıtı ise borç derinliğinde, tüm bu çarpıklığın ta kendisinde.
SERMAYEYİ İKNA ETMEK ZOR
İkincisi tüm bu politikaları uğruna gerçekleştirdiği küresel sermayeyi yeniden dönmeye ikna etmek de artık o kadar kolay olmayacak. Merkez Bankası’nın da temel ilke olarak deklare ettiği fiyat ve finansal istikrar çökmüş durumda. Düşük ve dalga boyutu dar bir enflasyon oranının (fiyat istikrarı) ve dış kaynak girişlerinin sürdürülebilirliğinin (finansal istikrar) sağlanmasında kilit nokta siyasi istikrardır. İşte bu siyasi istikrar da en başta söylediğimiz gibi içeride ve dışarıda politikaları bir bir iflas eden AKP hükümetinin elinden hızla kaybettiği gücüdür.Şimdi soru, AKP çok kısa bir zaman önce lehine esen rüzgarın aleyhine/ters yöne döndüğü bir fırtına karşısında ayakta durabilecek mi’ Elbette bunu yanıtını, dış politikaların ülkeyi sürüklediği karanlık iklimi de göz önüne alarak toplumsal muhalefetin kendisi verecektir.

19.09.2013 – BİRGÜN