ERGİN YILDIZOĞLU: DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDA MIYIZ’ (08. 12. 2016)

199

Avusturya’da başkanlık seçimlerini neredeyse
“aşırı sağ”
partinin adayı kazanıyordu. İtalya’da seçmen Başbakan
Renzi‘nin reform paketine hayır diyerek, Avrupa Birliği’nin,
“liberal dünya düzeninin”
geleceği üzerindeki soru işaretlerine bir yenisini ekledi.
Küreselleşme, liberal demokrasiyi
peşinden sürükleyerek çökerken
popülist bir dalga yükseliyor.
Bunlar rastlantı değil
Küreselleşmeci heves başladığında, liberal entelijensiyaya defalarca anlatmaya çalıştık: Küreselleşme ilk kez yaşanmıyor; krizle yakından ilişkilidir, yine kendi ağırlığı altında çökmesi çok büyük bir olasılıktır.
Kapitalizmin iç çelişkilerinin yapısal
belirleyiciliğini, sınıfsal kültürel yansımalarınıunutmadığımız için bu kadar iddialı konuşabiliyorduk.

Bu olasılığın 1990’ların sonuna doğru ayırdına varan Amerikalı filozof
R. Rorty‘nin öngörüsü çarpıcıydı:
“Bu dünya
ekonomisi yakında işçileriyle hiçbirtoplumsal ortaklık duygusunu paylaşmayan
bir kozmopolit seçkin grubun
malı olacak”. . . “eninde sonunda. . . işçiler
hükümetlerin işlerini, ücretlerini korumadığının
ayırdına varacaklar, beyaz işçi sınıfı
vergilerinin başkalarının sosyal haklarının
maliyetini karşılamaya gitmesine itiraz
edecek”
işte
“o zaman bir şey kopacak,
taşralı seçmen sistemin başarısız olduğuna
karar verecek; sorunlarını çözecek,
kendini beğenmiş bürokratlara, hileci
avukatlara. . . postmodern profesörlere
haddini bildirecek bir güçlü adam arayacak. “(Achieving our country, 1998, Harvard, sf. 85-90,).
Bunlar Amerika’ya özgün bir durum değil! örneğin, eylül ayında
EuropeanEconomic Review’da yayımlanan
“Going to extremes: Politics afterfinancial crises, 1870 – 2014”
(Aşırıya gitmeler: Mali krizlerden sonra siyaset –
Manuel Funkea, http://www. sciencedirect.
com/science/article/pii/S0014292116300587Moritz Schularick,
Christoph Trebesch
sf. 227 – 260) başlıklı çalışmaya bakabiliriz. Yazarlar 140 yıllık bir dönemi, 20 gelişmiş ekonomiyi, 800 genel seçimi inceleyince, mali krizlerin ertesinde halkın aşırı sağ partilere yönelme eğilimini, bu partilerin oylarının bu dönemlerde ortalama yüzde 30 arttığını saptamışlar. Bu aşırı sağa kayma, bütün krizlerde değil, yalnızca mali krizlerin ertesinde görülüyormuş.
Rorty’nin, adeta
“Trump geliyor”
diyen öngörüsü, yukarıdaki araştırmanın sonuçları, bir
rastlantıyla
değil
yapısal durumla
karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Bu gidişin yönü değişebilir mi?
Belki de değişebilir. Ama nasıl? Pragmatist bir filozof olmasına karşın, Rorty’nin sola yönelik eleştirilerinde bir gerçeklik payı var:
Sol ülkenin koşullarını
iyileştirilebileceğinden umudunu kesti,
bir kimlik siyasetini benimseyerek, değişime
odaklanmak yerine kurbanların yarasına
merhem olmaya çalıştı. Böylece bir
seyirci konumuna geçti. Sonuçta entelektüellerlesendikal hareket arasındaki bağ
koptu, kimlik siyasetinin dili, baskı ve sömürünün
ekonomik köklerinin konuşulmasını
zorlaştırdı; ücretler, işsizlik gibi sorunlar
listenin sonuna kaydı.

Bunlar 1970’lerin,
“savaş karşıtı”
hareketin,
“sivil haklar”
mücadelesinin Amerika’sına ait gözlemler. Avrupa’da sığınmacı krizi, cihatçı terör, Türkiye’de siyasal İslamın iktidarı gerçeğinin, en önemlisi, ekonomik krizle teknolojik gelişmelerin işçi sınıfının yapısında yarattığı dönüşümlerin dünyasına uygunlukları tartışılabilir.

Ancak iki nokta önemli. Birincisi: Entelektüellerin hızla sendikalarla, işçi hareketiyle,
“yeni orta sınıf proletarya”nın önemini ve özelliklerini unutmadan bağ kurması gerekiyor. İkincisi: Solun, var olan iktidar-hegemonya ortamının kültürel özelliklerini, baskının derecesini, güvenlik boyutunu hesaba katarak, parçalı yapısına uygun, çoğulcu bir çalışma tarzını, hızla geliştirerek seyirci olmaktan çıkması gerekiyor. Aksi takdirde
“dönülmez
akşamın ufkundayız. . . “
08. 12. 2016 – CUMHURİYET