ERKAN AYDOĞANOĞLU: REFERANDUMA GİDERKEN (23. 02. 2017)

215

Türkiye gibi ülkelerde seçim dönemleri, gerçeklerle yalanların sık sık yer değiştirdiği, neyin doğru neyin yanlış olduğunun bilinçli olarak birbirine karıştırıldığı dönemlerdir. AKP’nin bugüne kadar geniş toplum kesimlerini ikna etmek ve onları attığı her adımın doğru olduğuna inandırmak için en açık gerçekleri bile profesyonelce ters yüz ederek istediği sonucu alma konusunda ödüllük bir performans sergilediğini kabul etmek gerekir.

Herkesin gördüğü gerçekleri olduğundan farklı göstererek, hedef kitlesini aldatmak, kandırmak ya da en azından kafasını karıştırmak konusunda bilimsel çalışmalara konu olacak kadar profesyonelleşen AKP, bu yöntemle 7 Haziran seçimleri hariç, hemen her seçimde (Gülen Cemaati ile birlikte organize ettikleri 12 Eylül 2010 referandumu dahil) istedikleri sonuçları aldılar. Bugüne kadar ekonomiden siyasete hemen her konuda söyledikleri sayısız yalanlarla, gerçek dışı vaatlerle halkın tercihlerini nasıl değiştirebildiklerini, en açık gerçekleri bile kendi çıkarları için nasıl çarpıttıklarına defalarca şahit olduk.

Son 15 yıl içinde, hükümet yetkililerinden yandaş medyasına kadar hemen her kesim, bırakalım gerçekleri olduğu gibi yansıtmayı, en temel doğruları bile ters yüz eden tutum ve söylemleri ile yalan propagandanın en abartılı örneklerini sergilediler. Söyledikleri bütün yalanlar zaman içinde ortaya çıkmış olsa da geniş kitleler, sürekli tekrarlanınca gerçek sanılan yalanlarla yaşamaya alıştırıldığı için, gerçekleri söyleyenlerden çok yalancıların sözlerine inanma tutumu bugüne kadar işe yaradı.

Yıllardır ülkedeki bütün kurumların yönetim ve denetimini tek bir kişinin elinde toplamak isteyen, yasama, yürütme ve yargıyı adeta birleştirip, bütün yetkileri ‘cumhurbaşkanı görünümlü başkan’a vermeyi hedefleyen anayasa referandumu 16 Nisan’da yapılacak. Referandum sürecinde özellikle ekonomik ve siyasal alanda yaşanan olağanüstü gelişmeler, referanduma ağır ekonomik koşullar ve yoğun siyasal baskı koşullarında gidildiğini gösteriyor.

Türkiye’de Cumhurbaşkanı ve Hükümet temsilcilerinin her söylediğini, en küçük bir sorgulama süzgecinden bile geçirmeyerek, peşinen doğru kabul eden ve safını ona göre belirleyenlerin sayısının aradan geçen süreye rağmen hiç de az olmadığı biliniyor. Ülke tarihinin en kritik referandumuna giderken, ülke yönetiminde bütün yetkilerin tek bir kişinin elinde toplanmasının yaratacağı sorunlar referandum tartışmalarının odak noktasını oluşturuyor.

OHAL koşullarında tamamen eşitsiz ve adaletsiz koşullarda başlatılan referandum sürecinde iktidar ve medyası ‘İstikrarlı ekonomi’, ‘Güçlü Türkiye’, ‘Vesayetin sona ermesi’ vb. gibi önceki seçimlerde kullanılan eskimiş söylemleri daha da abartarak kullanıyorlar. İktidar temsilcilerinin neden ‘evet’ dediklerini açıklamaktan çok, ‘hayır’ oyu verecekleri hedef gösteren, suçlayan, hatta aşağılayan açıklamaları ‘içeride’ belirgin bir panik havasının olduğunun somut göstergeleri.

1 Kasım seçimleri öncesinde gündeme getirilen ve etkili olan ‘taşeron işçilere kadro’ vaadinin yeniden ısıtılarak ‘Referandumdan evet çıkarsa taşeron işçileri kadroya alacağız’ yalanı yeniden piyasaya sürülmüş durumda. Taşeron işçilerin, ‘evet’ çıkarsa kadroya alınacakları, ‘hayır’ çıkarsa taşeron sözleşmelerinin iptal edileceği üzerinden açık açık tehdit edildiği haberleri de geliyor.

Halkın maddi yaşam koşullarında bir süredir yaşanan bozulmaların daha da belirgin hele gelmiş olması, 15 Temmuz sonrasında ilan edilen OHAL ve KHK’ler üzerinden yaşanan hukuksuz ihraçların, hak ihlallerinin, iç ve dış politikada yaşanan olumsuz gelişmelerin referandum sonuçlarına doğrudan etki etmesi kaçınılmaz.

Bugüne kadar bizzat iktidar ve onun çeşitli uzantılarının korkutma, tehdit ve kutuplaştırmaya dayanan propaganda yöntemlerinin daha ilk günden geri tepmeye başlaması, aksi yöndeki söylemlerine rağmen iktidar saflarında ilk kez bu kadar büyük bir tedirginlik yaşandığını gösteriyor. 23. 02. 2017 – EVRENSEL