ERKAN AYDOĞANOĞLU: İŞSİZLİK KRİZİ (20. 12. 2018)

205

Türkiye’nin OECD ülkeleri arasında uzun süredir en düşük istihdam oranına sahip ülke olduğu biliniyor. OECD ülkelerinde istihdam oranı (İstihdam edilen nüfusun 15-65 yaş arasında olan çalışabilir çağ nüfusuna oranı) ortalama yüzde 66 iken, bu oran Türkiye’de yüzde 48 ile en düşük seviyede. Yani Türkiye’de çalışabilir durumdaki her yüz kişiden sadece 48’si çalışıyorken geriye kalan yüzde 62’lik kesim istihdamda görünmüyor.
Hafta başında Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından eylül 2018 dönemine ait resmi işsizlik rakamları açıklandı. TÜİK’e göre bu yılın ağustos-eylül-ekim aylarını kapsayan dönemde işsizlik oranı yüzde 11. 4’e çıkarak, mart 2017’den bu yana en yüksek seviyede gerçekleşti. Türkiye genelinde işsiz sayısı geçen yılın aynı dönemine göre 330 bin kişi arttı ve kayıtlı resmi işsiz sayısı 3 milyon 749 bin oldu. TÜİK’e göre yaptığı işten ötürü herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmadan çalışanların oranı yüzde 33. 8. özellikle gençler, kadınlar ve göçmen işçiler arasında yaygın olan ‘kayıt dışı’ çalışma durumunun devam ettiği anlaşılıyor.
DİSK’in TÜİK verilerine dayanarak hesapladığı geniş tanımlı işsiz sayısı 6. 4 milyona (yüzde 18. 2) ulaşırken, geçen yılın aynı dönemine göre geniş tanımlı işsiz sayısında 466 bin artış yaşanmış. Ekonomide yaşanan krizin de etkisiyle bütün işsizlik türlerinde belirgin artışlar söz konusu. Kadın işsizliği yüzde 15, genç işsizliği yüzde 21. 6’ya ulaşırken, genç kadın işsizliği yüzde 27. 2 olarak gerçekleşmiş. Ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin oranı ise yüzde 27. 4.
İşsizlik gibi, son derece somut, ekonomik ve sosyal yönleri kadar, psikolojik etkileri dolayısıyla toplumun geniş kesimlerini yakından ilgilendiren bir konuda TÜİK tarafından açıklanan resmi rakamlar, toplumun önemli bir bölümü tarafından, tıpkı enflasyon rakamlarında olduğu gibi, doğru ve gerçekçi bulunmuyor.
TÜİK’in işsizlik tanımı ve hesaplama yönteminin ILO ve AB standartlarına uygun olduğunu belirtelim. Yani işsizlik rakamları sadece bizde değil, dünyanın diğer ülkelerinde de benzer yöntem ve tanımlarla hesaplanıyor. Avrupa’da ve ABD’de işsizlik rakamlarının bize göre, düşük olmasının benzer nedenleri var. En belirleyici neden ise, esnek çalışma biçimlerinin bu ülkelerde çok yaygın olması. Başta kısmi süreli çalışma olmak üzere, farklı adlar altında uygulanan esnek çalışma biçimleri, işsizlik oranlarının (işsizlerin değil) gerçekte olduğundan çok daha düşük gösterilmesini sağlıyor.
Türkiye ekonomisi, ekonomik kriz sürecinin henüz başında olunmasına rağmen, ekonomideki küçülme ile birlikte, dar ve geniş tanımlı işsizlik verilerinde olağan dışı artışlar yaşanacağını, özellikle 2019’un ilk yarısında ülke tarihinin en ciddi işsizlik kriziyle karşı karşıya kalma ihtimalinin çok yüksek olduğunu gösteriyor.
İşsizlik verilerinin uzun süredir artma eğiliminde olması ve bu eğilimin sürmesinin asgari ücret pazarlıklarını etkilememesi mümkün değil. Aylardır ekonomide yaşananlara ‘kriz’ dememek için taklalar atan iktidar ve patronlar, işsizlikteki artışı asgari ücret zammı üzerinde ciddi bir baskı ve tehdit unsuru olarak kullanacaktır. Asgari ücretin belirlenmesi sürecinde ‘ya asgari ücrete düşük zam ya da işsizlik’ tehdidinin masaya getirilmesi ve bu durumun ‘fedakarlık’ üzerinden pazarlık konusu yapılması şaşırtıcı olmaz.
Ekonomi yönetimi, tıpkı ‘enflasyonla topyekün mücadele’ konusunda yaptığı gibi, işsizlikle mücadele konusunda da yeni bir ‘istihdam paketi’ açıklayıp, yerel seçimlere kadar geçici adımlar atabilir. Ancak hangi adımları atarlarsa atsınlar, yaşanan işsizlik krizini kısa vadede telafi edecek, hatta hafifletecek sonuçları bile elde etmeleri mümkün değil. Dolayısıyla yaşanan işsizlik krizinin önümüzdeki süreçte sadece ekonomik sonuçlarıyla değil, siyasal sonuçları itibariyle de yeni tartışmaları ve gerilimleri gündeme getirmesi kaçınılmaz görünüyor.
20 ARALIK 2018 – EVRENSEL