AYŞE DÜZKAN: ADAM ASMACA (04. 07. 2018)

246

hukukun adaleti sağlamada yetersiz olduğu fikri, cezasız kalan suçların toplumda oluşturduğu infialin bir parçası. çaresi de tabii ki cezayı ağırlaştırmak değil, cezayı vermek ve uygulamak![kck]hr align=center size=0 100% /
“idam cezası, öfkeli ve üzgün vatandaşların ağzına kolayca çalınan bir parmak politik bal ama cinsel saldırıların hızla ve belli bir biçimde cezalandırılmasını garanti altına alacak adalet sistemleri ve tecavüze sebep olan vahşi patriarkalar üzerinde çalışma yürütmek çok daha zor. “
bu açıklamayı yapan yargıtay avukatı karuna nundy, hindistan’da, 2013 yılında tecavüz suçu için idam cezasının benimsenmesinden sonra bu suçla ilgili oranlarda bir düşüş olmadığına dikkat çekiyor. türkçe basına yansıyan haberlerden bile, bu ülkede tecavüzün ne kadar yaygın bir suç olduğunu biliyoruz.
hindistan, bugün dünya üzerinde idam cezasına başvuran 50 küsur ülkeden biri. geçtiğimiz yıl, toplam idamların yüzde 95’i, iran, çin, abd, suudi arabistan, pakistan ve ırak’ta gerçekleşmiş.
başta uluslararası af örgütü olmak üzere idam cezasına karşı çıkan kuruluş ve gruplar birkaç noktaya vurgu yapıyor. bunların başında idam cezasının geri dönülemez, düzeltilemez bir ceza olması geliyor. yani yargılama sırasında hatalar yapılmışsa, sonradan ortaya çıkan delil ve tanıklar zanlının masum olduğunu ortaya çıkartsa bile iş işten geçmiş oluyor. ifadelerin baskı ve eziyet altında alınması ve zanlıdan “kurtulma” ihtiyacının olduğu durumlarda bu imkâna başvurulması ihtimalleri olmasa bile, bu başlıbaşına hukuksuzluk demek.
hukukun adaleti sağlamada yetersiz olduğu fikri, cezasız kalan suçların toplumda oluşturduğu infialin bir parçası. çaresi de tabii ki cezayı ağırlaştırmak değil, cezayı vermek ve uygulamak! türkiye’de taviz ve tecavüz üzerine çalışan hukukçular ve kurumlar cezaların yeterli olduğunu ancak mahkemelerin bunları uygulamakta isteksiz davrandığını yani bir bahane bulup suçluları salıverdiğini söylüyor. şunu da unutmamalı tabii; cinsel bir yakınlaşma için gerekli şartı tarafların rızası değil nikâh olarak gören zihniyet muhakkak ki bu şiddet eylemlerinin önünü açıyor çünkü rızanın önemini unutturuyor.
yetişkin insanın arzusunun cinsel erginliğe erişmemiş kişilere yönelmesi bir hastalık ve tedavi gerektiriyor. diğer yandan şu çok açık, kime yönelirse yönelsin tecavüz ve taciz birer cinsel edim değil, şiddet eylemleri! son iki hafta içinde ölü bulunan iki çocuktan birinin katilinin daha önce iki köpeği katletmiş olması bunun en yakın ve çarpıcı örneklerinden biri. hayvan boğazlamak, çocuklara tecavüz edip öldürmek insanlık suçu ama bunların çaresini düşünürken tek çözümün hukuk olmadığını, toplumsal bir dönüşümün gerekli
olduğunu görmezden gelmemeli. bu suçları işleyenlerin önemli bir kısmının çocukluklarında benzer muamelelere maruz kalmış olması gerçeği bir yana, bunları yapmaktan haz, tatmin, artık her neyse elde edilen bir hayat mutlu bir hayat olamaz. bir suçun –şiddet- bir kere daha –şiddet uygulamış olana- karşı işlenmesini savunmak o suçla mücadele etmekte kararlı olunduğu anlamına gelmez. olsa olsa bunu savunanın benzer fiillere meyyal olduğunu gösterir.
ayrıca, kendinize, kardeşinize, çocuğunuza tecavüz eden birini öldürmek isteyebilirsiniz. ama öfke, hayal kırıklığı benzeri duyguların ortaya çıkarttığı bu arzuyla, bunu hukukun sizin adınıza yapmasını istemek arasında çok büyük bir fark var. diğer yandan, çok ağır cezaların, özellikle zanlının yakınlarında, hatta hukuk insanlarında “merhamet” uyandırdığı ve bu duygunun yargılamaları da etkileyeceği muhakkak.
bazı acar sağcı yazarlar, pazar günü istanbul’da gerçekleşen onur yürüyüşü’nü de fırsat bilerek konuyu hemen eşcinselliğe bağlamış ama bu suçların failleri toplumun ve hukukun, kadınları ve çocukları teslim ettiği aile babaları arasından çıkıyor hep. aynı şekilde, bu suçların cinsel yoksunluktan kaynaklandığı da doğru değil, öyle olsa kadınlar tarafından da işlenirlerdi. faillerin yaşları, sınıfları, sosyal konumları, inanç ve fikirleri değişebiliyor ama tek bir ortak özellikleri var; erkek olmak! bunun da biyolojiyle, hormonlarla falan değil, toplumsal düzenimizle ilgisi var.
idam, hukuk adına cinayet işlemek demek, bu açık. ama şunu da hatırlamakta yarar var. ölüm bir ceza değil, hepimiz bir gün öleceğiz. bu insanlar yakınları tarafından ayıplandıkları, kınandıkları zaman yaptıklarının yanlış olduğunu fark edebilir. oysa yakınları ne kelime, birçok durumda mahkemelerinin de bu erkeklere karşı ne kadar hoşgörülü olduğunu biliyoruz.
ölüm cezası, bu türden, bütün toplumun tepki gösterdiği, tepki göstermek zorunda kaldığı suçlar bahane edilerek gündemleştiriliyor. bir kez yasallaşsın, siyasi suçlulara karşı kullanılacağına kimsenin şüphesi yoktur sanırım.
son olarak, toplumsal meseleleri “iyiler” ve “kötüler” arasındaki bir mücadele olarak basitleştirenlerin de, şimdilerde yaygınlaşan, “bu pisliklerden kurtulmalıyız” kafasına katkısı var. bu insanları “sapık” olarak şeytanlaştırmak ve toplumun bir biçimde kurtulması gereken bireyler olarak görmek, bunu bir “temizlik” saymak çare değil. iyiliğin dinden, ahlaktan, vicdandan çok mutlulukla ilgisi var. kötülüğün de egemenlikle. kayıp çocuklar, gözleri oyulan köpekler, öldürülen kediler mutsuz, umutsuz, çaresiz ve egemen erkeklerin işi. yeni bir ülke bunların hepsini, mutsuzluğu, umutsuzluğu, çaresizliği, erkekliği ve en başta egemenliği değiştirmeden kurulabilir mi?

4 TEMMUZ 2018 – ARTI GERçEK