Bir ekonomik krizin gündeme geldiği aylardan beri içte-dışta tartışılmaktadır. Ben de kervana katılmış;
nedenlerine değinmiştim.
10 Ağustos tarihi yazımdan aktarayım: “Neoliberal dönemde ekonomilerini finans kapitale sınırsızca açan
ülkelerde ‘dış kaynak girişlerinde ani duruş veya tersine dönüş’, bir kriz türünün nedeni olarak görülüyor. “
Bu kriz türünün çevre ekonomilerinde 1980 sonrasındaki örneklerine değinmiş ve eklemiştim: “Türkiye, ‘serbest sermaye hareketleri’ dalgasına 1989’da katıldı. 1994, 1998/99, 2001 ve 2008/9’da bu tür dört krizden geçti. “
Daha sonra son verileri inceleyerek şu sonuca varmıştım: “Bu tür krizleri tetikleyen ana etken, yani dış kaynak girişlerinde bir önceki yıla göre
ani duruş ve kısmen tersine dönüş, Türkiye’de Mart-Haziran 2018’de gözlenmiştir. “
Krizin tetiklenmesi; gelişimi…
Bugünlerdeki kriz algılaması döviz (dolar) fiyatlarının hızla tırmanmasından kaynaklanıyor.
Pahalılaşan dolar, genel-geçer bir kriz etkeni değildir. Büyük dış açıklar veren; kendi parası (TL) ile dışarıdan
borçlanamayan; üstelik fazlasıyla “dolarlaşmış” bir ülkede, döviz krizi hızla reel ekonomiye taşınır: Dolar borçlusu olan devlet, şirketler, bankalar ödeme güçlükleriyle karşılaşırlar. Zincirleme etkiler tüketime, yatırıma, üretime, istihdama, millî gelire yansır.
Sert
küçülme
dönemleri, bazen
bankacılık ve borç krizleri
ile iç içe girebilir ve ekonomik bunalım bir finansal krizle birleşmiş olur.
Kriz sürecinin nasıl seyrettiğini üç doğrultuda izlemeye çalışalım:
Krizi tetikleyen etkenler devam ediyor mu? Ekonomide küçülme başladı mı? Borç krizi olası görünüyor mu?
Dış kaynaklarda “ani durma” sürüyor mu?
Mart-Haziran 2018’de
yabancı sermaye hareketleri
12 ay öncesine göre yüzde
85 oranında geriledi; üstelik, Mart ve Haziran’da “net çıkış” gösterdi. Bu olgunun Türkiye’de kriz ortamını tetikleyen ana etken olduğuna yukarıda değindim.
“Kan kaybı”nın dolaylı yansımaları da var:
TCMB brüt rezervleri,
Haziran sonu ile Ağustos’un son haftası arasında 2. 6 milyar dolar düşmüş; Mart-Haziran dönemindeki 11,9 milyar dolarlık
erimeye eklenmiştir.
İkici yansıma,
doğrudan döviz fiyatlarında gözleniyor:
30 Haziran 31 Ağustos arasında TCMB’nin efektif dolar satış fiyatı yüzde 43 oranında sıçramıştır. Ancak uyaralım ki, “finansal kargaşa” döneminde döviz piyasaları çok “sığlaşmıştır” ve küçük boyutlu işlemler aşırı fiyat dalgalanmalarına yol açmaktadır.
“Durgunlaşma” mı? “Küçülme” mi?
Dış kaynaklardaki “sert durma”, istihdam, üretim, millî gelir verilerine nasıl yansıyacak? Durgunlaşma mı, küçülme mi gündemde?
1994 ve sonrasında Türkiye ekonomisinin yaşadığı dört krizde dış kaynak hareketlerinde düşme / net çıkış 12-13 ay sürmüştür. Bu “dışsal şok”un milli gelire etkisi, bazen derhal gözlenmiş; bazen üç-beş ay sonrasına sarkmıştır.
“Sert durma”nın göreli büyüklüğü nasıl ölçülebilir? Gerilemenin sürdüğü dönemlere ait sermaye hareketini bir önceki (“canlı”) dönemden çıkarınız. Ortaya çıkan “eksi değer”,
negatif dışsal şok
olarak yorumlanabilir.
Sözünü ettiğim dört krizde bu dışsal şok dolarlı millî gelirin yüzde 6,4’ü ile 10,8’i
arasında değişmiştir.
Bu yılın
Mart-Haziran aylarında sermaye hareketlerinde gerilemenin yol açtığı negatif dışsal şok, 2017 millî gelirinin
yüzde 2,2’si ile sınırlı kalıyor.
Dolayısıyla hem süre, hem de hacim olarak 2018’deki “sert durma”, Türkiye’nin önceki krizlerinde gözlenen boyuta ulaşmamıştır.
Peki sonraki aylar? TÜİK’in Mayıs-Haziran istihdam ve sanayi üretim istatistikleri, ekonomide küçülmeye değil, yavaşlamaya işaret ediyor.
Dış kaynaklarda gözlenen olumsuz hareketleri telafi eden etkenler nelerdir? Cumhurbaşkanı yerel seçimlere kadar bütçe musluklarını gevşetmekte ısrarcı görünüyor. Kamu maliyesinden gelen genişleyici etkenler, olumsuz dış kaynak hareketlerinin daraltıcı sonuçları ile karşı karşıyadır.
2018’in ilk yarısında bu zıt etkenler (anlaşılan) durgunlaşma ile sonuçlanmaktadır. Haziran sonrasında ise küçülme gündemdedir. Bazı göstergelere değinelim:
Cumhurbaşkanı’na rağmen kredi faizleri tırmanmaktadır. Ağustos 2017 /Ağustos 2018’e ait ihtiyaç, taşıt ve ticarî kredi faiz oranlarının ortalamasını karşılaştırınız:
%16,8→
%25,6. özel destekli konut kredilerindeki artış temposu daha da hızlıdır:
%12,5 →%20,0… Kredi maliyetlerinde tırmanma ekonomiyi aşağı çekmektedir.
İç talepte daralmanın kestirme bir göstergesi, ithalat istatistiklerinde yer alır. Haziran 2018’den itibaren her ay ithalat, hızlanan bir tempoyla daralmaktadır; bir önceki yıla göre Ağustos ithalatı %19,3 düşmüştür.
TL’nin reel devalüasyonunun tetiklediği bir
ithal ikamesi mi?
Boşuna umutlanmayınız. Pahalı dövizin sanayinin rekabet gücünü ilerletmesi, günü gününe gerçekleşemez; üretim yapısının yeni baştan dönüşmesi programlanmalıdır;
zaman alır.
Sanayi sektöründe eğilimler hangi doğrultudadır? TÜİK’in yeni baştan oluşturduğu üretim endekslerini bırakalım; farklı bir anketin sonuçlarına bakalım: Uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan
Markit’in sanayi sektöründeki büyüme / küçülme eğilimlerini
yakından izleyen PMI endeksi…
Sektör-içi anketlerle derlenen sipariş, üretim, istihdam, stoklar gibi bilgilerden türetilen endeksin değeri 50’nin altına inerse, küçülme söz konusudur.
Türkiye’de PMI sanayi endeksi İstanbul Sanayi Odası
tarafından hesaplanmaktadır.
Mayıs-Ağustos aylarında PMI kesintisiz 50’nin altında seyretmiştir; beş aylık ortalama 48,1’dir. Ağustos endeksi 46,4’e düşmüş; sanayide daralma eğiliminin hızlandığı belirlenmiştir.
Bu göstergelere bakarsak
Türkiye ekonomisi, 2018’in ikinci yarısında durgunluktan küçülmeye geçmektedir.
Dış borç krizi gündemde mi?
Türkiye’nin döviz varlıkları, önümüzdeki aylarda dış dünyaya karşı borçlarını, diğer yükümlülüklerini karşılayamazsa bir
dış borç krizi
söz konusu olur.
Bankalardaki borç yapılandırma müzakerelerinin dış dünyaya taşan izlerini sürerek fazla mesafe alamayız. IMF’nin Nisan 2017’de yayımlanan Türkiye Raporu’ndan hareket etmeyi yeğliyorum. (Mayıs’ta bu raporu “2019’da Ekonomiye IMF Programı” başlıklı bir yazıda gözden geçirmiştim. )
Bu raporun sonunda “Türkiye Dış Borcunun Sürdürülebilirliği” başlıklı bir Ek yer alıyor. (Ek V, ss. 55-57). Burada, 2017 verilerinden hareket edilmekte; sonraki yıllara ait kestirimlerin devamı halinde dış borçların 2019’da yüzde 54,6’ya çıkacağı; daha sonra yüzde 52 civarında istikrar bulacağı
öngörülüyor. Bu “normal” senaryo altında dış borçlar sürdürülebilecektir.
Ne var ki, bu ılımlı öngörüye, IMF, bir “felaket senaryosu” olasılığı da ekliyor: “TL yüzde 30’luk bir değer yitirme ile karşılaşırsa,
GSYH’ya oranla toplam dış borç stoku yüzde 83’e ve özel sektör dış borcu yüzde 60’a çıkacaktır. “
Bu olasılıklar altında dış borçlar, sürdürülebilir eşiği aşmış olacaktır. Millî gelire oranı
yüzde 60 sınırını aşan dış borçlar riskli görülür.
IMF, şu olasılığı gündeme getiriyor:
Döviz fiyatları (dolar) ulusal fiyatlardan (enflasyondan) çok daha hızlı artarsa
dolarlı milli gelir aşağı çekilir; dış borçların milli gelire oranı da, sürdürülemez eşiğe çıkabilir.
Burada enflasyonu içeren TL’li milli gelirin 2018’deki büyüme hızını bilmemiz gerekiyor. 2018’in ilk sekiz ayında döviz fiyatları enflasyonun üzerinde seyretti: TüFE endeksi yüzde 12,3; dolar yüzde 73,3 arttı.
Bu tempo yıl sonuna kadar sürerse, IMF’nin felaket senaryosunda yer alan TL’nin %30’luk değer yitirme eşiği aşılacak; dolarlı milli gelir önemli ölçüde düşecektir.
(Reel büyüme, yüzde 12’lik enflasyona olsa olsa beş puan ekleyebilir. )
2017 örneğini vereyim: Doların ortalama
fiyatı %21 artmış ve cari fiyatlı (enflasyonu içeren) GSYH
sadece %19 büyümüş;
dolarlı
milli gelir de 2016’ya göre yüzde 1,6 oranında düşmüştür.
2018 için bu konuda bir kestirim yapamam. Ama, böyle bir hesabı, dev yatırım bankası Morgan Stanley (“çaktırmadan”) yapmış: Türkiye’nin 2018’de cari açığının 51 milyar dolara ve milli gelirin yüzde 6,7’sine ulaşacağını öngörmüş. Bu sayılardan 2018’in dolarlı milli gelir toplamı 761 milyar dolar
olarak türetilmektedir.
467 milyar dolarlık dış borç stoku da milli gelirin yüzde 61’ini aşar ve bir dış borç krizi gündeme gelir.
Fazla
dert etmeyin; ülkeyi yöneten yüksek makama kulak verin:
Bu da geçer yahu…
7 EYLüL 2018 – SOL