2025 yılı 2024’ü aratacak mı?
2024’ü tamamladık; 21’nci yüzyılın ilk çeyreğine girdik.
Hem dünya, hem Türkiye için yarım yüzyıllık bir tarih gezintisi yapmanın en uygun zamanıdır. “Bilanço” değil, birikmiş izlenimlerin, olayların kaynaşmasından oluşan iddiasız bir “gezinti” olarak okunabilir.
Bu elli yıllık dönemi, hem dünya, hem Türkiye için “bir zirveden bir dip noktasına sürükleniş” olarak görüyorum.
Dünya gezintisi ile başlayalım. “Gezinti” olduğu için betimleme ile yetinelim. Çözümlemeyi ileriye bırakalım.
1974-1975: Altın Çağ’ın zirve noktası…
II’nci Dünya Savaşı’nı izleyen 30-35 yıllık dönemi “kapitalizmin Altın Çağı” olarak nitelendirenlere ben de katılıyorum. Bu Altın Çağ, bölüşüm ilişkilerinde ve siyaset alanında emekçi sınıflar ile çevre ekonomileri lehine önemli dönüşümler içerdi.
Batı toplumlarında savaştan dönen milyonlarca emekçi, büyük buhran koşullarına dönüşü reddetmekteydi. Sermaye sınıfları, hem kapitalizmin ana parametrelerini koruyan, hem de sınıflar-arası yerleşik dengeyi dönüştüren refah devleti ilkelerini benimsedi. Batı kapitalizmi otuz küsur yıl boyunca tam istihdam koşulları içinde yaşadı. Millî hasılada ücretlerin payı tırmandı; büyüme temposunun rekor düzeylere yükselmesi kâr kitlesinin artmasını da sağladı.
İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllar, sömürgeciliğin son bulduğu, Afrika ve Asya’da siyasal bağımsızlığın yaygınlaştığı dönemdir. Bağımsızlaşan ülkeler, Bağlantısızlar Topluluğu oluşturdu. Topluluk, Birleşmiş Milletler’de 77’ler Grubu olarak Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen başlığı altında Batı Bloku ile müzakereler yürüttü. Uluslararası ekonomik ilişkilerde de çevre ekonomileri lehinde anlamlı kazanımlar sağlandı.
Uluslararası siyasette Altın Çağ’ın zirvesini temsil eden sembolik bir tarih, 30 Nisan 1975’tir: Amerikalı diplomatlar ve yakın işbirlikçileri Saygon’daki büyükelçilik binasını panik içinde helikopterlerle terk etmektedir. Kent, Vietkong gerillaları ve Kuzey Vietnam tanklarınca işgal edilmektedir. Benzer sahneler 46 yıl sonra (16 Ağustos 2021’de) Kabil Havaalanı’nda tekrarlanacaktır.
Saygon’un Nisan 1975’te düşmesinin kapitalizmin tarihi açısından iki sembolik önemi daha var. Birincisi, ABD’nin Vietnam yenilgisine Amerikan halkının katkısıdır. 1968’de Batı Avrupa’da patlak veren ilerici, anti-kapitalist kalkışmaya, Amerikalılar da (özellikle “Vietnam’a gitmeyi reddeden gençlerle) katıldı. Kongre, kura çekimi ile belirlenen zorunlu/muvazzaf askerliği yasalaştırmıştı. Anti-emperyalist içerik kazanan barışçı muhalefetin baskısı Vietnam savaşını sürdürmeyi imkânsız kılacaktır.
Vietnam’da ABD’nin yenilgisinin ikinci sembolik önemi, ülkenin Kuzey ve Güney bölünmesine son veren Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti’nin bir yıl sonra kuruluşu ile ilgilidir. Bu yeni devletin katılmasıyla reel sosyalizmin genişliği, zirveye, dünya coğrafyasının yaklaşık üçte birine ulaştı. Sadece “alternatif bir sistem” olarak varlığı dahi, dünya siyasetinin dengelerini değiştirmektedir.
Sermaye ve emperyalizmin karşı saldırısı
1970’li yıllar son bulurken uluslararası sermaye, Batı işçi sınıflarının ve Üçüncü Dünya’nın Altın Çağ kazanımlarını, neoliberal bir karşı saldırı ile eritmeyi, tersine çevirmeyi kararlaştırdı. Bu ekonomik saldırı, emperyalizmin saldırganlaşması ile bütünleşti. Elli yıllık dönemin “iniş aşaması” böylece başladı.
21’nci yüzyıla geçişte önce sosyalizmin zayıf halkası Yugoslavya’da, sonra Müslüman coğrafyasının laik, “aykırı” toplumlarında ABD’nin sürüklediği rejim değiştirme operasyonları tasarlandı, uygulandı; milyonlarca insanın ölümüne yol açtı.
1980 sonrasında Afrika’da, Güney Amerika’da “şok tedavisi” içeriği kazanan neoliberal dönüşümün mağdurları, Müslüman coğrafyanın savaş kurbanları ile birleştiler; Avrupa ve ABD’nin Güney sınırlarına yığılan göç dalgaları oluşturdular. Göç, Batı emekçi sınıfların bileşimini etkiledi. Reel sosyalizmin krizi komünist partileri dağıtmaktaydı. Avrupa sosyal demokrasisi sınıfsal programını terk etti; neoliberalizme teslim oldu. “Sahipsiz” kalan Batı işçi sınıfı saflarında milliyetçi eğilimler yeşerdi.
Reel sosyalizm SSCB’de ve Avrupa’da “kendiliğinden” dağılmaya başlamıştı. Emperyalizm bu süreci (gerekirse şiddet yoluyla) hızlandırmaya, denetlemeye yöneldi. Yugoslavya sosyalizmi Almanya’nın tetiklediği parçalanma savaşları ile tarihe karıştı. Gorbaçov, SSCB’yi ekonomide “piyasacı reformlar”, siyasette Komünist Parti iktidarına son veren “liberal dönüşüm” ile canlandırmaya kalkıştı. “Hile ve desiseler” sonunda Batı blokuna teslim oldu.
Doğu Avrupa’da (önceki Sovyet cumhuriyetleri dahil) komünist iktidarların son bulması yetmedi; bu ülkeler tümüyle NATO’ya alındı. Hedef (yeni adıyla), Rusya Federasyonu’nu çökertmeye dönüştü. Ta ki Putin, milliyetçi bir refleksle NATO’nun Ukrayna’ya ve Kafkasya’ya da taşınarak Rusya’yı tamamen kuşatmasını önlesin…
‘Kuyunun dibine’ ulaşıldı mı?
Elli yıllık çevrimin “iniş aşaması” bitmedi mi? Gözlemler “kuyunun dibine” henüz ulaşılmadığını gösteriyor.
Uluslararası siyaseti 2022 sonrasında iki tehlikeli, kapsamlı savaş biçimlendiriyor. Birincisi, Ukrayna’dadır: Bu ülkede Rusya dostu başkan Yanukeviç’e karşı ABD-AB ittifakının 2014’te düzenlediği “renkli darbe” uzantılarına Putin, Şubat 2022’de bir Özel Askerî Operasyon ile son vermeyi kararlaştırdı. ABD, bu savaşı en azından Putin’i devirmek için bir fırsat olarak kullanmaya kalkıştı. NATO’da oybirliği sağlanamadığı için bir “vekâlet savaşını” uygun gördü. Almanya, Britanya, Fransa’nın ve Avrupa Komisyonu’nun tam desteği sağlandı. Rusya’ya karşı “savaşın vekili” Ukrayna oldu. Batı İttifakı’nın sınırsız silah, kredi desteği ile Zelenski, “savaşı son Ukraynalı’ya kadar sürdürecektir”.
Ne var ki, beklenti gerçekleşmiyor; Rusya vekâlet savaşını kazanmakta; “savaşabilecek son Ukraynalı” tükenmek üzeredir. Başkan Biden, görevini Trump’a devretmeden bir ay önce “çılgınca bir hamle daha” yaptı: ABD yapımı füzeler Ukrayna tarafından Rusya-içindeki hedeflere karşı kullanılmaya başlandı. Bu tür bir adımın vekâlet savaşını ABD-Rusya savaşına dönüştürebileceğini Putin daha önce açıklamıştı. Şu anda insanlık, bir nükleer felaket olasılığı da içeren III’ncü Cihan Savaşı eşiğindedir.
İkinci kapsamlı savaş, Orta Doğu’da yaşanıyor. Batı İttifakı’nın sınırsız desteği ile İsrail’in 2023’te Gazze’de başlattığı insafsız saldırı, genişletilerek İran dahil tüm Orta-Doğu’ya taşınacak mı? Bu tasarıma, Trump dahil emperyalizmin tam desteği var. İsrail, ABD ve Türkiye’nin işbirliği sayesinde El Kaide’nin ikinci türevi olan HTŞ, laik, anti-emperyalist Arap milliyetçiliğinin temsilcisi Baas’ın altmış yıllık Suriye iktidarına son verdi. Bu “kazanım” sözü geçen tasarımın stratejik bir adımı olarak yorumlanabilir. Sonrasını endişeyle izlemekteyiz.
Gazze soykırımı Batı’da videolardan canlı olarak izlendi; insanlık tamamen ölmediği için tepkileri tetikledi. Öncelikle Amerikan üniversitelerinde sert protestolara, işgallere yol açtı. İster istemez 1970’li yıllarda ABD’de Vietnam savaşını frenleyen anti-emperyalist hareketin yeniden filizlenmesi akla geldi. Ama, kalkışmalar yerel güvenlik güçleri ile üniversite yönetimlerince hızla bastırıldı. Tekrarı güç görülüyor.
Sol siyasetin sosyal demokrat kanadından beklentiler beyhudedir. İngiltere İşçi Partili başbakan Starmer, Siyonist eğilimlidir; Ukrayna’dan Rusya’ya Britanya yapımı füzeler yollamaktadır. Almanya’da Sosyal Demokrat başbakan Scholz, hem Ukrayna savaşını, hem Gazze soykırımını silah, mühimmat ile sınırsızca destekleyen Batılı liderlerin ön-safındadır. Şubat 2025’te erken seçime gitmekte olan ülkesinde Ukrayna savaşına ilkesel, sert muhalefet, şimdilik sağ (AfD) ve sol (BSW) milliyetçi partiler ile sınırlıdır.
Uluslararası siyasette sağduyuyu temsil eden lider kaldı mı? Donald Trump bu doğrultuda bir soruyu, “ABD, Çin’le birlikte tüm dünya sorunlarını çözebilir” diye yanıtlamış (Xinhua, 16 Aralık 2024).
Güzel, umut verici bir vaat… Ne var ki, dalgalı sicili nedeniyle Trump’ı ciddiye almak kolay değil…Yani, henüz kuyunun dibine ulaşılmadı.
“Elli yıllık Türkiye gezintisi” bir sonraki yazıda…
3 OCAK 2025
Kaynak: SOL