KORKUT BORATAV: KORONAVİRÜS SONRASINDA DÜNYA (II) (29. 05. 2020)

212

Koronavirüs dünyasına girildiğinde kapitalizmin egemen güçleri, sermayenin tahakkümünü emekten yana sınırlama arayışlarına iktidar seçeneğini kapalı tutmaktaydı. “çıkış sonrası”nın kendiliğinden farklı olacağı beklenemez.
“Koronavirüs sonrası dünya” tartışılıyor. Bir yandan “eskisi gibi olmayacak” öngörüleri; bir yandan da “…olmamalı” çağrıları var.
Bugün bu tartışmalar ve onlara ışık tutan olgular üzerinde bir gezinti yapmak istiyorum.
‘Revizyon’ çağrıları: İki örnek
Salgın, kapitalizmin özündeki acımasızlığı, hatta vahşeti ortaya çıkardı. Bazı çevreler, bir sistem olarak kapitalizmi değil, bugünkü düzenleme biçimini (adını vermeden neoliberalizmi) suçladı. önerileri de “revizyon” ile sınırlı kaldı.
İki örnek vereceğim. Birincisini
[
. Tespitine göre
uzakta çalışanlar
Amerikan işgücünün %35’ini oluşturmaktadır.
Büro emekçilerinin
evde çalışması mesai saatlerini uzattı; ağırlaştırdı. Uzaktan çalışma yaygınlaştı; örneğin eğitime de taşındı. Yepyeni “emek fazlaları” oluştu. üniversitesinde uzaktan eğitim başlayınca işten çıkarılan asistan Natasha Frid’in işsizlik
sigortasına ulaşma mücadelesini 1 Mayıs’ta bu köşede anlatmıştım.
Beyaz yakalı işçi sınıfının, örgütlenme, dayanışma alışkanlıkları esasen zayıftı; uzaktan çalışma koşullarında bu insanlar iyice yalnızlaştı. Salgın bu sayede sermaye için bir fırsata dönüştü: Uzaktan çalışma koşullarını zorlayarak (bir anlamda) sömürü oranını yoğunlaştırmak…
Philip Mirowski’nin “Neoliberaller Bu Krizi Heba
Etmeyecekler” başlıklı bir söyleşide
[
“Türkiye işgücü piyasalarının parçalanmış yapısı”
nı inceliyordu. Daha ayrıntılı bilgiler DİSK-AR’ın İşsizlik ve İstihdam’ın Görünümü raporlarında yer alıyor.
Bu bilgiler korona sonrasında güncelleşince işçi sınıfının parçalanmışlığının daha da arttığını algılayacağız. Bu ortamda Türkiye’den insan manzaralarını muhalif medyadan izliyoruz. Trajedileri duyuyoruz.
Ekonomik ve toplumsal ortamın ağırlaşması, tek başına bugünkü iktidara son veremez. Toplumsal bunalım 2019’da zirveye çıkarken, işçi sınıfının
parçalanmışlığını artırdı; örgütlenme (sendikalaşma) derecesini de zayıflattı. Salgın, izolasyon ve yasaklarla birlikte insanları daha da yalnızlaştırdı.
Halk muhalefeti insanlar yalnızlaşırken yeşeremez. Osmanlı’da dahi muhalefet çekirdekleri kahvehanelerde oluşmuştu. Salgın, kahveleri, kafe’leri, meyhaneleri, çay bahçelerini yasakladı. Daha da kötüsü liseleri, üniversiteleri kapattı; öğrencileri sadece hocalarından değil, birbirlerinden de uzaklaştırdı. Tüm ülkeyi etkileyen gençlik muhalefetinin odaklarını oluşturan üniversite kantinleri kapandı.
İnsanların yüz yüze gelmesi önlenince bunalım kişiselleşir; muhalefet filizlenemez. Yan yana çalışmayan işçiler sendikalaşamaz. Kol kola yürüyemeyen insanlar nümayiş yapamaz. Meydanlarda toplanamayan insanlardan devrim beklenemez.
Yavuz Alogan bloğunda “Büyük Yalnızlık” başlığı altında bugünün Türkiyesi için şu teşhisi yapmış:
“Bir öldürücü molekül karşısında, Devlet’e hükmeden siyasî iktidarın gücünü yoğunlaştırarak bütün topluma komuta edebildiğini, onu itaatkâr küçük atomlara ayırarak, her bir atomu büyük bir yalnızlığa sürükleyerek yönetebildiğini ve fırsattan istifade ederek ideolojik hegemonyasını güçlendirebildiğini görmüş olduk.
Bugün virüs, yarın başka bir şey. Buna alışmamak lazım. “
Yanlış mı?
[rn]29 Mayıs 2020 – Sol