ÜMİT AKÇAY: BEŞ SORUDA 2018-2019 EKONOMİK KRİZİ (13. 12. 2018)

222

2019 sonrasında merkez kapitalist ülkelerde yoğunlaşan ekonomik durgunluk beklentilerine karşı yeni bir parasal gevşeme evresi yaşanırsa, Türkiye gibi ülkelerdeki bağımlı finansallaşma modeli, ufak sarsıntılarla yoluna devam edebilir. Ta ki bir sonraki krize kadar.
5 Haziran 2018’de, henüz ağustos ayındaki döviz krizi yaşanmadan önce, Gazete Duvar’daki ’10 Soruda 2018 Ekonomik Krizi’ başlıklı
[
tarafından şekillendiriliyor. Bunun temel nedeni, nominal faizlerin düşüş eğiliminde olmasına rağmen TL’nin değerli kalabildiği 2002-2013 arası küresel konjonktürün sona eriyor olması. 2013 sonrasında Türkiye ekonomisi üç kere stagflasyonist bir krizin eşiğine geldi. İlk ikisinde farklı nedenlerle bu darboğazlar aşılabildi, ancak bu sefer önceliklerden farklı.
DöVİZ KRİZİ BİTTİ Mİ?
Döviz krizi, 2018-2019 krizinin ilk aşaması idi. Mayıs ve ağustos aylarında iki şok halinde gelişti ve ağustos sonu itibariyle ilk sekiz ayda TL yüzde 50’ye yakın değer kaybetmişti. Eylül ayında Yeni Ekonomik Program’ın ilan edilmesi, şok faiz artışı ve sonrasında ABD ile olan gerilimin azaltılması sayesinde TL nispi olarak değer kazansa da döviz krizinin etkileri halen sürüyor.
Döviz krizinin ilk etkisi, enflasyonun patlaması oldu. özellikle üretici fiyatları ile tüketici fiyatları arasındaki farkın halen çok yüksek olması, döviz krizinin etkilerinin önümüzdeki aylarda da süreceğini gösteriyor.
KREDİ çöKüŞü NE KADAR ETKİLİ?
Döviz krizinin ikinci etkisi, faizler üzerinde gerçekleşti. özellikle döviz borcu yüksek olan firmaların bankacılık sisteminin üzerine yıkılmalarını önlemek için yapılan şok faiz artışı, bu sefer kredi çöküşünü hızlandıran bir etki yaptı. Zaten alım gücü daralan hanehalkı ve üretim iştahı azalan firmaların kredi kullanma talebi azalmıştı.
Şok faiz artışı, TL ile verilen kredilerin tam olarak çökmesine neden oldu. Kredi çöküşünün en önemli sonucu, ekonomik daralmanın hızlanmasıdır. Kredi kanalı yeniden çalışmaya başlamadan, yeni bir büyüme çevriminin yaşanması mümkün değil.
KRİZ, BİRİKİM MODELİNİN DEĞİŞMESİ İLE SONUçLANABİLİR Mİ?
Krizin bundan sonraki aşaması, firma iflaslarının ve işsizliğin yaygın bir şekilde artması olacaktır. Konkordato ilan ederek borçlarını erteleyen firmaların önemli bir kısmının iflası, önümüzdeki dönemde gerçekleşebilir. Ekonomi yönetimi sektörel olarak, özellikle inşaat, otomotiv ya da mobilya ve beyaz eşya gibi, faiz oranlarına duyarlı sektörlerde yoğunlaşan sorunları farklı mekanizmalar kullanarak ertelemeye çalışsa da talep daralmasının sertliği, firma iflaslarının önüne geçilmesini engelliyor.
Konunun bir başka boyutu da bankacılık sektörü ile ilgili. Sanayi sektörü ile bankacılık arasında borç yapılandırmaları ile başlayan gerilimin nasıl çözümleneceği henüz netleşmiş değil. Bu da kredi kanalının yeniden işleyebilmesinin önündeki önemli engellerden biri.
Tüm bu sorunların yoğunlaşması, bizzat bu sorunları üreten sermaye birikim modelinde bir değişime neden olur mu sorusunu beraberinde getiriyor. Mevcut modelin sürmesini sağlayan dış konjonktür yeniden oluşursa, modeli değiştirmek için gerekli olan zorlayıcı unsur ortadan kalkabilir. örneğin, 2019 sonrasında merkez kapitalist ülkelerde yoğunlaşan ekonomik durgunluk beklentilerine karşı yeni bir parasal gevşeme evresi yaşanırsa, Türkiye gibi ülkelerdeki bağımlı finansallaşma modeli, ufak sarsıntılarla yoluna devam edebilir. Ta ki bir sonraki krize kadar.
Dış konjonktürde mevcut durumun sürmesi durumunda ise, birikim modelinde köklü bir değişimden çok, şimdiye kadar olduğu gibi, sonuçları tamir etmeye dayanan bir stratejinin uygulanması muhtemel.
Sonuç olarak, ‘işlerin yoluna girmesi’, kriz yaratan ekonomik modele geri dönüş anlamına geldiği sürece, Türkiye ekonomisinin ve siyasetinin istikrara kavuşması kısa dönemde mümkün görünmüyor.
13 ARALIK 2018 – GAZETE DUVAR