10 maddede asgari ücret notları: Yazılmayanlar ve söylenmeyenler
Asgari ücret tartışmalarında resmi rakamlar ve beklentiler çelişiyor. Güvenilir olmayan enflasyon ve piyasacı ekonomistlerin işaretleri yerine milyonlarca yurttaşın gerçek yaşam maliyetleri ele alınmalı. Gelir adaletsizliği derinleşirken emekçilerin mücadeleyi elden bırakmaması şart.
Türk-İş asgari ücret talebini 29 bin 583 TL olarak açıkladı. Bir bakıma, elini düşük bir düzeyden açarak, bunun oldukça altında bir rakama rıza göstereceğini hissettirmiş oldu. Bu saatten sonra farklı bir rakam telaffuz etmemizin fazla bir anlamı yok. Yalnız, çalışanların komisyondan çıkan sonucu bir kader gibi kabullenmemelerinin, işyeri ve/veya sektörel düzeyde, emeklerinin karşılığını alabilmek için asgari ücretin üzerinde bir ücret artışı elde edebilmek amacıyla mücadeleyi elden bırakmamalarının önemini hatırlatalım.
İsterseniz bu noktada, asgari ücrete ilişkin önemli gördüğümüz 10 noktanın altını çizelim.
1- Kamuoyunda, asgari ücretin hesaplanmasında kullanılacak, tüketici enflasyonu (TÜFE) başta gelmek üzere resmi istatistiklere güven yok. Ekonomi yönetiminin kendi enflasyon öngörüleri de zaten hiç dikiş tutmuyor, her aşamada yenileniyor. Örneğin, 8 Ağustos Enflasyon Raporu’nda yüzde 38 olarak belirlenen 2024 yıl sonu tahmini, Eylül 2024’te yüzde 41,5’e yükseltildi. Çok geçmeden bu oran yüzde 44’e revize edildi. Artık bu hedefin de tutturulma olasılığı kalmadı. 2025 yıl sonu tahmini de yüzde 14’ten bir anda yüzde 21’e çekildi. O nedenle IMF ve piyasacı ekonomistlerin sürekli telkin ettiği, beklenen enflasyona göre asgari ücret belirlenmesinin hiçbir objektif dayanağı bulunmuyor.
2- Asgari ücret dahil, maaş artışları konuşulurken hep yıl sonu tüketici enflasyonu referans alınıyor. Halbuki yurttaş yıl boyu ortalama enflasyonla muhatap oluyor. Fiyat artışlarının ivme kaybetme eğilimi gösterdiği dönemlerde, ortalama enflasyon hep yıl sonunun üzerindedir. Nitekim Kasım 2024 itibarıyla, TÜFE’nin Kasım 2023’e göre değişim oranı yüzde 47,1, buna karşın on iki aylık ortalama enflasyon ise yüzde 60,5. 2025’te de enflasyonun düşüş patikasına girmesi beklendiğine göre, ortalama enflasyon hep yıl sonu hedefinden yüksek seyredecek. OVP’de 2025 yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 17,5 iken, ortalama enflasyon yerine ikame edebileceğimiz deflatör artışı yüzde 33,9’du. Yıl sonu beklentisi TCMB tarafından yukarı yönlü güncellendiğine göre, enflasyonun üst bandı yüzde 26’yı temel alırsak, ortalama resmi enflasyonun yüzde 40-45 aralığında gerçekleşmesinin tahmin edildiğini söyleyebiliriz. Öyleyse rahatlıkla, asgari ücret hesaplamasında ortalama enflasyon temel alınmalı diyebiliriz.
3- IMF, piyasacı ekonomistler ve işveren örgütleri sürekli ücret artışlarının fiyatları beslediği görüşünü, yani “ücret-fiyat spirali” tezini öne sürüyor. Halbuki nedensellik ilişkisi tersine kurulmalı, yani “Enflasyon sebep, ücret artış talebi sonuçtur” diye düşünülmeli. Bunun en açık kanıtı da emek kesiminin savunmacı bir refleksle, ücretlerin geçmişteki enflasyon temel alınarak belirlenmesi talebinde bulunmasıdır. Elbette ücret artışları mal ve hizmet talebini yükselterek enflasyona ikincil düzeyde bir katkı yapar. Ancak çalışanların reel ücret kayıplarına uğraması, yoksulluğu artırmak, satın alma gücünü düşürmek gibi daha ağır sosyal maliyetler yaratır.
4- DİSK-AR’ın büyük bir emek ürünü, kapsamlı Asgari Ücret Raporu 2025’e göre, 8,5 milyon kişi, yani özel sektör işçilerinin yüzde 48,9’u asgari ücretin yüzde 10 altı veya üstü bir ücret alıyor. Bu aralığı yüzde 20’ye genişletince 11,5 milyon kişi ve yüzde 66,1 oranına, yüzde 50’ye yükseltirsek de 14,5 milyon işçi ve yüzde 80 düzeyine çıkıyoruz. Emek piyasasının genel trendi de ücretlerin giderek artan bir ağırlıkla asgari ücret düzeyine yakınsaması doğrultusunda. Bu nedenle istisnai bir ücret olması, en düşük nitelik ve deneyime sahip işçilere uygulanması gereken asgari ücret, ortalama ücrete dönüşüyor. Sonuçta da, her yıl biterken toplumun en fazla tartıştığı konuların başında geliyor.
5- Tez-Koop-İş sendikasının asgari ücret raporuna göre ise Avrupa Birliği Asgari Ücret Direktifi asgari ücretin ülke medyan (ortanca) gelirinin yüzde 60’ı düzeyinde belirlenmesini öneriyor. Asgari ücret bazı ülkelerde, örneğin Fransa’da yüzde 66, Portekiz’de yüzde 64 ile bu oranı aşıyor. Öte yandan Hollanda ve Polonya’da yüzde 57, Almanya’da yüzde 52, Yunanistan’da yüzde 51 gibi asgari ücret düzeyinin bu kriterin altında kaldığı uygulamalar da bulunuyor. Türkiye’de ise, asgari ücretler medyan gelirin yüzde 70’ine yakın hesaplanıyor. Rapor bu durumun nedenini asgari ücretin yüksekliğiyle değil, medyan gelirin düşüklüğüyle açıklıyor. Bu saptamayı TÜİK’in gelir dağılımı istatistikleri de doğruluyor. En zengin yüzde 20’nin geliri, son 10 yılda 2,8 puan artarak toplam gelirin yüzde 48,7’sine kadar yükselmiş. En düşük gelirli yüzde 20’nin payında 0,1 puan; sonraki üç dilimin gelirinde ise sırasıyla 0,7, 1 ve 1,1 puan gerileme meydana gelmiş. Yani en fazla konum yitirenler, gelir dağılımının ortalarında yer alanlar olmuş. Asgari ücret de reel olarak artmadan ortanca gelirin yüzde 70’ine ulaşmış.
6- Benzer bir eğilimi ücretlerin milli gelirdeki payı istatistiklerinde de gözlemliyoruz. İşgücü ödemelerinin katma değer içerisindeki payı 2024’ün 3’üncü çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre yüzde 40,4’ten yüzde 36,4’e geriledi. Bunun başlıca nedeni, asgari ücrete Temmuz ayında ek bir zam yapılmaması, asgari ücretlilerin satın alma gücünün gerilemesi oldu. Buradan hareketle, işgücünün katma değerden aldığı payın 2024’ün son çeyreğinde daha da düşeceğini söyleyebiliriz. Öyleyse, ülkedeki gelir dağılımı bozukluğunu bir nebze de olsa törpüleyecek dokunuş, asgari ücreti tatminkar biçimde artırmak olabilir.
7- Asgari ücret belli işkollarında daha da belirleyici. Bu konuda elimizdeki en ayrıntılı çalışma TCMB’nin 2023 yılı 3’üncü Enflasyon Raporu’nda yer alıyor. Kamu çalışanlarını da içeren, tarım dışı sektörlerde istihdam edilenleri de kapsayan araştırmaya göre, asgari ücret ve altı çalışanların toplam işgücü içerisindeki ağırlığı yüzde 43,1. Ancak kamu yönetimi (yüzde 5,8), eğitim (yüzde 10,1), finans sigorta (yüzde 13,3) olmak üzere bazı sektörlerde bu oran oldukça düşük. Ne var ki giyim (yüzde 70,5), deri (yüzde 69,7), inşaat (yüzde 71,4), yiyecek hizmetleri (yüzde 73), toptan-perakende ticaret (yüzde 64,4) gibi alanlarda ise belirleyici ağırlıkta. Diğer bir ifadeyle, ışıltılı AVM’lerde gördüğümüz tezgâhtarlar, lokanta ve kafelerde bize hizmet ulaştıran gençlerin hepsi asgari ücretle çalışmak zorunda kalıyor.
8- Asgari ücret görüşmelerinde hep manşet enflasyon verileri temel alınıyor. Halbuki farklı gelir gruplarının tüketim kalıpları, buna bağlı olarak da yüz yüze kaldıkları enflasyon farklılık gösterebiliyor. Örneğin yüzde 20’lik en alt gelir dilimi gelirlerinin yüzde 36,6’sını gıdaya, yüzde 29,2’sini konut ve kira harcamalarına ayırıyor. Kasım sonu itibarıyla TÜFE artışı yüzde 47,09 iken gıda enflasyona yüzde 48,57, kira enflasyonu ise yüzde 109’du. Taze sebze-meyve artışları ise yüzde 91,16’yı bulmuştu. TÜİK’in asgari ücretliler için ayrı bir enflasyon açıklaması, o zamana kadar da genelde yüzde 20’lik dilimlerle dar gelirlilerin muhatap olduğu enflasyon oranının dikkate alınması gerekir.
9- Asgari ücretin istisnai bir ücret olması gerekirken, zamanla ortalama ücret haline geldiğini vurgulamıştık. Durum böyle olunca insanların mevcut işlerinde bilgi ve becerilerini artırma, teknolojik gelişmeler doğrultusunda yeni mesleklere yönelme, genelde de eğitim süreçleri sonucu daha iyi ücretler kazanma şevk ve umutları azalır. Bu da yine piyasacı ekonomistlerin “Önce işgücü verimliliği artırmalı” önerisinin, yanlış bir nedenselliğe dayandığını gösterir. Elbet işgücü verimliliğinde makine-teçhizat donanımı, teknoloji kullanımı önemli rol oynar. Ama aynı zamanda işgücünün üretim sürecinde daha nitelikli bir emek arzı sergileyebilmesi için motivasyonunun yükseltilmesi, bu sayede işgücü verimliliğinin artırılması beklenir.
10- Kapitalizmin döngüselliği içerisinde de, emekçinin ertesi gün dinlenmiş, sağlıklı biçimde beslenmiş olarak işbaşı yapması; vardiyada kredi kartı borcunu nasıl kapatacağını, faturalarını nasıl ödeyeceğini düşünmemesi gerekir. Aynı şekilde o çalışanın çocuklarının eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanmasının, gelecek kuşakların sağlık ve donanımlı olarak emek piyasasına katılımının sağlanmasının gözetilmesi de zorunludur. Bunun için asgari ücretin, açlık sınırının üzerine söz gelimi bir yüzde 50 diğer gereksinimlerin karşılanması için gerekli pay eklendikten sonraki düzeyin altına düşmemesi önerilir. Bu ayarlamanın, asgari ücretin bu noktanın altına inmesi halinde otomatik olarak devreye girmesi zor olmaz. Örneğin Kasım 2024’te açlık sınırı 20 bin 562 TL, bunun yüzde 50 fazlası ise 30 bin 843 TL’dir. Asgari ücret asla bu rakamın altına düşmemeli, gerekirse her ay ayarlama yapılmalıdır.
24 ARALIK 2024
Kaynak: BirGün