NİLAY ETİLER: ALIN TERİ, EKMEK PARASI, CAN PAZARI (04. 11. 2014)

242

ölümlü iş kazaları, işçi sağlığı sorunlarının en görünür olanıdır çünkü ölüm saklanamaz. Oysa işçi sağlığı sorunlarının daha ötesi var; yaralanma, sakatlanma ile sonuçlanan iş kazaları, çoğunun tanıyamadığımız meslek hastalıkları ve işle ilgili daha pek çok sorunlar vs. Bunların önemli bir kısmı kayıtlara girmez.
Her yıl yaklaşık 1000 ila 1500 arasında işçi ölümü Sosyal Güvenlik Kurumunun (SGK) kayıtlarına giriyor. Bildiğiniz gibi bir iş kazasının SGK kayıtlarına girebilmesi için, işçinin öncelikle sigortalı olması gerekir. Geçtiğimiz yıllarda çalışma Bakanlığından bir bürokrat, bu rakamlara bakarak ‘ölümlü iş kazalarının AKP döneminde azaldığını’ söylemişti.
Kayıt dışı çalışan bir kişinin iş kazası kayıtlara geçmese de, son zamanlarda giderek artan bir şekilde toplu ölüm durumlarında artık gizlenemez bir hal alıyor. Daha önceden de söyledik, özelleştirmelerin artışıyla işçi sağlığı sorunsalı toplu işçi ölümleri üzerinden kendini göstermeye başladı. Gelinen noktada Soma, Torunlar, Ermenek ve en son Yalvaç.
Yine daha önce dediğimiz gibi, hani 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, çok kapsamlı, çok iyi bir yasa idi? Hani sadece 50’den fazla işçisi olan işyerlerini değil tümünü kapsamaktaydı? Hatta sadece işçilere değil tüm çalışanları kapsamaktaydı?
O zaman yanlış nerede?
Neoliberal politikaları benimsemiş bir ülkede, bunları süratle uygulayan, patron dostu bir hükümetin varken işçi sağlığı ve güvenliğinden bahsedilebilir mi?

Kapitalizmin kuralıdır; üretim sürecinde emeğin maliyetinin artışı kâr oranını azaltır. Bu maliyetin içinde en temel olan işçilerin ücretleridir, işçi sağlığı ve güvenliği maliyetleri de bu başlık altında ele alınır. Günümüz dünyasında mevcut işçi sağlığı ve güvenliği hizmetleri sanıldığı gibi işverenlerin yufka yürekleri ile ilişkili değildir. Bugün pek çok fabrikada bu hizmetler, uluslararası kalite belgelerini alabilmek için vardır. çünkü bu kalite belgeleri, küresel pazarda rekabet gücünü artırıyor ve pazarı genişletiyor. Ya da tersinden düşünürsek tehlikeli çalışma ortamları, işçi sağlığı hizmetlerinin organize edilmemesi, sendikalaşmanın engellenmesi ya da sendikal nedenlerle işe son verme, çocuk işçi çalıştırma, çevreyi kirletme vb. nedenler, çeşitli kalite belgelerini almanın önünde bir engeldir. Firmalar bu nedenle uluslararası arenada pazar kaybına uğramaktadır. Bunlar, kapitalizmin kendi içinde “ahlaki ve vicdani” kurallarıdır. Taşeronlaşmanın bu kadar yaygınlaşmış olması bir yönüyle bu kurallarla ilişkilidir. Bazı istisnaları olmakla birlikte taşeron firmaların bu zorunlulukları yoktur. O nedenle maliyetler daha düşüktür. O nedenle büyük büyük firmaların altında kurulmuş pek çok şirket vardır.
İş kazalarının patladığı yerlere bakalım: Her yıl onlarca mevsimlik işçi trafik kazalarında can verir: Güvencesiz, sigortasız, geçici süreli bir çalışma söz konusudur, bu işçiler sistemin hiçbir yerinde değildir, o yüzden bunlar resmi olarak iş kazası bile değildir. Soma, Ermenek ve daha yüzlerce maden; rödovans sistemiyle çalışır; yer altındaki madenler, çıkartılması için devlet tarafından taşerona verilmiştir. Ekonominin lokomotifi olan inşaat sektörü ise salkım saçak bir taşeronlar cumhuriyetidir.
Peki, buralardaki çalışma ortamlarını kim denetleyecek? Yanıt çok net: Devlet.
Peki devletin bu alandaki sorumlulukları, kazalar olduğunda ekranlara çıkıp timsah gözyaşı dökmek ve de toplumu dini söylemlerle ikna etmek (fıtrat vb. ) midir? Yoksa bu alanda hizmet verecek elemanların eğitilmesini,
hizmetin sunulmasını, denetlenmesini sağlamak ve sonuçta sorumluluğunu yerine getirmeyenleri cezalandırmak mıdır? Yanıt elbette ikincisi.
AKP’nin 12 yıllık iktidarında yaptıklarına baktığımızda, işçi sağlığı ve güvenliği hizmetleri dahi bu alandaki her şeyi piyasaya açtığını görürüz. Daha da ötesi, bu alanın meslek örgütleri olan Türk Tabipleri Birliği ve Türkiye Mimar ve Mühendisleri Odaları Birliğini, ‘alanı sermaye adına temizlemek için’ devre dışı bırakmıştır. Üstelik bunu büyük bir kinle yapmıştır.
AKP’nin esnaf zihniyetiyle yönettiği ülkede yöntem, deneme-yanılma, yaşayarak öğrenmedir. Bunca ölümden sonra durumu yeni yeni kavramaya başladıklarını ya da “mış gibi” yaptıklarını görüyoruz. Bu yüzden çalışma Bakanı isyan etmekte, bu yüzden Enerji Bakanı maden şirketinin doğal afet tespitini reddetmektedir. Böylece topluma, ‘Bundan sonra böyle olmayacak, gözlerinin yaşına bakmayacağız’ mesajı verilmektedir. Oysa o kin duydukları emek örgütleri bu ülkede işçilerin can güvenliği olmadığını yıllardır söylüyorlar. Yine, bu ülkede AKP çalışma ortamını bu hale getirebilmek için yıllardır uğraşıyorlar. İşte emek düşmanı politikaların sonucu budur!
Hükümetin anlaması gereken diğer konu da şudur: İşçi sağlığı ve güvenliği alanında “deneme-yanılma” yöntemi olmaz, mevzu, yaşayarak öğrenilemeyecek kadar ciddidir. çünkü bu alın teridir, ekmek parasıdır, can pazarıdır. Yaşananlardan öğrenmiş gibi yapmak yetmez. Akılcı, bilimsel yaklaşımlar, emek örgütlerinin akademinin deneyimlerden yararlanmak ve her şeyden önce emek dostu olmak gerekir.
04. 11. 2014 – EVRENSEL