MAHFİ EĞİLMEZ: CADI AVINDAN SUÇ VE CEZA’YA

51

Cadı Avından Suç ve Ceza’ya

Avrupa uygarlığının en karanlık dönemini oluşturan ortaçağda uzunca bir süre cadı avı adı altında yaşanan ve son derecede ağır toplumsal travmalara yol açan bir deli saçmalığı var.

Bu deli saçması facianın en az görüldüğü ülkelerden birisi tarihsel olarak hukuka en fazla bağlı Avrupa ülkesi konumunda öne çıkan İngiltere olmuş. Hukuka bağlı olsa da giderek yaygınlaşan bu çılgınlık eğiliminden kurtulamayan İngiltere’de Matthew Hopkins adında bir hukukçu ortaya çıkmış ve cadı avcılığının lideri olmuş. Hopkins, bir süre avukatlık yaptıktan sonra daha fazla kazanç getirecek işler aramaya girişmiş. O dönemde sefaletin kol gezdiği taşra İngiltere’sinde toplumun yaşadığı sıkıntıları ve eziyetleri mal edecek günah keçileri arandığını kısa sürede fark etmiş ve bunun yolunun kıta Avrupa’sında çığ gibi yayılan cadılık olayının kaşınmasında yattığını keşfetmiş.

Hopkins, bir suçlamadan yola çıkarak bir cadılık davası açmış ve bu davayı kazanınca şöhreti hızla yayılmış. Bir süre sonra kendisini Baş Cadı Avcısı (Witch-finder General) ilan etmiş ve ondan sonra cadı avı İngiltere’de inanılmaz bir hızla gelişmiş. Cadılığından kuşkulanılan insanlar Hopkins’e muayene ettirilir olmuş. Muayenede kişinin vücudunda cadılık belirtileri, yani şeytanın izleri aranıyormuş. Aranan izler genellikle benler, siğiller gibi şeylermiş. Vücuda iğne batırıldığında kan çıkmaması da şeytanla işbirliği yapıldığının belirtisi sayılıyormuş. Cadılığını itiraf etmeyenlere işkenceler uygulanıyor, sanık günlerce uykusuz bırakılıyormuş. Uyumamasını sağlamak için sanık sürekli koşturuluyor, yürütülüyormuş. Günlerce süren uykusuzluk ve yorgunluk sonucu sanık, gerçek dışı şeyler görmeye başlıyor ve aklını yitirme noktasına gelince biraz olsun uyuyabilmek için çaresizlikten cadılık yaptığını kabul etmeye zorlanıyor, kabul edince de yakılarak idam ediliyormuş.

Baş Cadı Avcısı Matthew Hopkins’in, çoğunluğu engelli kadınlardan oluşan iki yüzden fazla insanı cadılık suçlamasıyla idam ettirdiği tahmin ediliyor. Ortaçağ Avrupa’sında cadı idamlarında rekor 25,000 idamla Almanya’da.

Avrupa, yaşadığı bu inanılması güç deli saçmalığından zaman içinde dinde reform yaparak ve hukuk normlarını geliştirerek kurtulmuş. Ceza hukukunun gelişmesiyle suç ve ceza ilişkisinin doğru kurulması, modern mahkemelerin engizisyon adlı dini mahkemelerin yerini almasıyla günah keçilerine işkence uygulayarak suçlu yaratma dönemi son bulmuş.

Türkiye’nin geçmişinde ortaçağ Avrupa’sındaki gibi bir cadı avı öyküsü yok. Buna karşılık cadıların yerine farklı düşüncelerden, farklı inançlardan, farklı eğilimlerden, farklı seslerden olduğu için suçlanan, yargılanan insanları koyduğumuz anda görünüm değişiyor. Bizimle aynı düşüncede, aynı inançta veya eğilimde olmadığı için suçladığımız, tutukladığımız insan sayısı her geçen gün ortaçağ Avrupa’sında işkence edilen cadı sayısıyla boy ölçüşür hale geliyor.

Modern zamanlarda yargısız infaz ve yargılamadan tutuklama, ortaçağdaki cadı avının yerini almış görünüyor.

Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanında baş kahraman Raskolnikov, işlediği cinayetin başlangıçta bir suç olduğuna tam olarak inanmasa da zaman onu, bunun bir suç olduğunu önce kendisine sonra da polise itiraf etmeye kadar götürür. Dostoyevski’ye göre vicdanı, insanın beynini rahat bırakmaz. İnsan bir suç işlemişse bunu sonsuza kadar inkâr etmeyi sürdüremez, sonunda vicdanının sesine teslim olur. Ve adalet sistemi suçun arkasındaki olayları dikkate alsa da cezayı uygular.

Biz bunu tersine çevirmeyi başardık. Üstelik iki yönlü olarak başardık: Suçsuz olanları suçlu gibi göstermeyi ve tutuklu tutmayı, suçlu olanları ise bizden olduğu için salıvermeyi başardık. Çünkü aradığımız şey yalnızca suç ve suçlu değil.

Modern ceza hukuku yaklaşımı, cezayı vermeden önce suçun, suçlu tarafından hangi güdülerle işlendiğine bakar. Buna göre cezanın en alt limitle en üst limit arasında nerede yer alacağını belirler. Bizde durum farklı, biz suçlunun arkasında kim olduğuna bakıyoruz. Eğer suçlunun arkasında olanlar bizdense suçluyu kurtarmanın yollarını arıyoruz. Eğer suçun ve suçlunun arkasında olanlar bizden değilse o zaman kişi suçlu olmasa da cezalandırıyoruz.

Bu uygulamada itirafın önemi yok: Önemli olan suçlanan kişinin kimlerden olduğu. Buralara bakınca Raskolnikov ne kadar saf, ne kadar masum görünüyor göze. Oysa önce bizden biri olmayı seçse, sonra işleseydi cinayeti ve eğer vicdanını bastırmayı da becerebilseydi, sürgüne gitmesine hiç gerek kalmazdı. Biraz mahkeme falan derken ardından serbest kalırdı.

1692 yılında, Amerika’da Salem kentinde birkaç küçük kızın bazı kadınları cadılıkla suçlaması üzerine inanılmaz bir insan avı başladı. Kentte yaşayan birçok kişi cadılıkla suçlandı, yakalandı, hapse atıldı ve işkencelerle öldürüldü.

Senatör McCarthy önderliğinde örgütlenen gruplar Amerika’da 1950’lerde aykırı görüşlü herkesi düşüncelerinden dolayı komünistlikle suçlayarak yıldırdılar. Toplum adeta cinnet geçirerek bir komünizm fobisine tutuldu. Çoğunluğun tarafında olmayan herkes komünist olarak görüldü. Bu davranış tarzı sonradan McCarthy’cilik olarak adlandırıldı.

Arthur Miller Salem cadılığı olayını kendi döneminin McCarthy’ciliğine uyarlayarak ünlü Cadı Kazanı oyununu yazdı.

Yönetim de başka güçler de, tarihte pek çok örneği görüldüğü gibi, zaman içinde bizden olanlar ve olmayanlar ayrımları yapabilir. Önemli olan yargının ne yapacağıdır. Yargı, eğer yönetimin izinden giderek bizden olanlar ve olmayanlar ayrımına göre karar almaya başlamışsa o zaman ortaçağa geri dönülmüş demektir.

İnsan, eğer başkalarına yapılan haksızlıklara başkaldıramıyorsa kendisine yapılan haksızlıklara da baş eğmek zorunda kalır.

Not: Bu yazı, bu blogda ilk kez 2012 yılında yayınlanmış ve sonra birkaç kez tekrar yayınlanmış Cadı Avı ile Suç ve Ceza başlıklı iki eski yazımın bir araya getirilip elden geçirilmiş halidir.

29 OCAK 2025

Kaynak: MAHFİ EĞİLMEZ