ERKAN AYDOĞANOĞLU: SİYASİ TASFİYE (08. 09. 2016)

204

kckformYıllardır kamu emekçilerinin sınırlı iş güvencesini kaldırmak, sadece kendileri gibi düşünen, mutlak biat anlayışıyla hareket edecek insanlarla çalışmak isteyen hükümet, darbe girişimi sonrasında bu hedefini gerçekleştirmek için OHAL hukukunu kendisine dayanak yaparak tehlikeli adımlar atmaya başladı.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, tüm kamu kurumlarında, önceden hazırlıkları masa başında yapılan, büyük bölümü siyasi fişleme ve ihbarcılık sistemi üzerinden gerçekleştirilen açığa almalar ve ihraçlar, darbe girişimi ile uzaktan yakından ilgisi bulunmayanları da kapsayacak şekilde genişletilerek devam ediyor.
Darbe girişimini yıllardır yapmak istediklerini hayata geçirebilmek için önemli bir fırsat olarak değerlendiriyorlar. Kısa süre içinde büyük çoğunluğu eğitim ve sağlık alanında, on binlerce kamu personeli “darbe soruşturması” gerekçesiyle açığa alındı. Ardından 1 Eylül gece yarısı çıkarılan 672 sayılı KHK ile Anayasa başta olmak üzere, en temel ulusal ve uluslararası hukuk kuralları hiçe sayılarak 50 bini aşkın kamu personeli, hükümetin siyasi tasarrufuyla kamu görevinden ihraç edildi.
Kamudan ihraç edilenlerin önemli bir bölümü banka hesabı, sendika üyeliği, gazete aboneliği gibi, normal koşullarda asla suç olarak değerlendirilemeyecek suçlamalar üzerinden tasfiye edildi. Kamuda son dönemde yaygınlaşan “ihbarcılık” uygulamasının da ihraçlarda belirleyici olduğu görülüyor. Kamudan ihraç edilenlere yönelik somut bir suçlama yapılmadığı gibi, adil yargılama ve savunma hakkının tanınmamış olması, hükümetin büyük hukuk skandalına imza attığını gösteriyor. Bu durum ihraç edilenler açısından kendilerine yönelik “yargısız infaz” yapıldığının somut kanıtı ve önemli bir hukuksal dayanak noktası oluşturuyor.
Kamuda yaşanan kitlesel tasfiye, başlarda “darbe soruşturması” gerekçesiyle yürütülürken, süreç ilerledikçe başka alanlara ve kurumlara yönelmeye başlanması, geçmişten gelen başka siyasi hesapların ve hedeflerin devreye girdiğini göstermesi açısından önemli. Başbakanın “terörle ilişkilendiğinden şüphelenen 14 bin öğretmen açığa alınacak” açıklaması bunun bir göstergesi. Görünen o ki hükümet, hazır fırsatını bulmuşken eğitimin dinselleştirilmesine ve ticarileştirilmesine karşı çıkan, kamu hizmetlerinin tamamen piyasaya teslim edilmesi karşısında duracak en diri güç olan eğitim ve bilim emekçilerinin örgütlü mücadelesini hedef alarak, yarattığı korku ve panik ortamı üzerinden eğitimcileri hizaya getirmek istiyor.
Hükümet, kamu personel rejimini “darbecilerle mücadele” gerekçesi ile fiilen değiştirip “milli devlet” anlayışı üzerinden yeniden biçimlendirmek istediği artık sır değil. Bu nedenle bir taraftan “yerli ve milli memur” tipi tanımlaması yapılırken, diğer taraftan kamu istihdam yapısını buna uygun şekilde yeniden düzenlemek için hazırlıklar yapılıyor.
Siyasi görüşü, etnik kimliği, dini inancı, hatta yaşam tarzı açısından bu tanıma uymayan emekçiler hedefi hedef göstererek, karşısında potansiyel tehdit olarak gördüğü emekçilere ve onların örgütlü gücüne yönelik, kitlesel linç ve tasfiye kampanyaları yürütülüyor.
Başbakanın açıklaması sonrasında yaratılan korku ve kaos ortamında sadece kendini kurtarmak duygusuyla hareket edenler, sendikalardan istifa ederek kendilerini güvenceye aldıklarını sananlar, yarın kamu personel rejimi değişiklikleri sonrasında daha büyük tasfiyelerle sıra kendilerine geldiğinde “sarı öküz” hikayesindeki gibi “Keşke sarı öküzü vermeseydik” diyecekler mi bilemiyoruz. Ancak şu bir gerçek ki, böylesi bir dönemde en büyük tehlike umutsuzluk ve karamsarlığa teslim olarak örgütlü tutum almaktan geri durmak olacaktır.
OHAL koşullarının olağan hale gelmesini engellemek için kamuda siyasi tasfiyeleri kolaylaştıracak adımlara ve düzenlemelere karşı ayrım yapmaksızın herkesin ortak tutum alması, yan yana durarak birlikte mücadele etmesinden başka çıkış yolu görünmüyor.
08. 09. 2016 – EVRENSELkck/form