Türkiye ekonomisi, geçtiğimiz yıllar içinde kamusal üretime dayalı ekonomi uygulamalarını adım adım terk ederken, büyük ölçüde yabancı sermayeye ve sıcak paraya bağımlı, üretimden çok tüketime ve borçlanmaya endeksli ekonomik yapısı ile dünyanın ‘en riskli’ ekonomileri arasındaki yükselişini sürdürüyor.
Yeni yönetim sistemiyle birlikte, ülke yönetiminde tam yetkili ve neredeyse tek söz sahibi haline gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan bir süredir ısrarla, geçmiş 16 yıllık iktidarının sorumluluklarını inkâr edercesine, ekonomide yaşanan ‘kur krizi’nin siyasi olduğunu iddia ediyor. Erdoğan, döviz kuru ve enflasyonda yaşanan olumsuz gelişmelerin artarak devam ettiği bir dönemde; ‘Bu süreçte çok büyük badire atlattık, iki aya kalmaz toparlarız’ diyerek, ekonomide yaşanan ve önümüzdeki süreçte yaşanması beklenen olumsuz gelişmelere ne kadar uzak ve yabancı olduğunu bir kez daha gösterdi.
Cumhurbaşkanı ekonomiden ne kadar anladığını gösterircesine ‘iki aya kalmaz toparlarız’ derken, Türkiye’deki tüm ticari kuruluşların üye olduğu, her dönem AKP iktidarının yanında olan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Ticaret ve Sanayi Odaları Konseyi Başkanı, Erdoğan’ın konuşmasından bir gün sonra, ‘Ekonomibir örümcek ağı gibi ve her şirket birbirine bağlı’ diyerek, ‘Türkiye’deki şirketlerin borcunun 81 milyonun borcu haline geldiğini özellikle inşaat ve enerji sektöründe yaşanan ekonomik sorunların tüm sektörleri ve dolayısıyla Türkiye ekonomisini olumsuz etkileyeceğini’ açıkladı. Bu söylem bir taraftan Erdoğan’ı açıkça tekzip ederken, diğer taraftan özel sektörün borçlarıyla kabaran faturanın devlet, dolayısıyla halk tarafından ödemesine yönelik açık bir çağrı niteliği taşıyor.
Dünyanın en kırılgan ekonomileri içinde Arjantin ile birlikte uzun süredir ‘zirve mücadelesi’ yürüten Türkiye’nin temel ekonomik göstergelerinin her geçen gün daha da kötüleşmesi, ekonomide ülkenin geleceğini ipotek altına alan karar ve uygulamaların sayısını da arttırıyor. Ekonomide yaşanan ciddi sorunlar karşısında hükümetin çözümü müteahhitler başta olmak üzere, öncelikle patronları ve bankaları koruyucu önlemler almak. Krizin faturasını ödemeye gelince, temel tüketim ürünlerine peş peşe yüksek oranlı zamlar yapıyor, halka çeşitli kalemlerde ‘vergi salıyor’, sırtındaki yük giderek ağırlaşan emekçilerin yaşadığı borç ve geçim krizini daha da derinleştiren adımlar atıyorlar.
Emekçilerin gün geçtikçe zorlaşan yaşam mücadelesinin yıl sonunda yüzde 20’yi aşmasına kesin gözüyle bakılan yıllık enflasyon ve ekonomik daralmayla birlikte yaşanacak kitlesel işsizlik tehdidi arasında sıkışıp kalması yetmiyormuş gibi, bir de krizin bütün faturası emekçilere ödetilmek isteniyor. Faturanın emekçilerin sırtına yıkılması noktasında, toplumun örgütlü güçleri dahil, halkın geniş bir kesiminin ekonomide göz göre göre yapılan yanlışlar karşısında yeterince sesini yükseltmemesi ve tepkisiz kalmasının da payı var.
İktidar ve yandaşları, her fırsatta ekonomide yaşanan en temel sorunların üzerini örterek, bütün sorumluluğu ‘dış güçlere’ atmaya çalışırken, halkın günlük yaşamı ile ilgili hemen her şey, neredeyse bütün ekonomik göstergeler sürekli olarak kötüye gidiyor.
Ekonomide yaşananlar, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, bugüne kadar ülkeyi çiftlikleri gibi yönetmeye alışmış olanlar açısından ne tür ekonomik ve siyasi sonuçlar ortaya çıkarır onu şimdilik bilemeyiz. Ancak ekonomik göstergelerin ciddi anlamda alarm vermeye başlamış olması, özellikle yükselen enflasyon, kur ve faiz kıskacının ülke ekonomisi üzerindeki ağır ve yıkıcı etkileri, önümüzdeki sürecin başta ücretli emekçiler olmak üzere, geniş halk kesimleri açısından hiç de kolay geçmeyeceğini gösteriyor.
6 EYLüL 2018 – EVRENSEL