Şanar Yurdatapan‘dan bir mesaj geldi.
Bir de fotoğraf…
önce fotoğrafı tarif edeyim.
Uzunca bir duvarın dibine tespih taneleri gibi dizilmiş bir grup yazar… Kimler yok ki aralarında:
Adalet Ağaoğlu, Erdal öz,
Orhan Pamuk, Ataol Behramoğlu,
Demirtaş Ceyhun, Ahmet Altan,
Onat Kutlar…
Duvar, canlı resimlerle örülmüş bir edebiyatçılar panosu adeta…
Yıl: 1995… 23 Ocak günü…
Yer: Beşiktaş’taki DGM binası…
Ben de aralarındaydım.
Yaşar Kemal
için oradaydık.
Türkiye, -her devir ve halen olduğu gibi- düşünce özgürlüğünü tartışıyordu. Terörle Mücadele Yasası’yla özgür düşünce engelleniyor, basın sansür ediliyor, yazarlar yargılanıyordu.
Bu duvarı delmek için
“Düşünce
özgürlüğü ve Türkiye”
başlıklı bir kitap yayınlanması kararlaştırılmıştı.
Kitapta edebiyatçıların fikre dair yazıları yer alacak, böylece bir ortak duruş sergilenecekti.
itabı, 1994 Ekim’inde Can Yayınları bastı.
Yaşar Kemal‘in yazısı
“Türkiye’nin
üstündeki Kara Gökyüzü”
başlığını taşıyordu.
Şöyle diyordu Büyük Usta:
“Almanya’da
Hitler
ve
Hitlerciler,
tarihin en büyük suçlarını işlediler.
İnsanlık o yüzden daha vicdanını
arıtamadı, belini doğrultamadı,
hastalandı.
Bugün Alman halkı biraz rahatsa,
azıcık insanlığın yüzüne bakabiliyorsa,
Hitler’e canları pahasına karşı koymuş
işçileri, aydınları, bilginleri, sanatçıları
yüzündendir. Hitler’e karşı savaşan
Thomas Mann, Heinrich Mann, Stefan Zweig, Brecht, Erich Maria Remarque
vb olmasaydı, bugün
Almanlar böyle başları dik, insanlık
içinde dolaşamazlardı. (. . . )
Bizim başımızdaki demokrasi adı
altındaki bu zulüm, işkence, insanlığı
aşağılayan düzene karşı savaşacak
Thomas Mann’ımız da yok. Bizim
bir
Freud’umuz, birFrank’ımız,
Dr. Nissen’imiz,
Einstein’ımız da yok.
Bizim insanlık karşısında onurumuzu,
kültürümüzü kurtaracak hiçbir
şeyimiz, yok demeye
dilim varmıyor ya, yok. “
Sonra kendisine getiriyordu sözü:
“Burnumun
kanamasını istemeyen
kimi dostlarım benim
için kaygılanıyorlar. Bir
de kimileri ‘Sen taraf tutuyorsun’
diyorlar.
Benim taraf
tutmam kadar doğal
ne var ki…
Kendimi bildim bileli Türkiye
halklarının yanındayım.
Kendimi bildim bileli zulüm
görenlerle, hakkı yenenlerle,
sömürülenlerle, acı çekenlerle,
yoksullarla birlikteyim. (. . . )
Bir ülke insanları, insanca yaşamayı,
mutluluğu, güzelliği seçecekse bu,
önce evrensel insan haklarından,
sonra da evrensel, sınırsız düşünce
özgürlüğünden geçer. Buna karşı
çıkmış ülkelerin insanları da 21.
yüzyıla onurunu yitirmiş, insanlığın
yüzüne bakamayacak durumlara
düşmüş insanlar olarak girerler. “
Düşüncenin yasaklanmasını eleştiren bu metin, yasaklandı.
Yaşar Kemal
hakkında dava açıldı.
Bunun üzerine,
“Biz
de aynı metne imza
atıyoruz”
kampanyası başlatıldı. Türkiye’den ve dünyadan yüzlerce yazar aynı metni imzaladı.
Onlar için de dava açıldı.
Hep birlikte gittik DGM’ye, duvar dibine dizildik.
Unutmuyorum o günü; çocuklar gibi şendik.
Mahkemenin bitişiğinde,
“Yaşar’ın
Yeri”
diye bir kahve vardı. Orada buluşur, sohbete koyulurduk.
Duruşma salonu, Türkiye tarihinin gördüğü en geniş katılımlı edebiyatçılar paneliydi adeta…
Oradan başımız dik çıktık.
O dönem kampanyayı organize eden
Şanar, bu hafta, o duruşmanın 20. yıldönümünde, düşünce özgürlüğü davasının sanıklarını yeniden
“Yaşar’ın Yeri”nde buluşmaya çağırıyor.
Kadronun bir kısmını geçen 20 yılda kaybettik.
Bir kısmı fiziken değil, fikren öldü.
Bir kısmı ise aynı kararlılık ve cesaretle sürdürüyor mücadeleyi…
Bugün biraz insanlığın yüzüne bakabiliyorsak, onlar sayesinde…
İnsanlık karşısında onurumuzu kurtarmak için
“Bizim
Yaşar Kemal’imiz var”diyebiliyoruz göğsümüzü gere gere…
Kalk gel
Usta!
Zulüm, bildiğin eski zulüm; fikir yine tehdit altında…
Her taraf duvar, her köşe DGM…
Ve biz yine
“Yaşar’ın Yeri”ndeyiz.
Yerin dolmaz sensiz.
çık gel, gür sesinle, keskin kaleminle umut ol bize…
Anca senin ismin toplar bizi bir araya…
Kalk gel Usta!
18. 01. 2015 – CUMHURİYET