Geçen gün düşünceli düşünceli, yere bakarak yürürken, kaldırım kenarında kurumuş çam ağacı dalları ayağıma değdi, şaşırdım. Rüzgar kuru yaprakları kaldırımın köşesine itmiş. Ne zamandır böyle bir şey görmediğimi düşündüm. Yukarı baktım, yaşlı uzun çam ağaçlarının yanından geçiyorum. Burası en az elli yıllık bir tren istasyonu.
çam ağacı çabuk büyümez, diğer ağaçlardan daha nazlıdır. Kentin ortasında bir yerde çam ağacı gördüyseniz oraya uzun zaman önce insan eli değdiğini anlarsınız. Yıllar önce gördüğüm Kütahya Şeker Fabrikası beni böylesi ağaçlarıyla etkilemişti. Şimdi ne haldedir bilmiyorum. Yaşadığım kentte Seka Kağıt Fabrikası’ndan arda kalan alanda Türkiye’nin ilk SSK hastanesinin bahçesinde de böylesi ulu ağaçlar var. Bunlar yıllar önce oluşturulan kamu alanları, o zamanlar ağaçlar dikilmiş, kimse ellememiş, bu ağaçlar büyüme şansı bulmuş.
Oysa şimdi hayat çok hızlı akıyor. çünkü taş üstünde taşın kalmadığı, bütün kentlerin yeniden kurulduğu bir dönemden geçiyoruz.
Bir yanda kentlerin soylulaştırılması adına yapılan Kentsel Dönüşüm Projeleri var. çünkü kentlerin rant açısından en değerli yerlerinde, kentlerin “en değersizleri” yaşıyor. Soylulaştırma da bu anlama geliyor zaten. Onları kent dışına atıp, o merkezi yerlerde plazalar yapıyoruz. Paha biçilmez plazalar!
Diğer yandan “Afet Riski Altındaki Alanları Dönüştürme” programı yürüyor. özellikle metropollerde planlı kent alanı olarak gördüğünüz semtlerde evler yıkılıyor. Müteahhitler ev sahipleri ile pazarlık yapıyor, bu fırsattan yararlanmak isteyenler diğer komşuları ile kavga ediyor. O apartmanlar yıkılıyor, yerine yenileri inşa ediliyor. Bir evi olanın yine bir evi oluyor. Farkı ne? Biraz daha küçük ama yeni bir ev. İnsanlar bununla avunuyor.
Yeni çevre düzenlemeleri, suni göller, içinde yüzen kayıklar falan. Birileri “Kendinizi Ege’de hissedeceksiniz” diyor, diğeri “çocuklarınız güvenle büyüyecek” diyor. Her türden pazarlama faaliyeti yani.
Bütün kentlerin yıkılıp yeniden yapılıp yapıldığı yerde bakıyorsunuz yaşlı bir ağaç kalmamış. Mesela çam ağacı gibi en az 30 yıllık bir ağaç yok. Asırlık ağaç zaten hiç yok! Yaşlı ağaçları sadece mezarlıklarda görüyorsunuz. Bugün baktığınız kentlerde en istikrarlı yeşil alanların mezarlıklar olduğunu görürsünüz. Kentlerimizi ölüler koruyor neredeyse!
çevre düzenlemeleri ile dikilen ağaçlar, çabuk büyüyecek, yeşillik duygusu verecek türden bitkiler. Coşkulu bir yeşillik ama o kadar planlı ki insanın içini sıkıyor. Yahu bir yerde de kendiliğinden büyümüş bir bitki görsem de çocuklara göstersem diye bir duygu kaplıyor insanın içini.
Taksim Gezi Parkı’nda insanlar İstanbul’un kalan ender yeşil alanına sahip çıktıklarında, AKP’liler çıkıp 2. 5 milyar ağaç diktiğini söyledi. 2. 5 milyar!
Oysa ne dikilen ağaç sayısı ne de dikildiği iddia edilen alanın gerçekçi olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Gerçek olan bir şey var ki: 3. Köprü için ormanı yok ettiler, öyle ki kaçan domuzların bir kısmı şehre indi, bir kısmı yüzerek Boğaz’ı geçip kendini kurtarmaya çalıştı. Yırca Köyünde 6 binden fazla zeytin ağacını gözlerini kırpmadan, hukuki kararı beklemeden kestiler. Köylü kadınlar kesilen zeytin ağaçlarının başında ağlayıp ağıt yaktılar. Uzatmayacağım, daha pek çok örneği var hafızalarımızda.
Memlekette taş üstüne taş bırakmanın, yıkıp yıkıp yeniden yapmanın da bir ekonomisi var. Hatta öyle bir ekonomi ki AKP’yi ayakta tutuyor. AKP’nin deyimiyle: inşaat ekonominin lokomotifi!
14. 04. 2015 – EVRENSEL