FATİH POLAT: GREV, KAVEL, BUGÜN VE GELECEK (04. 02. 2015)

204

Milet’te Haziran 1969’da kazı yapan Alman Arkeoloji Profesörü Kreiner, kazılarda elde edilen tarihi kalıntı ve taş yazıtların çözümlemesinden yola çıkarak, dünyada ilk grevin, 2 bin 500 yıl önce Milet’te yaşandığını tespit etmişti. Ve şu sonuca ulaşmıştı: “Haklarını alma direnişine giden işçiler, belki de yasa dışı bir grev ile ücretlerinin artırılmasını sağlamışlar, sosyal birçok olanak elde etmişlerdir. “
Görüldüğü gibi insanlığın grev ile tanışması ve işçilerin yasal sınırları zorlayarak grev silahına başvurmasının tarihi, modern zamanların çok öncesine dayanıyor.

İlk genel direniş, Mö 494-287’de Antik Roma’da görülürken, ilk örgütlü genel grev 1842 yılında İngiltere’de gerçekleşti.

Grev, Birinci Enternasyonal’in de temel konuları arasındaydı.
Beyoğlu Telgrafhanesi işçilerinin 1872’deki grevleri Türkiye’deki ilk grev hareketi sayılır. Cumhuriyet döneminde, Takrir-i Sükun Kanunu, grevlere ağır bir darbe vurmuş, 1936’da çıkarılan ilk İş Kanunu ise grevleri açıkça yasaklamıştır.
Ancak Türkiye işçi sınıfı o yasakları tarihin çöplüğüne atmayı bilmiştir. Türkiye’de grevin yasak olduğu bir süreçte yapılan ve grev hakkının kazanılmasında çok önemli bir rol oynayan grevleri ile Kavel işçileri, tarih yazarken, kendilerini de işçi sınıfının tarihine yazdırmıştır.
Bugün ise, yasak olduğu koşullarda bedel ödenerek kazanılan grev hakkının, yasal olduğu koşullarda kullanılamadığı ve pratikte kaybedildiği bir dönemi yaşıyoruz.
Bu açıdan Kavel’i kısaca hatırlamakta yarar var. Şair-Yazar Sennur Sezer’in, Evrensel’in Pazar ekinde ‘Metal grevinden anılar ve Kavel’ başlığı ile yayımlanan yazısı bu açıdan iyi bir özet sunuyor ve hatırlattıklarıyla bugüne ışık tutuyor: “İstanbul İstinye’de bugün Koç üniversitesinin bulunduğu koydaki Kavel fabrikasında Maden-İş Sendikasında örgütlü 170 işçinin 62 gün boyunca direnişi Türkiye işçi sınıfı tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Grev ve Toplu Sözleşme Yasası TBMM’de oylanmaktadır. Geçerli yasalara göre de grev
yasaktır. Ancak Kavel direnişi hem TBMM’yi yasanın çıkması yönünden hızlandırmış, hem de pek çok işçi hareketine örnek olmuştur. ” (Evrensel, 1 Şubat, 2015)
Peki, o dönem bu grevin başındaki sendikacılar, yasa dışı olarak grev yapıyor olmaları gerçeği kendilerine hatırlatıldığında nasıl yanıt vermişlerdir? Dönemin Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler’in bir gazeteciye verdiği yanıt
tarihseldir: “Evet grevimiz yasa dışı ama anayasa içi. “
Türkiye işçi sınıfının bugün grev silahını yasal bir hak olarak kullanabilmesinin bedelini o dönem Kavel işçileri ödemiştir. Yine Sennur Sezer’in yazısından aktaralım: “11 Martta, greve öncülük eden 24 işçiye Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçlamasıyla dava açıldı, 14 işçi tutuklandı. Patron yenilgisini işçilere ödetmek istiyordu. 52 işçi ile ilgili 5 ayrı dava açıldı. 10 Haziran günü, tutuklanan 6 işçinin tahliye sonrası işten atılmalarına, kaplama bölümünün 30 işçisi toplu halde iş bırakarak yanıt verdi. 24 Temmuz’da yürürlüğe giren 275 sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu’na eklenen (‘Kavel maddesi’ olarak anılan) bir maddeyle, yasadan önce haklarında takibat yapılan işçilerin davaları düşürüldü. “
Bugün Birleşik Metal-İş’in, Bakanlar Kurulunun grevlerini yasaklama kararının ardından, AKP’ye oy vermiş işçilerin bile bu karara öfkeleri ve üretime dönmeme konusundaki kararlılıklarına rağmen, fabrikaların önlerindeki ‘Bu iş yerinde grev vardır’ yazılı pankartları kaldırtması ve farklı görüşleri dillendirenleri neredeyse ‘hain’ ilan eden bir tutum içine girmesi kabul edilemez.
Buna ek olarak, bu yasak kararı grevin bir hak olmaktan çıkarılmasını dayatan bir karar olarak tüm işçi sınıfı ve emekçilere dönük bir saldırıdır. Yanıtın da bu açıdan bütün emek örgütlerini, hatta demokrasiden yana olan herkesi ilgilendirdiği tartışılmazdır.
Ayrıca eğer bu ‘hepimizin grevi’ ise, yasak kararı da hepimizedir!
Grevin yasak olduğu koşullarda Kavel direnişçilerinin bedel ödeyerek bir yasal hak olarak kazanılmasına önayak oldukları grevin, bugün anayasal hak iken, fiilen yasak haline getirilmek istenmesine sessiz kalmak, Türkiye’nin geleceğinde işçilerin bir sınıf olarak irade sahibi olmaktan çıkarılmasına da razı olmak demektir.

04. 02. 2015 – EVRENSEL