KORKUT BORATAV: BİR EKONOMİK PANORAMA (18. 12. 2015)

209

Ocak-Eylül aylarını kapsayan milli gelir tahminleri yayımlandı. Söylentilere göre TÜİK, 2016’dan başlayarak milli gelir hesaplarını güncelleştirecekmiş. Bugün kullandığımız verilerle bağlantıların kopması gündemdedir. Elimizdeki istatistikleri kullanarak 1998 sonrasının Türkiye ekonomisini inceleme fırsatı hâlâ var. Bugün bu doğrultuda bir panoramik gezinti yapmak istedim.
On yedi yıllık milli gelir verilerini önce ana harcama kategorileri, sonra da ana sektörler bakımından gözden geçirelim.

***

Artan dış bağımlılık altında tüketimin sürüklediği, durgunlaşan bir ekonomi…
İncelemeye
harcamalar yoluyla ve cari fiyatlarla hesaplanan milli gelir
ile başlayalım. Tablo 1 dönemin başı ve sonunu kapsayan beşer yıllık ortalamalara ve aradaki yedi yıla (2003-2009’a) bu açıdan bakıyor.



Tablo 1, üç ana harcama kategorisinin (özel, kamusal tüketimin ve sermaye birikiminin) seyrini milli gelirde paylar olarak ortaya koyuyor.
Ana eğilimler ortadadır: özel tüketimin payı, dönemin başı ile sonu arasında 2,2 puan (% 68,4’ten 70,6’ya) yükselmiş;
benzer bir artış devletin cari harcamalarının oranında da (11,9 → 14,7) gerçekleşmiştir. Bu iki öğenin toplamı, toplam tüketim harcamalarının milli gelire oranını verir. Bu oran son beş yılda %85,3’e çıkarak ilk döneme göre tam 5 puan artmıştır.
Yurt içi harcamaların diğer ana kalemi yatırımlar, yani sabit sermaye birikimidir. Yatırın harcamaları, 1998-2002 ortalaması olarak %19; 2010-2014 yıllarında ise %20,3 olarak belirleniyor. Artış, sadece 1,3 puandır ve toplam tüketim ile karşılaştırıldığında çok ılımlı kalmaktadır.
Dünya ekonomisinin dinamik çevre ekonomileriyle (özellikle Asya’yla) karşılaştırılırsa Türkiye’deki %19-20’lik yatırım oranı çok cılızdır. Üstelik 1998 öncesine bakıldığında sermaye birikimi daha da aşınmıştır. Cari fiyatlarla yatırım oranlarını karşılaştırabileceğimiz en geç tarih 1987’dir. 1987-1997 döneminin sermaye birikimi ortalaması %24,5’tir. Tablo 1’de kapsanan on altı yılın tümünde yatırımların ortalaması ise %19,7’dir. Sonuç, ortalama büyüme hızının
da düşmesidir. Bu iki dönemin yüzdeleri olarak 4,3 → 4,1…
AKP dönemine odaklanalım: 2003’ten bu yana
özel ve kamusal tüketim ile sermaye birikiminin toplamı, milli geliri aşmaktadır. Bu nasıl mümkün olur? Yanıt, makro-ekonomik tanımlarda gizlidir. Bir ekonomi ürettiğinden fazla harcamaktaysa, fark, cari işlem açığı biçimini alır ve dış kaynak girişleriyle kapatılır. 2002’den bu yana Türkiye ekonomisi giderek artan oranlarda yabancı sermaye girişi ile bu imkâna kavuşmuştur.
Ezcümle, dış kaynak girişleri büyük ölçüde tüketim artışlarını beslemiştir; sermaye birikimini değil… Ortaya çıkan görünüme dikkat çekelim: Cılız bir yatırım oranı yüzünden durgunlaşan bir ekonomide, artan dış bağımlılık tüketimin pompalanmasını sağlıyor.
Hastalıklı bir sentez söz konusudur.
***

üretken sektörler geriliyor: Erken bunama mı?
Milli gelir verilerine bir de ekonominin ana sektörlerinin payları açısından bakalım. Tablo 2, iki temel üretken sektör (tarım ve sanayi) oranlarının yanına, “sentetik” bir sektörü ekliyor: İnşaat sektörü ile “gayri menkul faaliyetleri” başlığı atındaki kategorinin toplamı…
Tablo 1’deki dönemleri aynen koruyoruz.



Sektörlerin büyüklükleri iki farkı biçimde ölçülür: Cari veya sabit fiyatlarla.
Cari fiyatlarla yapılan hesaplamada, ölçümün yapıldığı döneme (yıla) ait piyasa fiyatları kullanılır. Her sektörün büyüklüğü, önce miktarlar (adet, ton, metre) ile piyasa fiyatlarının çarpımından elde edilir. Sonra girdi bedelleri düşülür ve katma değere ulaşılır. Değişim, fiyatların ve reel değişimlerin bileşkesidir. Her sektörün ekonomi içinde kapladığı fiili büyüklüğü bu ölçüme göre algılarız.
Bu hesaba (Tablo 2’de sütun 1, 3, 5’e) göre, 1998-2014 arasında
tarım ve sanayinin milli gelir içindeki payları belirgin oranlarda daralmıştır. Dönem sonunda faal nüfusun hâlâ %20’sini istihdam eden tarımın milli gelirdeki payı, yüzde 8’in altına inmiştir.
Bu saptama, tarım sektörü içinde belirgin bir emek fazlasının varlığına
işaret ediyor, İktisatçılar bu durumu sanayileşmenin birincil kaynağı olarak yorumlar. Yani, tarım sektöründeki göreli daralma, sanayinin genişlemesini beslemelidir.
Ancak, Tablo 2, bu beklentinin gerçekleşmediğini gösteriyor. Cari fiyatlarla tarım ve sanayi sektörlerinin % payları birlikte gerilemiştir. Tarım: 10,4 → 7,8; sanayi: 22,9 → 18,8… Ezcümle, Türkiye’de
sanayi sektörü erken bunamıştır; olgunlaşmadan ya karşı örnek olarak çin
ekonomisi gösterilebilir. Bu ülkede sanayi sektörü, milli gelirin yüzde
45 eşiğine ulaştıktan (2012’den) sonra daralmaya başlamıştır. Tarımın milli gelirden pay da aynı tarihte yüzde 10’una altına inmiştir.
Türkiye’de ise sanayi ve bol emek rezervleri içeren tarım daralırken “inşaat ve gayri menkul faaliyetleri” genişleyen bir sektör olarak dikkat çekiyor: %12,8 → %14,7…
Peki, sektör büyüklüklerini sabit (1998’e ait) fiyatlarla ölçerek (bk. Tablo 2, sütun 2,4,6) ne türden bir bilgi elde ediyoruz? Bu yaklaşım, şu soruyu yanıtlamaktadır: Sektörlerin fiyatları, başlangıç yılını izleyen dönemden sonra hiç değişmeseydi, her bir sektörün milli gelirden payı ne olurdu? Bu soruyu da yanıtlarsak, tarım, sanayi, inşaat sektörlerindeki fiyatların milli gelirin ortalama
fiyat hareketine (ve birbirlerine) göre nasıl seyrettiğini belirleyebiliyoruz. Cari ve sabit fiyatla sektör büyüklüklerini karşılaştırmak da anlamlı oluyor.
Tabloya bu açıdan bakınca görüyoruz ki, sabit fiyatlarla inşaat/g. menkul sektörü biraz küçülmüştür. Demek oluyor ki, cari fiyatlarla gerçekleşen
genişlemenin ardında sektör fiyatlarının ortalama fiyatları aşması yatmaktadır.
Buna karşılık tarım ve sanayi sektörlerindeki fiili küçülme, bu iki üretim kolunun elde ettiği fiyatların aşınması ile ilgilidir. 1998’deki göreli fiyatları sürdürmeyi başarsaydı,
tarım sektörünün milli gelirdeki payı, 2010-2014’te cari fiyatlarla elde ettiği payın üzerinde (%7,8 yerine 9,2) olacaktı. Tabloda kapsanan dönem içinde tarım sektörünün karşılaştığı en sert (sanayi sektöründen daha hızlı) fiyat aşınması 1998-2002 yıllarında gerçekleşmişti.
Sanayinin milli gelire katkısını 1998’deki fiyatlarla hesaplasaydık, sektörün ekonomi içindeki gerilemesi son bulacaktı. Sabit fiyatlarla sanayinin yüzde payının 25,5’ten 26,6’ya çıkması bunu gösteriyor.
Böylece bu iki temel üretken sektörün, Türkiye ekonomisinin “hizmetler” diye anılan heterojen kolları karşısında göreli fiyat kayıpları nedeniyle gerilediğini belirliyoruz. Tablodaki inşaat/gayri menkul sektörü aksi yöndeki örnektir. Bu sektörde gerçekleşen fiyat avantajlarının büyük boyutlu “rantlar” biçiminde de gerçekleşmiş olduğunu, AKP’nin kentsel marifetleri ortaya koymuştur.
***

Harcamalara ve sektörlere (üretime) göre sınıflanan milli gelir hesapları, gelir türlerine göre de yapılmalıdır. TÜİK, bölüşüm çözümlemelerine kapı aralayan bu yöntemi artık kullanmıyor; bu nedenle uluslararası kaynaklara başvurmak zorunluluğu doğuyor.
Bir başka, önemli inceleme alanı, milli gelir hesaplarının dayandığı akımların ötesine geçip, servet stoklarına açılmaktır. Bu yaklaşım, doğrudan doğruya servet bölüşümünü gündeme getirir. Dolayısıyla kapitalist bir sistemin özüne nüfuz etmenin adımlarından birini oluşturur.
Bu tür incelemeleri, tartışmaları sürdüreceğiz.
18. 12. 2015 – sendika.org