NİLGÜN TUNÇCAN ONGAN: ‘TAPULU MAL’ DEĞİL ÇALIŞMA HAKKI (27. 02. 2017)

200

Kamu çalışanlarının iş güvencesi geçtiğimiz günlerde bir kez daha gündeme geldi.
Bir kez daha diyoruz; çünkü siyasal iktidarın büyük bir bağlılıkla sürdürdüğü neo-liberal program kapsamında, güvenceli çalışmanın “bütün kötülüklerin anası” olduğu yolundaki tezlere defalarca maruz kaldık. O kadar ki; çalışma hakkının bölünmez bir unsuru olan iş güvencesinin milli güvenliği zaafa uğratan başlıca sebeplerden biri olduğu bile iddia edildi. Oysa kamu görevlileri güvenlik soruşturmaları sonucunda işe başlatılıyordu. Kaldı ki, yargı denetimi, ilgili bakanların onayıyla, istihdamın her aşamasında mümkündü.
Buna karşılık 1 Kasım seçimleri arifesinden itibaren (yani darbe girişimi öncesinden başlayarak) kamuda iş güvencesinin ortadan kaldırılması “terörle mücadele bakımından bir zaruret” olarak savunulmaya başlandı.
OHAL süreciyle birlikte ise kamuda yeni bir istihdam rejimi tüm boyutlarıyla hayata geçirildi. Kamu görevlileri yargı kararı olmaksızın ihraç ediliyor, boşalan kadrolar da sözleşmeli statülerle dolduruluyor. Yani kadroların yanı sıra istihdam koşulları da değiştiriliyordu.
Akademisyen ihraçları yanında üniversite araştırma görevlilerinin göreli iş güvencesi, bir KHK kapsamında, kategorik olarak da ortadan kaldırıldı.

Başbakan, akademisyen ihraçları konusunda yaşanan haksızlıkları basından öğrendiklerini duyururken, rektörlerin kişisel hesaplarını ihraç listelerine yansıttığını ancak Hükümetin listelerdeki isimleri tek tek soruşturma imkanı bulunmadığını söylüyordu.
YöK Başkanı ise boşalan akademik kadroların “hızlandırılmış süreçlerle” doldurulduğunu belirterek yüreklere su serpti(!)
Anlaşılan o ki; ihraçlar konusunda işletilmeyen hukuksal gerekler, yeni kadroların oluşturulması bakımından da “hızlıca” geçilmişti.
Tüm bu uygulamaların OHAL hukukuyla bile ne derece örtüştüğü tartışıladursun, çalışma Bakanı’nın son açıklamaları kamudaki güvencesiz istihdam rejiminin referandum sonrasında kalıcı hale geleceğine işaret ediyordu.
Bakan Müezzinoğlu, “kamu personel reformu” adı altında yapılacak değişiklikleri anlatırken, kamuda güvencenin bir “tapulu mal” olmadığını söylüyordu.
çalışma hakkının ayrılmaz bir parçasına “tapu” ve “mal” yaklaşımı çerçevesinde karşı çıkan bu açıklama, ekonomik haklar konusundaki tek meşruiyeti ‘mülkiyet’ sayan bilinçaltını açığa vuruyor. Bu bağlamda iktidarın hak temelli sosyal politikayla arasındaki mesafenin nedenleri konusunda da oldukça aydınlatıcı.
Kamuda iş güvencesinin ortadan kaldırılmasının gerek sermaye gerekse siyasal iktidarlar açısından avantajları çok fazla.
Buna göre ekonomik sistemin işleyişini bütünüyle piyasa ve piyasanın ihtiyaçlarına uygun hale getirmek mümkün oluyor. Kamu emekçileri işsizlik tehdidiyle “terbiye” edilirken, sendikal örgütlenmenin özel sektör yanında kamudan da uzaklaşması sağlanabiliyor.
Kadrolaşmanın önündeki tüm hukuksal ve liyakat esaslı engellemeler ortadan kalkarken, fesih serbestliği olağanlaşıyor.
Buna karşılık siyasal iktidarın ortaya koyduğu başlıca ekonomik gerekçe ise ‘performans’. Kamu görevlilerinin çalışma koşulları performansa bağlanmadığı ölçüde toplumun nitelikli hizmet alma hakkının sekteye uğrayacağı savunularak, kamu emekçisinin iş güvencesinin toplumsal çıkarlara aykırı olduğu yolunda bir algı oluşturulmaya çalışılıyor.
Oysa performans kriteri, özellikle de sağlık alanında, halkın çıkarlarıyla örtüşmek bir yana sağlık hakkını tehdit ediyor. Performans düzeyinin muayene edilen hasta sayısına göre ölçülmesi dolayısıyla kendilerine uzun vakit ayrılması gereken ciddi hastalıkları olanlar hekim bulmakta zorlanıyorlar. Kamu emekçilerinin iş güvencesinin ortadan kaldırılması, özel sektörde güvencesiz çalışmadan kaynaklanan tüm sorunların bundan böyle kamuya da sirayet edeceği; yoksulluk, güvencesizlik ve ölümlerde eşitlik sağlanacağı anlamına geliyor.
Barış bildirisine imza attığı gerekçesiyle çukurova üniversitesi’ndeki sözleşmesi iptal edilen ve aynı gerekçeyle başka hiçbir üniversiteye kabul edilmediği için intihar eden Araştırma Görevlisi Mehmet Fatih Traş’ın anısına saygıyla…
27. 02. 2017 – EVRENSEL