ADALET BAKANLIĞI ÖNÜNDEN SESLENDİK: YETER ARTIK! İŞİMİZİ, EKMEĞİMİZİ, HAKLARIMIZI GERİ İSTİYORUZ! ALACAĞIZ!

150

Adalet Bakanlığı Önünden Seslendik: Yeter Artık! İşimizi, Ekmeğimizi, Haklarımızı Geri İstiyoruz! Alacağız!

15 Temmuz 2016’da darbe girişimin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal (2016-2018) döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler ile KESK’e bağlı sendikalardan görevinden hukuksuzca ihraç edilen 2.512 KESK’linin 8 yıldır süren adalet arayışı Adalet Bakanlı önünde bugün gerçekleştirilen eylemle kamuoyu gündemine taşındı.

Kanun Hükmünde Kararnameler ile görevinden ihraç edilen KESK’liler çalışma hakkının gaspına karşı tüm haklarıyla işlerine geri dönmek için Adalet Bakanlığı önünde basın açıklaması gerçekleştirildi.

Basın açıklaması metnini KESK Eş Genel Başkanı Ahmet Karagöz okudu.

CHP milletvekilleri Yüksel Taşkın ve Okan Konuralp ile DEM Parti milletvekilleri Özgül Saki, Keziban Konukçu, Ömer Faruk Hülakü, İbrahim Akın ve Zeki İrmez açıklamamıza katılarak destek verdi.

Yeter Artık!  İşimizi, Ekmeğimizi, Haklarımızı Geri İstiyoruz! Alacağız!

Bizler 2 yıl boyunca süren OHAL döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameleri ile (KHK) işinden ekmeğinden edilen KESK’li kamu emekçileriyiz.

OHAL’in üzerinden 8 yıldan fazla bir zaman geçti. Ama OHAL KHK’leri ile işinden ekmeğinden edilen 2 bin 521 KESK’li hala görevine iade edilmedi. En başından beri göz göre göre maruz bırakıldığımız hukuksuzluğa, keyfiliğe karşı adalet arayışımız sürüyor.

Ülkede adaletin tesisinden sorumlu bakanlıktan, Sayın Adalet Bakanı’ndan haftalar öncesinde randevu talebinde bulunduk. Ama ne yazık ki bir cevap almadık.

Bu nedenle 8 yıldır bıkmadan, usanmadan, kararlılıkla sürdürdüğümüz adalet arayışımızın bugünkü durağı Adalet Bakanlığı. 8 yıldır yaşadığımız mağduriyeti bir kez daha dile getirmek, elimizden hukuksuz bir şekilde alınan işimizi, haklarımızı geri verin demek için buradayız.

Hepimiz biliyoruz ki Türkiye OHAL’i ilk defa 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşamadı. Ülkemiz birçok kez darbelere, darbe girişimlerine sahne oldu. Yıllarca sıkıyönetimle, olağanüstü halle yönetildi. Darbelere, OHAL’lere, sıkıyönetimlere imza atanlar her seferinde “Ne yaptıysak halkın, ülkenin çıkarları için yaptık”  dediler.  Oysa bu dönemlerin istisnasız tamamında kaybeden hep halk olmuştur. İşçiler, emekçiler, olmuştur.

Mücadeleci sendikalar, konfederasyonlar kapatılmış, yönetici ve üyeleri tutuklanmıştır. İşçilerin, emekçilerin kazanılmış hakları tek tek budanmıştır. Grevler yasaklanmış, sendikal hak ve özgürlükler rafa kaldırılmıştır. Düşünce ve ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri hakkı gibi en temel haklar yok sayılmıştır. Dolaysıyla bu dönemlerde kaybeden zaten cılız bırakılan demokrasimiz ve adalet olmuştur.

20 Temmuz 2016’da OHAL ilan edenler de yine “halkın çıkarı, ülkenin bekası için” dediler.  OHAL’i 15 Temmuz darbe girişiminin aktörü FETÖ’ye karşı ilan ettik” dediler.  Hatta “OHAL’i biz kendimize ilan ettik” bile dediler.

Ama “üç aya kalmaz biter” dedikleri OHAL’i üçer aylık dönemler halinde tam 7 kez uzattılar. Böylece ülkeyi 16 Nisan referandumuna ve 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine OHAL koşullarında götürdüler.

Kendilerinin de açık açık söylediği gibi “OHAL’den grev tehdidi olan yerlere müdahale etmek için istifade ettiler. OHAL-KHK’lerini torbaya çevirip içine kazanılmış haklarımızı ortadan kaldıran yeni saldırılar eklediler.

Çünkü hedef OHAL’i bu topraklarda kalıcı hale getirecek bir rejime geçmek, tüm toplumu da bu sisteme biat eden kullara dönüştürmekti.

OHAL, işte o rejime giden yolda engel olarak görülen kim varsa onu susturmak, kuşatmak,  etkisiz hale getirmek için fırsat çevrilmiştir.  15 Temmuz darbe girişimi D bu yüzden en yetkili ağız tarafından “Allah’ın bir lütfu”  olarak nitelendirilmiştir.  

2 yıl süren OHAL demokrasinden, emekten, barıştan yana olan, sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi verenler nezdinde tüm toplumu baskı altına almanın, susturmanın bir fırsatı olarak kullanılmıştır.

Değerli Basın Emekçileri,

İşte bunun için KESK ve üye sendikaları KESK’liler OHAL döneminde hedef tahtasına konulmuştur.

Yoksa tüm kamuoyu gibi 4.259 KESK’liyi işinden ihraç edenler de KESK’in nerden gelirse gelsin darbelerin, darbecilerin karşısında olduğunu en başından beri biliyorlardı.

Yıllarca “Beraber yürüdük biz bu yollarda. Beraber ıslandık yağan yağmurda” nakaratını tutturdukları yapı ile KESK’in hiçbir dönem uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını, olamayacağını biliyorlardı.

Yıllarca  “Sadece hayırsever, kendini eğitime adamış bir cemaat”  dedikleri yapının en başından beri KESK’e diş bilediğini biliyorlardı.

O yapının KESK’i düşman ilan ettiğini, bu yüzden savcılarının, hâkimlerinin, polislerinin gece yarısı operasyonlarıyla, baskınlarla, hukuktan yoksun davalarla KESK’i hedef seçtiğini biliyorlardı.

Tüm bunlara rağmen FETÖ adı verilen yapıya karşı ilan edildiği söylenen OHAL’de 4 bin 259 KESK’li KHK ihraç listelerine eklenmiştir.

Çünkü KESK’in bu ülkede emek ve demokrasi mücadelesi arasında köprüler kuran bir konfederasyon olduğunu da biliyorlardı.

KESK’in emeğin haklarını korumanın, kazanımlarını kalıcı hale getirmenin tek yolunun o ülkede demokrasinin, barışın, adaletin, hukukun, laikliğin üstünlüğünün tesis edilmesinden geçtiği bilinci ile mücadele eden bir konfederasyon olduğunu biliyorlardı.

Emekçileri bölmek için iktidarların gölgesinde büyütülen sarı sendikalara, Truva atlarına karşı en başından beri mücadele edenlerin KESK’liler olduğunu biliyorlardı.

KESK’in kurulduğu günden beri, iktidarda kimin olduğundan bağımsız olarak,  kamu emekçilerinin haklarını ve çıkarlarını korumak görev ve sorumluluğu ile çalışma hayatındaki anti demokratik düzenlemelere karşı mücadele eden bir konfederasyon olduğunu da çok iyi biliyorlardı.

İşte bunun için 4 bin 259 KESK’li OHAL-KHK’leri ile işinden, ekmeğinden edilmiştir.

Hangi suç ile isnat edildiğimizi dahi öğrenemediğimiz, savunma hakkımızı kullanamadığımız OHAL Komisyonunun sadece dosya incelemesi üzerinden verdiği kararlar ile ardından özel yetkili idare mahkemelerinin, istinaf Mahkemeleri ile Danıştay’ın verdiği kararlar ile sekiz yılımız çalınmıştır.

Bunun için sendikal hak ve özgürlükler mücadelemize diş bileyen amirlerin, yöneticilerin, gizli tanıkların ifadelerine sarıldılar. Sosyal medya hesaplarımızı didik didik ettiler.

Bunları “iltisak”, “irtibat” gibi hiçbir hukuk sisteminde yer almayan ucube kavramlarla ilişkilendirerek ihraç gerekçesi diye sundular.

Geçtiğimiz sekiz yıl boyunca hukuk öylesine ayaklar altına alındı ki hangi birisini anlatalım.

  • Konfederasyonumuzun, sendikalarımızın yaptığı halka açık basın açıklamalarına, toplantılara katılan yüzlerce üyemiz haklarında açılan soruşturmalar, davalar gerekçe gösterilerek ihraç edildi.
  • Üstelik bu davalardan çıkan beraat kararları, hükmün açıklanmasının geriye bırakılması kararları yok sayıldı. İhraç için hakkında soruşturma açılması, dava açılaması tek başına yeterli sayıldı.
  • Garabet öyle boyutlara ulaştı ki; bekar olan,  hiç evlenmeyen, çocuğu olmayan bir arkadaşımız çocuğunu FETÖ adlı yapı ile iltisaklı bir okula gönderdiği gerekçesi ile işinden ihraç edildi.
  • Bazı arkadaşlarımız ihraç edilen arkadaşlarına “geçmiş olsun” ziyaretine gittiği için ihraç edildi.
  • En acısı, bir üyemizin ihraç gerekçesi olarak, 104 canımızı bizden koparan 10 Ekim “Ankara Gar katliamının yaşandığı mitinge katılanalar arasında yer almak” gösterildi.

Değerli Basın Emekçileri,

Geçtiğimiz sekiz yılda yaşamadığımız acı kalmadı.

İhraç edildikten hemen sonra pasaportlarımıza el konuldu. Emeklilik haklarımız elimizden alındı. Sağlık hizmeti almamız engellendi. Banka hesabı açmamıza bile izin verilmedi.

Bazılarımız yaşadığımız şehirleri terk etmek, bazılarımız ailelerimizin yanına dönmek zorunda kaldık.

Özel sektörde işe girmemiz, iş kurmamız bile engellendi. Düşmanlık işsizliğe, sefalete mahkûm ettikleri ihraçlara, bizlere “ağaç kabuğu yesinler”  diyecek boyutlara ulaştı.

Sadece biz değil, ailelerimiz bile cezalandırıldı. Sosyal güvence haklarımız elimizden alındığı için bakmakla yükümlü olduğumuz annemizin, babamızın, çocuklarımızın bile sağlık hizmetlerinden yararlanmalarının önüne geçildi.

KPSS’yi kazanan çocuklarımızın önüne mülakatlarda,  güvenlik soruşturması ve arşiv kaydı araştırmalarında bizim ihraç dosyalarımız konuldu, kamuda işe girmeleri engellendi.

Bu süreçte en az 52 kamu emekçisi ihraç sonrası yaşadığı ağır sorunlar nedeniyle içine girdiği çıkmazdan kurtulamayarak intihar etti.

Yine onlarca kamu emekçisi yaşadığı ağır psikolojik travma ve stres nedeniyle kalp krizi, beyin kanaması, kanser gibi ağır hastalıklara yakalanarak yaşamını yitirdi.

İhraç edilenler arasında geçimini sağlamak için inşaat vb. işlerde çalışırken iş kazaları nedeniyle yaşamını yitiren arkadaşlarımız oldu.

OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu ise hepimizle dalga geçer gibi, onlarca arkadaşımız hakkında hayatını kaybettikten sonra göreve iade kararı verdi.

11 Ocak 2016 tarihinde “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı barış bildirisini imzalayan üyelerimiz 26 Temmuz 2019 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nde açtıkları davayı kazandı.  Buna rağmen ihraç edilen Barış Akademisyenlerinin görevlerine dönmesi hala engellenmektedir.

Tüm bunları hala “olağan” görenlere, buradan bir kez daha sesleniyoruz. 

Yeter artık! Bu hukuksuzluğa, bu zulüm son verin. Elimizden alınan işimizi, ekmeğimizi, haklarımızı geri verin.

KESK olarak bundan sonraki süreçte de KHK’lı üyelerimizin sesi olmaya devam edeceğiz.

KHK’lı üyelerimizin işlerine bir an önce dönebilmesi için TBMM, bakanlıklar, siyasi partiler vb. kurumlarla çalışmalarımızı sürdüreceğiz.

KHK’lı üyelerimizin durumunu uluslararası sendikal hareketin de gündeminde tutmaya devam edeceğiz.

Üyesi olduğumuz Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) ile Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) başta olmak üzere birlikte mücadele yürüttüğümüz tüm uluslararası sendikalara tekrar tekrar ileteceğiz.

Ayrıca, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Avrupa Konseyi vb. ilgili uluslararası kurumlara da raporlarımızı sunmaya, çözüm taleplerimizi iletmeye devam edeceğiz.

Son KHK’lı üyemiz de tüm haklarını alarak işine dönene kadar mücadelemizi yürüteceğiz.

Ne bu hukuksuzluğa, adaletsizliğe, çürüyen düzene alışacağız.  Ne de zulmün efendileri önünde boyun eğeceğiz.

Çünkü bizler biliyoruz ki;

Düşlerin sonsuza koştuğu yerde,

Sabrın çiçeklerinin açtığı yerde,

Asla kapanmaz yaşanan defter.

Çünkü tarihin en güzel yerinde,

Son sözü hep direnenler söyler.