YENİ YASA TASARISI HEPİMİZİN GELECEĞİNİ TEHDİT EDİYOR!

323

2101 id=goster name=154db13b1b6fe3.jpg”>


float: ; margin: 5px; /
İçişleri Bakanlığının hazırladığı ve Başbakanlık Kanun ve Kararlar Genel Müdürlüğü’nün 24 Kasım 2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sunduğu
“Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”
çok tehlikeli bir sürece girdiğimizin bir diğer habercisi durumunda.
Kamuoyunda İç Güvenlik Yasa Tasarısı olarak tartışılan tasarı AKP’yi koruma ve kollama niteliğinin yanı sıra uluslararası sözleşmeleri ayaklar altına alırken Anayasaya aykırılıklarıyla da dikkat çekmektedir.
Tasarı TBMM Genel kurulunda hala görüşülmeye devam edilen “Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” ile birlikte değerlendirildiğinde fiilen devam eden OHAL’in yasalaştırılmak istendiği anlaşılmaktadır.
Adından da anlaşılacağı üzere tasarı, kabul edilemez “torba yasa” geleneğinin bir devamıdır ve kendisinden öncekiler gibi her biri bağımsız temel kanunlarla düzenlenmiş birçok alana ortak bir amaç çerçevesinde tek bir yasa ile müdahale edilmesi işlevi görmektedir.
Amaç iddia edildiğine göre “iç güvenliğin” güçlendirilmesidir. Oysa aşağıda kısaca sıraladığımız temel başlıklar dikkate alındığında, bunun açıkça
yükselen toplumsal muhalefete, sendikal örgütlenmelere, hükümet protestolarına ve Kürt halkının temel hak ve özgürlükleri için yürüttüğü mücadeleye saldırı amacı taşıdığı görülebilmektedir.
Bunlar açıkça faşist tedbirlerdir.
Hükümet ve siyasal iktidar ile özdeşleştirilen “Devlet” in dokunulmazlığını saldırgan bir biçimde pekiştirmek dışında bir hukuksal ya da siyasal değeri bulunmamaktadır.

Yaklaşık 7 yıl önce de yine kendisine yönelik muhalefetin yükseldiği bir dönemde, Ankara-Ulus’ta meydana gelen patlamayı fırsat bilen AKP iktidarı, sadece birkaç gün içinde polisin yetkilerini artıran yasa değişikliklerini Meclis’ten geçirmiş, polise sokakta istediği kişiyi “durdurma, kimlik sorma, gözaltına alınan ya da hakkında herhangi bir suç nedeniyle soruşturma bulunmasa bile pasaport, ehliyet alma gibi işlemler için emniyete gelenlerin dahi parmak izini alma, fotoğrafını çekme…”
kısaca fişleme ve en vahimi, duraksamadan ateş etme yetkisi veren düzenlemeyi, tepkilere aldırmadan yasalaştırmıştı.
Dönemin başbakanı ve bakanları, sokak eylemlerinde polisin elinin kolunun bağlı olduğunu, polisin elini soğutmamak için bu yasal değişikliğin zorunlu olduğunu savunmuşlardı. Bizler o dönem, yapılan bu yasal değişikliklere itiraz etmiş, polise sokakta yargısız infaz yapma imkânı verildiğini, polis şiddetinin önünün alınamayacağı kaygılarımızı dile getirmiş idik.
Maalesef geride kalan 7 yıllık süre, kaygılarımızı haklı çıkardı. Her yıl onlarca kişi, ‘dur dedim durmadı’ diye özetlenebilecek gerekçelerle, polis terörünün kurbanı oldu.
Bugün yine AKP’ye yönelik muhalefetin yükseldiği, özellikle Gezi Direnişiyle birlikte sokak muhalefetinin önceki dönemle kıyaslanamayacak ölçüde arttığı bir dönemdeyiz.
AKP, yine kendisine yönelik bu muhalefeti bastırmak için polisin yetkilerini artırmak niyetinde.
Polisin yetkilerini artırmanın gerekçesi, daha doğrusu bahanesi bu kez de 6-8 Ekim Kobanê Eylemleri.
6-8 Ekim olaylarında yaşamını yitirenlerin büyük bir çoğunluğunun polisin uyguladığı şiddet sonucu yaşamını yitirdiği gerçeği göz önüne alındığında AKP’nin gerekçelerinin foyası da ortaya çıkmaktadır.
Yapılmak istenen değişikliklerin bir kısmının siyasal ve sendikal muhalefetin on yıllardır sürdürdüğü mücadele ile kazandığı, istikrar kazanmış temel hakları ortadan kaldırmaya yöneldiği, bir kısmının ise hükümetin 17-25 Aralık soruşturmaları sırasında kendisini kurtarmak üzere kişiye özel değiştirdiği yasaların ve uygulamaların daha şiddetli bir biçimde geri getirilmesi amacı taşıdığı görülmektedir.
Tasarı en genel hatlarıyla incelendiğinde görülmektedir ki;1-
Arama için belirsiz
‘makul şüphe’ standardına geri dönülerek, hiçbir dayanağı bulunmayan “şafak baskınlarının” yaygınlaştırılabilmesiamaçlanıyor.
2-
Soruşturma sırasında ‘el koyma’ yetkisi genişletiliyor,
gerçek ve tüzel kişi muhaliflerin malvarlıkları da tamamen saldırıya açılıyor.
3-
Dinleme, gizli soruşturmacı kullanma ve teknik takip yetkileri genişletiliyor,sahte ve hukuk dışı kanıt yaratma faaliyeti sistematikleştiriliyor. 4-
Avukatların soruşturma dosyasına ulaşım hakkı, ‘gizlilik’ kararları ile yeniden kısıtlanıyor,
savunma hakkını sınırlama eğilimi artarak devam ediyor.
5-
Kamu görevlisine
“tehdit” temelli ek korumalar ve cezasızlık alanı yaratılıyor.
6-
Polise 24-48 saatlik bağımsız gözaltı yetkisi veriliyor,
savcıların polis gözaltılarıyla ilişkisi kesilerek kaçırma, yok etme, infaz, işkence uygulamalarının önü açılıyor. Valilerin yetkileri artırılarak OHAL dönemine dönülüyor.
7-
Basit bir yanıcı madde olan molotof kokteyli neredeyse “vahim ağır silah” seviyesine çekiliyor.
8-
Yoğun biber gazı saldırılarında bir korunma aracı olarak ağız ve burunun çeşitli yollarla kapatılması; “yüzün maske ile kapatılması” kabul edilerek ağır cezaya bağlanıyor. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ortadan kaldırılıyor. 9-
Sosyal medyaya getirilen sınırlamalar arttırılıyor ve önemli bir haber alma-iletişim ağı daraltılıyor. 10-
özel Yetkili Mahkemeler “İhtisas Mahkemesi” adı altında yeniden kuruluyor verejim kendi yargısını yaratma faaliyetine 17-25 Aralık soruşturmalarıyla kesintiye uğradığı yerden devam ediyor.
Bu teklifin yasalaşması halinde bizi bekleyen;
Kayıt dışı gözaltı, işkence ve polis infazıdır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ortadan kaldırılmasıdır.
Hukuka aykırı sahte kanıtlarla yürütülecek soruşturmalardır.
Sokak infazlarıdır.
Yeni “Devlet Güvenlik Mahkemeleri” dir.
Savunma hakkının ortadan kaldırılmasıdır.
Siyasal iktidarın ve onun emri doğrultusunda hareket eden silahlı kamu görevlilerinin mutlak dokunulmazlığıdır.
Yasa tasarısı; sadece sendikal muhalefetin değil tüm temel anayasal hak ve özgürlükler mücadelesinin tırpanla biçilmesi amacı taşımaktadır.
Kendi devletini yaratma yönünde önemli bir mesafe kaydeden AKP faşist yasalarına bir yenisini ekleyerek kendini koruyacağını zannediyorsa diktatörlerin ve dikta rejimlerin sonlarına bakmalı, bu tür yasa ve uygulamaların sadece kendi sonunu hızlandıracağını görmelidir. Dünyadaki faşist ve baskıcı yönetimlerin iktidarda kalma uğruna bu tür yasalardan medet umduğunu ancak daha fazla acı, kan ve baskılar dışında bir sonucu olmadığını hatırlatmak isteriz. Polis devleti zamanı geldiğinde sahiplerini de yer, daha fazla kan ve gözyaşı ister. çünkü bunlarla beslenir ve büyür.
Dolaysıyla saldırı yasaları geri çekilmeli ve anti demokratik uygulamalara son verilmelidir.
Emek ve demokrasi güçlerinin bu saldırılara birlikte ve ortak mücadeleyle karşı koyması, saldırıları püskürtmesi AKP’nin pervasızlığını durduracak tek çare ve görev olarak önümüzde durmaktadır.