Türkiye ekonomisi büyümeye devam ediyor.
Temmuz-Ağustos-Eylül ayları ortalama büyümesi yüzde 3,9! Ülke ekonomisi açısından ‘idare edilir’ sayılabilecek, hükümet için ise fena bulunmayacak bir rakam.
Lakin ortada bir risk var. Hükümetin uyguladığı ekonomik modelden olumsuz etkilenen geniş yığınlara yönelik bir risk bu.
Riskin ne olduğunu ortaya koymadan önce uygulanan ekonomik modeli ve sonuçlarını hatırlayalım.
Modelin adına ne denirse densin hükümetin modele yönelik hedefi-seçim arifesinde-netti!
Hedeflerden birincisi… Emek ağırlıklı üretim yapan (İnşaat, tekstil, ihracatçı KOBİ, hizmet sektörü vs) sermaye kesimlerini destelemek.
İkincisisi ise… ‘Yüksek büyüme’ sağlamak.
Yüzde 85’lik enflasyon karşısında yüzde 9’luk faiz uygulaması da… Belli sosyal yardımları artıran maliye politikası da… Ucuz kredi dağıtılması da… Hepsi ama hepsi belirlenen hedeflere yönelikti.
Varsın enflsayon yüksek çıksındı. Varsın yoksulluk derinleşsindi.
Bunlar öncelik değil, ‘sabır’ denilip ileride çözüleceği vaat edilenlerdi.
Nitekim (Son açıklanını dahil etmeden) Türkiye ekonomisi sekiz çeyrek aralıksız büyüdü. Ortalaması da yaklaşık yüzde 6,5 oldu.
Dünyadaki en büyük iki büyüme ortalamasından birini yakaladı.
Bunun istihdama da katkısı oldu. Covid 19 salgını nedeniyle işini kaybeden milyonlar tekrar işe geri döndü.
Değersiz TL, ucuz emek, pandemi sonrası canlanan Avrupa pazarı derken ihracat arttı.
Kredi ile tüketim pazara can verdi.
Ucuz krediyi kapan firmalar stok üretimi yaptı, çarkları döndürdü.
Çarklar dönerken ithalat arttı; ithal edilen ürünlerin iç piyasadaki ticareti, dağıtımı ve pazarlaması iktisadi faaliyetleri hareketlendirdi.
Kısacası ekonomi canlandı!
BEDELİNİ ÖDEYENLER
Söz konusu modelin bedeli ise geniş emekçi kesimler için çok ama çok ağır oldu.
* Yüksek enflasyon milyonlarca insanı yoksullaştırdı.
* Kurlar 18 TL’nin üzerine çıktı.
* Yüksek enflasyon ve değer kaybeden lira nedeniyle alım gücü geriledi. Yılbaşında alınan yüzde 50’yi aşan ücret zamlarına karşın, ücretlilerin alım gücü enflasyon ve hayat pahalılığı artışının gerisinde kaldı. Asgari ücrete ikinci kez zam yapıldı sonuç değişmedi.
* Emeğin milli gelirden aldığı pay yüzde 40’lardan yüzde 30’un altına geriledi.
* Ortalama ücret bile açlık sınırına geldi. Türk-İş’in dün açıklığı 25 bin TL’yi aşan yoksulluk sınırının yanında ise devede kulak kaldı.
* Alım gücü gerileyen yurttaşlar çareyi borçlanmakta buldu. Kredi kartı borcunu ödeyemeyen vatandaşların sayısı çığ gibi büyüdü.
* Kredi kartı borcunu ödeyemeyen kişi sayısı 4 milyonu aştı.
* Kredi ve kredi kartı borcunu ödeyemediği için kara listeye alınanların sayısı son bir yılda 1 milyonu aştı.
* 20 milyon insan yardıma muhtaç hale getirildi.
* Faiz getirisini kaybeden para sahipleri gayrimenkule yöneldi konut fiyatları rekor artış gösterdi. Bu artış pandemi sonrası dünyada Türkiye’yi açık ara lider konumuna yükseltirken, milyonların ev alabilme hayalini söndürdü.
* Konut fiyatlarındaki yükseliş kiraları da uçurdu.
* Yüksek konut fiyatları ve yüksek kiralar kentlerde barınma sorununa yol açtı.
Bu ağır bedele karşılık banka kârları ilk 8 ayda 5’e katlandı.
Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu verilerine göre… Bankacılık sektörü net kârı 48 milyar liradan 252 milyar TL’ye çıktı.
İlk 8 ayda şirket kârları da katlandı.
Özet: Zengini daha zengin, fakir daha fakir kılan bir sistem uygulamada, fakirden alınıp zengine veriliyor!
BAĞIMLILIĞA DEVAM
Önceki gün açıklanan TÜİK verileri gösterdi ki… ‘Ucuz döviz ihracatı artıracak dış bağımlılık azalacak’ iddiası karşılıksız çıktı.
Ekim ayında ihracat sadece yüzde 3 artarken ithalat yüzde 31 artış gösterdi.
İlk 10 ayda ihracat 209 milyar doları bulsa da ithalat 300 milyar doları geçti. Ticaret açığı 91 milyar dolara ulaştı.
İhracat, ithalatın yüzde 70’ini bile karşılamıyor.
‘Rekabetçi’ kur (Değersiz TL) üzerinden dış açığı çözme iddiasının gelip dayandığı yer tarihin en yüksek dış ticaret açığını vermek oldu.
Açığın yılın sonunda 100 milyar doları aşacağı tahmin ediliyor.
Tabloda da görüleceği üzere hükümetin modeli ithalatı patlattı. Dış ticaret açığına rekor kırdırdı. Bütün ‘yerli-milli’ iddialarına rağmen sonucun ağır bir bağımlılık olduğunun göstergesidir bu tablo!
Buna rağmen ihracatçı KOBİ’ler memnun. Ve ücretlerin artmasını istemiyorlar. Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mustafa Gültepe’nin asgari ücret çağrısı bunun kanıtı: Asgari ücretin 300-350 dolar (5500-6500 TL) olması gerekir.
Emeğin ucuz olmasını istiyorlar. Çünkü ihracatçılar için ucuz TL’nin avantaj getirebilmesi emeğin ucuz olmasına bağlı.
YENİ RİSK!
İhracatçı patronların ücretin düşük tutulması talebinin yanı sıra emekçiler için yeni bir risk belirdi: İşsizlik!
Meseleyi açalım biraz.
Yukarıda belirttiğimiz gibi ekonomi yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 3,9 büyüme kaydetti. Fakat yine emeğin aldığı küçüldü.
Milli gelir pastasından işgücünün aldığı pay 3. çeyrekte yüzde 26,1’e geriledi. Bu geçen yılın 3. çeyreğinde bu oran yüzde 29,5 idi.
Emekçinin aleyhine, 3 puandan fazla, bir bölüşüm bozulması var!
Yani, ekonomi büyürken emekçiden alıp patrona daha fazla vermeye üçüncü çeyrekte de devam edilmiş.
Patronlar bu kara habere yenilerine ekleyebilir. Zira ekonomi geçen yıla göre büyürken, bir önceki çeyreğe göre ise yüzde 0,1 oranında küçüldü.
Ve böylece de… 8 çeyrek üst üste yaşanan büyümenin ardından daralma yaşandı.
Uzun süredir kazançlarına kazanç ekleyen patronlar şimdi bunun bedelini de emeğe ödetme hazırlığında.
Geçen ay açıklanan istihdam verileri istihdamda azalış, işsiz sayısında artış gösteriyordu. Antep’ten Çerkezköy’e, Türkiye’nin bir ucundan diğer ucuna işsizlik haberleri geliyordu.
Patronlar şimdi, ‘Ekonominin temposu düştü işsizliğin artışa geçmesi kaçınılmaz’ havası çalıyor.
Patronların böylesine kazandığı, emeğin bedel üzerine bedel ödediği böylesi bir dönemde hiç de az olmayan işsiz sayısına yenilerinin eklenmesi kabul edilemez.
Hele de…
Yaşları 15-24 arasında olan 3 milyon 3 bin gencin kayıp olduğu (eğitimine devam etmediği ama bu rağmen işte olmayıp boşta gezdiği; ana-baba parası yemek zorunda kaldığı) bir ülkede.
1 ARALIK 2022 – EVRENSEL