ERGİN YILDIZOĞLU: ‘EVET’ ÇIKSA DA ‘HAYIR’! (23. 03. 2017)

218

Referandumdan
“Evet”
çıksa da
“Hayır”
demeye devam etmek gerekiyor. Bu, ilk anda halkın iradesine saygısız, antidemokratik gibi görünen öneri, doğrudan
adalet
kavramıyla ilgilidir ve en azından üç nedene dayanıyor.

Meşruiyet sorunu
Birincisi: Referandumdan
“Evet”
çıkmasını isteyen Siyasal İslamın liderliği, partisi-hareketi,
demokrasiyi ortadan kaldırmayı, idam cezasını geri getirmeyi
vaat ediyor.

İkincisi: Referanduma,
“Evet”
isteyen bir iktidarın OHAL yönetimi altında gidiyoruz. Siyasal İslamın elindeki devlet aygıtları, yerel yönetimler
“Hayır”
diyenlere fiziki ve simgesel şiddet uyguluyor.
“Hayır”
kampanyasına saldıran siviller korunuyor, böylece
“Hayır”
diyenler korkutulmaya, yıldırılmaya çalışılarak, kampanya yapmaları, hatta düşüncelerini açıklamaları engelleniyor. Buna karşılık, devletin tüm maddi ve mali olanakları, uçaklar, otobüsler, meydanlar, salonlar
“Evet”
kampanyasının hizmetinde. Yerel yönetimler,
“Evet”
karşılığı seçmene, çeşitli
“he”diye”ler dağıtıyorlar.
üçüncüsü: Referandumun güvenliğini sağlayacak, sonuçları denetleyecek kurumlar tarafsızlıklarını çoktan kaybettiler, Siyasal İslamın denetimi ya da etkisi altındalar. Bu koşullarda gidilmekte olan referandumda olası yolsuzlukları, bunlara ilişkin itirazları soruşturacak tarafsız bir kurum yoktur. Bu koşullarda, güçler dengesi ve süreçteki
ağır adaletsizlikler
göz önüne alındığında, bu referandumdan çıkacak tek
güvenilir, meşru, kabul edilebilir sonuç
“Hayır”
olacaktır.

Demokrasinin sonu
Bu topraklarda kapitalist demokrasi, Batı’daki örneklerine göre her zaman çok
sınırlı
oldu. Ancak AKP rejimine gelene kadar, siyasetin egemen söylemi hep bu
sınırların
tartışılması, genişletilmesi, devletin, toplumun demokratikleştirilmesi, hatta insan hakları bağlamında şekillenmişti. Ülkedeki, emperyalizme bağımlı sermaye birikim modellerinin krizlerini aşma çabaları,
demokratik hakların sınırlarına çarptığında, bu sınırları kapitalizmin andaki gereksinimlerine göre yeniden düzenlemek için gündeme
gelen askeri darbeler
bile
“demokrasi”
söylemini korumuş,
demokrasiyi restore etme
amacını daha baştan belirtmek gereksinimi duymuşlardır.

Askeri darbeler hep bu,
sermayenin gereksinimleri – demokrasinin sınırları
ilişkisini yöneten modele ait rejimlerdi. Askeri darbeleri, laikliği korumak için konmuş, kaynağı, toplumsal desteği belirsiz bir
“vesayet”
fantezisiyle açıklamaya kalmak, tarihi geriye doğru,
darbelerin arkasındaki gerçek gücü
(sermaye ilişkisini) gizleyerek yazmaya yönelik sığ bir çabadır. Anımsarsanız, Siyasal İslam da AKP önderliğinde iktidara yükselirken devleti eline geçirene kadar projesini, demokratikleştirme,
“vesayeti kaldırma”
söylemi altında ilerletmiştir. Sermayenin, AKP’ye destek verdiği noktada
“askeri vesayet”
diye bir şeyin aslında olmadığı da ortaya çıkmıştır.

Bu referanduma giderken iktidar partisinin liderliğinin, destekçisi kanaat önderlerinin
“demokrasi söylemini”,
karanlık bir imparatorluk nostaljisi
uğruna tamamen terk etmiş olduğunu görüyoruz.

Pazartesi günü
Orhan Bursalı
anlattı, ben tekrarlamayacağım:
Güçler ayrılığı yoksa anayasa da fiilen yoktur. öyleyse artık sınırlı bile olsa demokratik bir rejimden söz edilemez.
Referanduma sunulan
“anayasa” “Evet”
oyu alırsa, tüm yetkitek bir kişinin elinde toplanacaktır. öyleyse yeni anayasa aslında, onaylandığı anda,
dincitotaliter
bir rejimin kurulmasının
aracısı
olarak fiilen yok olacaktır.

Bu yeni rejime,
en azından, anayasal bir bağlayıcılığı (hukuk devletini) ortadan kaldıracağı için
“Hayır”
demek, eğer
“Evet”
çıkarsa da bu süreçteki adaletsizliklerden dolayı
“Hayır”
demeye devam etmek gerekiyor. Evet, referandumda oy verecek
bireyler
vardır. Ama
hakikatler
de vardır. Adalet ise bunların başında gelir.
Adalet
arzusunu tatmin etmeyen her rejime direnmek insan olmanın gereğidir.
23. 03. 2017 – CUMHURİYET