MEHVEŞ EVİN: AMAN ÇOCUĞUM (29. 11. 2014)

206

Kadınlara saygının “ayak öpmekle” gösterileceğini, anneliğin dinen verilen bir “makam” olduğunu ve eşitliğin “kadınlık fıtratına ters” olduğunu Recep Tayyip Erdoğan
sayesinde idrak ettik.
Cumhur-başkanı, kadın-erkek eşitliğine inanmadığını dört yıl önce zaten beyan etmişti. Son konuşması ise Türkiye’deki toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesindeki kazanımları yok saymaya yaradı:
Kadın narindir, her işi yapamaz. . .
Feminist kötüdür, annelik makamını kabul etmez. . . (Feministim ve anneyim, ne yapacağız şimdi?)
Kadının ihtiyacı, erkekle eşit değil ancak eşdeğer (ne demekse?) olmaktır. . .
Sabaha kadar tartış, dur!
Anayasa’ya, Türkiye’nin imzaladığı uluslararası anlaşmalara, AB üyeliği hedefine ve 21. yüzyılın hukuki ve sosyal gerçeklerine aykırı bu sözleri ciddiye almak, sadece kadınlara değil. . . Kadın, erkek, çocuk ve yaşlı, bu ülkede yaşayan herkese zarar veriyor- ve verecek. . .
Oğlum, sen sen ol. . .
İşin doğrusu, mütemadiyen annelik üzerinden yapılan “kadınlık tasviri” bana sadece yanlış ve zararlı değil, hastalıklı geliyor. 25 yaşında bir oğlum var. Şükür, kadın hakları ve eşitlik meselesinde sağlıklı, adil bir bakışa sahip.
Şayet bir gün kalkıp “Annelerin ayaklarının altında cennet yatarmış” diye kendini yere atıp, ayağımı filan öpecek olsa kendisini ilk iş bir uzmana götürürüm. (Ağlarsam da neyi yanlış yaptım diye ağlarım!)
Diyelim ki annelerin yeri cennet -ki bunda da bir ayrım olabilir, zira ben boşanmış bir anneyim ve bu tasvirin dışında kalmış olabilirim- o zaman bir anne olarak beklentim şudur:
Cennet hakkım kalsın, yeter ki oğluma her anlamda eşitliği, adaleti, dürüstlüğün erdemini gösterebilmiş olayım.
Varsın ayaklarımı öpmesin! Saygı el ayak öpmekle değil, birebir ilişkideki davranışlarla gösterilir.

Eğer ki oğlum, bir kadına üstünlük taslamaya, hak ve görev alanlarını “kadınlık görevleri”ne göre belirlemeye ve hele ki kötü davranmaya kalkarsa, işte o zaman annelik hakkımı “helal” etmem.
Ya eşitsin ya değil
Siyasi iktidarın hangi cinsiyetin neye ihtiyacı olduğunu, hangi işi yapıp yapamayacağını söylemesi, ayrımcılıktır. Nokta.

üstelik sınırları bu şekilde çizmenin, AKP’nin gayet hassas olduğu “Türbanlılar üniversiteye gidemez” veya “Muhtar bile olamazsınız” türünden aşağılayıcı, incitici söylemlerden hiçbir farkı kalmıyor.
Evrensel hukukta “eşdeğer olmak” gibi bir kavram da yok. Merak etmeyin, eğer olsaydı hâlâ erkek egemen olan Batı anayasalarında mutlaka yerini bulurdu!
Kadın ve erkek, Türk ve Kürt, çocuk ve yaşlı, gay ve muhafazakâr, kimliğiniz ne olursa olsun, adalet karşısında eşit olmanın tek yolu, eşitliği tanımaktan geçer.
Aksi takdirde, bırakın erkek şiddetini ve kadınların cinayete kurban gitmesini engellemeyi, kadınların yaşam hakkı başta olmak üzere her hakkını yok saymış olursunuz.
İNANçLI İNSAN DA ŞİDDET UYGULAR
Keşke Erdoğan’ın belirttiği gibi “inançlı olan Müslüman” kadın cinayeti işlemez olaydı. . . Ancak Türkiye özelinde “muhafazakârlaşma”yla birlikte kadına yönelik şiddetin arttığı bir gerçek.

Dünyanın her yerinde kadınlar ayrımcılığa, taciz ve şiddete maruz kalıyor. Ne yazık ki inanç ve geleneklerle bağlantılı olarak şiddete dair ortaya çıkan tablo şu: Müslüman ve koyu Katolik ülkelerde kadınlara yönelik şiddet çok daha fazla.

BM’ye göre “İslam adına’
her yıl dünyada öldürülen kadın sayısı 5 bin. Kadınla erkeğin yasalar önünde eşit olmadığı ülkelerin çoğu Müslüman. Üstelik kadın haklarının geride olduğu ülkelerde kadın cinayetlerinin oranı daha yüksek.
29. 11. 2014 – MİLLİYET