NİLGÜN CERRAHOĞLU: AB İLE ‘KAYSERİ PAZARLIĞI’ (10. 03. 2016)

241

Denizdeki Ateş/Fuocoammere
Gianfranco
Rosi‘nin, Berlin Film Festivali’nden
“Altın Ayı”
ile dönen son filmi.

Renzi, Berlin’de çok büyük ilgi gören mülteciler hakkındaki bu filmin birer kopyasını hafta başında AB-Türkiye zirvesine katılan 28 lidere hediye etti.

Davutoğlu‘nun göğsünü gere gere
“Türkiye-AB ilişkileri bir başka düzleme geldi. Eskiden (böyle) zirve olmuyordu”
diye ballandıra ballandıra anlattığı dorukta İtalya Başbakanı, Türk mevkidaşı dışındaki tüm akranlarına çam sakızı çoban armağanı”Rosi’nin filmini” “Sevgili Angela’ya”
ve
“Sevgili David’e”
diye imzaladığı kişiselleştirilmiş DVD’lerle sundu.

İtalyan basınında bu özel hediyenin gönderildiği liderler arasında Davutoğlu’nun adı geçmiyor.

Bu sembolik olay dahi Davutoğlu’nun Avrupalı liderlerden ne farklı bir düzlemde algılandığına kanıt. . .

“Büyükler zirvesi”nde sandalye kapmak illa sizin
“eş ortak”
görüldüğünüzü ima etmiyor.

2. Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en feci mülteci krizinde Türkiye bu zirveye sadece
“zorunlu partner”
olarak katılıyor.

Davutoğlu’nun iddia ettiği gibi ilişkilerde bir sınıf atlama söz konusu değil. önce bunu not edelim. . .
Auschwitz izlemek gibi

Renzi’nin Avrupalı dostlarına hediye ettiği
“Denizdeki Ateş”i, tam Brüksel zirvesinin yapıldığı saatlerde izledim.

Son dönemde gördüğüm en etkileyici filmlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Film belgesel olmasına rağmen İtalyan yeni gerçekçiliğini andırıyor. O kerte ince yapılmış.

“Denizdeki Ateş”, Afrika kıyılarından sadece 70 mil uzaklıkta olan Sicilya’nın güneyindeki Lampedusa adasına kaçak göçmen akınını konu alıyor.

Bu unutulmuş adaya Afrika’dan her gün binlerce mülteci teknelerle çıkarma yapıyor.

İnsan tacirleri, yağmur, güneş, fırtına demeden güverteye doluşan yolculardan adam başı 1500 Avro; teknenin motor bölümünde nafta ve benzinden sırılsıklam seyahat etmeyi göze alan öbür yolculardan 800 Avro alıyor.

800 Avro’luk yolcuların çoğu sıcak ve havasızlıktan Lampedusa’ya
“kadavra”
olarak ulaşıyor. SOS veren teknelerin altından her seferinde ceset torbalarında onlarca cesedin çıkarıldığını görüyoruz.

Birbirlerine sarılmış halde seyahat ederken son nefeslerini veren bu Afrikalıların yan yana dolanmış gövdeleri; Auschwitz görüntülerini aratmıyor.

“Denizdeki Ateş”i görmek, Auschwitz yıllarında bir Auschwitz belgeseli izlemeye benziyor. Görenlere bu yüzden “tanıklığın sorumluluğunu” yüklüyor.
Avrupa çok uzak

Yönetmen Rosi, balıkçılıkla geçinen ve İtalya’nın gerisinden çok fakir bir hayat süren, Lampedusa yerel halkının yaşamını da anlatmış. Bir balıkçının oğlu, 12 yaşındaki küçük
Sammuele‘nin gözleriyle anlatılıyor her şey.

Doğada oynayarak büyüyen Sammuele’nin sapan atarken sürekli kapattığı tek gözünün tembelleşerek artık görmediğini belgeliyor
“Denizdeki Ateş”. . .

Yönetmen böylece izleyicilere mülteci trajedisine kapattıkları gözlerini hatırlatıyor.

Renzi’nin AB liderlerine belgeseli armağan etmesinin anlam ve mahiyeti tüm bu çarpıcı mesajlarda yatıyor.

Bunca ağır insanlık trajedisinin konu olduğu bir zirve dönüşünde Davutoğlu’nun verdiği müjde(!) ne:
“Brüksel’de Kayserili
pazarlığı yaptık!”

Avrupalılar bu
“Kayseri pazarlığını”, bizzat kendi çaresizlikleri ve kendilerinin de görmek istemedikleri
“insanlık trajedisi”
bahasına yapılan bir
“şantaj”
olarak değerlendiriyorlar. Türkiye’nin ileri sürdüğü son şartları;
“şantaj”
diye niteliyorlar.

Gazetelere kayyum atanır, 8 Mart kadınlarına şiddet uygulanırken;
“fasıllar”
için başlatılan
“Kayseri pazarlığı”
çok kötü bir ironi olarak algılanıyor.

Avrupa, Türkiye’den ömrümde görmediğim kertede uzaklaşmış ve yabancılaşmış durumda.

Ama bu Brüksel’in, Ankara’nın taleplerini geri çevireceği anlamına gelmiyor.

Reel politiğin başka bir mantığı var.

Saygı, itibar olmadan da -heyhat!- reel politik işliyor.
10. 03. 2016 – CUMHURİYET