YILIN SON KPDK TOPLANTISI GERÇEKLEŞTİRİLDİ

443

Pandemi tedbirleri çerçevesinde çevrimiçi olarak gerçekleştirilen, kamu çalışanlarının sorunları, çalışma hayatı ve sendikal sorunlar gündemli toplantıya Konfederasyonumuzu temsilen MYK üyemiz- Kadın Sekreterimiz Döne Gevher Koyun katıldı.

Toplantının açılış konuşmasını yapan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, siyasal iktidarın bugüne kadar çizdiği pembe tablolara paralel bir söylemi devam ettirmiştir.

Pandemi sürecinde gelişmiş ülkelerin ekonomilerinin bile sarsıldığını, çeşitli ürünlerin üretiminde sorunlar yaşandığını, üretim ve tedarik zincirlerinin koptuğunu, raflara konulacak ürünlerin tedarikinde sorunlar yaşandığını ileri süren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı küresel alanda yaşanan bu sorunlardan Türkiye’nin de etkilendiğini ancak dünyanın her yerine yayılan güçlü bir  ulaşım ağına sahip olması, güçlenen üretim alt yapısı  ve sergilenen başarılı yönetim ile söz konusu sorunların  asgari düzeye çekildiğini iddia etmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından yapılan konuşmada ülkede yaşanan işsizlik, yoksulluk, derinleşen gelir adaletsizliği, kişi başına milli gelirin 10 öncesinin altına düşmesi, çalışan her iki kişiden birinin 2.825 TL asgari ücret ile yaşam savaş vermesi gibi temel gerçekler bir kez daha görmezden gelinmiştir.

Bildiğiniz gibi Türkiye ekonomisi bu yılın ilk çeyreğinde %7,2, ikinci çeyreğinde %21,7 büyümüştü. Bugün üçüncü çeyrek rakamları açıklandı. Üçüncü çeyrekte ekonomi %7,4 büyüdü. Tahminler yıl sonunda %10 civarında bir büyümeyi işaret etmektedir” diye konuşan Çalışma Bakanı söz konusu büyümenin emekçilere, halka yansımadığı gerçeğini elbette ki es geçmiştir.

Bu noktada Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Bilgin’in TL’nin özellikle son üç ayda döviz kurları karşısında adeta pula döndüğü koşulları “üretime, büyümeye yansımayan, serbest piyasa ekonomisi içinde çözülecek parasal olaylar” olarak nitelendirmesi “dikkat çekmiştir.

Türkiye’nin pandemi döneminde dünyada vatandaşlarına doğrudan gelir desteği veren ülkeler sırlamasında son sıralarda yer alması, üstelik verilen doğrudan gelir desteğinin %80’nin İşsizlik Sigortası fonundan karşılanması gibi herkesin bildiği gerçekleri de görmezden gelen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, iktidarın pandemi sürecinde sosyal politikalara daha fazla ağırlık verdiğini ileri sürmüştür.

Bu kapsamda “geçtiğimiz dönem yapılan toplu sözleşmelerin o dönemin şartları için oldukça büyük memnuniyet yarattığını” iddia eden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı “toplu sözleşme kapsamında daha yerine getireceğimiz konular vardır. Bunların başında 3600 ek gösterge, sözleşmeliler meselesi, emeklilerin hayat şartlarının iyileştirilmesi gelmektedir. Ama öncelikli meselemiz 3600 meselesidir. 3600 iyi niyet ifadesi olmaktan çıkararak çözmek mecburiyet haline gelmiştir. Bunun için bakanlık içinde bir kurul oluşturduk, çalışmaları tamamladık. Şimdi diğer bakanlıklar ile görüşmelerimiz devam ediyor. Toplu sözleşmede yetkili olan Memur Sen’in katılımı ile birlikte bu sorunu ele alıp, çözeceğiz” diye konuşmuştur.

Sözleşmeli personel konusunda da benzer bir çalışmanın yapıldığını kaydeden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı sözleşmelilerin 3+1 diye bilinen çerçeve içinde onların kadro haklarını kazanması için de gereğini yapacağız” demiştir. Böylece bugün sayıları kamuda 531 bini aşan sözleşmelilere kadro yerine, ne zaman hayata geçirileceği belli olmayan “3+1 olarak bilinen süreli sözleşmelilik” vaat etmiştir.

Çalışma Bakanı kamu personelin çalışma ilgili, özlük haklarının geliştirilmesi ile ilgili çeşitli sorunları olduğunu kaydetmiş, sözlerini “bu sorunları sosyal ortaklarımız ile birlikte ele alarak çözeceğiz” diyerek tamamlamıştır.

Toplantıya Konfederasyonumuzu temsilen katılan Kadın Sekreterimiz Döne Gevher Koyun Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından çizilen pembe tablonun ülkede yaşanan gerçekleri yansıtmadığının altını çizdiği konuşmasında bugün tüm ülkenin temel sorununun yaşanan ekonomik kriz, zam furyası ve döviz kasırgası olduğunu vurgulamıştır.

Emekçilerin maaşlarını, ücretlerini Dolar ve Euro olarak almadığını ancak sanayiden, tarıma, ham maddeden ilaca, akaryakıttan doğalgaza kadar hemen her üründe ithalata bağımlı hale getirilen Türkiye’de kurdaki her değişikliğin  tüketilen tüm ürünlere zam olarak yansıdığına dikkat çeken Kadın Sekreterimiz, “Bu koşullarda asgari ücretlilerden,  emeklilere,  kadrolusundan sözleşmelisine emeği ile geçinen tüm kesimlerin reel geliri her geçen gün erimekte,  ekmeği gittikçe küçülmektedir” diye konuşmuştur.

Kamu emekçilerinin, emeklilerin reel geliri adeta buharlaşmaktadır.  Bu yılın başında yani 2021 yılının Ocak ayında 3.930 TL olan en düşük kamu emekçisi maaşı enflasyon farkı ve toplu sözleşme artışı ile Temmuz ayında 4.239 TL olmuştur. Ancak söz konusu maaş Kasım ayında gelir vergisi dilimi etkisi ile 4.154’TL’ye düşmüştür.

Ocak başında 7,37 olan dolar kuru bugün 12,90 TL dir.  En düşük kamu emekçisi maaşı ile Ocak ayında 533 dolar alınabiliyor iken bugün en düşük kamu emekçisi maaşı ile alınan dolar tam 210 dolar azalarak 323 dolara inmiştir.

Yine söz konusu maaşla Ocak ayında 5,2 adet çeyrek altın alınabiliyor iken bugün 3,4 adet çeyrek altın alınabilmektedir” diyen Kadın Sekreterimiz dolayısıyla son toplu sözleşme ile yapılan maaş artışlarının bir karşılığı kalmadığını vurgulamış, yaşanan kayıpların giderilmesine, İnsanca Yaşamaya Yetecek Bir Ücrete ilişkin taleplerimizi ifade etmiştir.  

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’in konuşmasında sosyal devlet ve sosyal politika araçlarına değindiğini ifade eden Kadın Sekreterimiz bu kapsamda en önemli aracın bütçeler olduğuna dikkat çekerek,

Biz KESK olarak yaklaşık bir aydır bunun için ülke çağında bir çalışma yürütüyoruz. Önümüzdeki günlerde anayasal haklarımızı kullanarak etkinlikler, basın açıklamaları, imza kampanyaları ve mitingler düzenleyeceğiz. Eğer sosyal devletten, adaletten yana isek öncelikle halktan, emekten yana bir bütçe oluşturmamız gerekiyor” diye konuşmuş ardından bütçe taleplerimizi sıralamıştır.

Geçtiğimiz toplu sözleşme görüşmelerinde 3600 ek gösterge ile birlikte en çok öne çıkarılan başlık sözleşmelilerin kadroya alınması başlığı olduğunu hatırlatan Kadın Sekreterimiz, ancak aradan geçen sürede bunun unutulduğunu,  resmi verilerin çalışanların güvenceye en çok ihtiyaç duyduğu pandemi sürecinde sözleşmeli istihdam da patlama yaşandığını gösterdiğini kaydetmiştir.

Kadın Sekreterimiz, beş yıl önce kamuda istihdam edilen her 100 kamu emekçisinden 5’i sözleşmeli personel iken  bugün kamuda istihdam edilen her 100 kamu emekçisinden 15’nin sözleşmeli personel olduğuna dikkat çekerek,  

“Bu muazzam bir artıştır. İstisnai bir istihdam olması gereken sözleşmeli istihdam  eğitim ve sağlık alanı başta olmak üzere neredeyse tüm asli ve sürekli hizmetleri de kapsar hale gelmiştir.

Gelinen noktada gittikçe büyüyen sorununun yıllardır mahrum bırakılan hakları taksit taksit yeniden düzenleyen ya da Sayın Bakanın çözüm olarak sunduğu 3+1 süreli sözleşmeli gibi palyatif yöntemlerle çözülmesi mümkün değildir.  Tek çözüm sözleşmeli, vekil, ücretli gibi her ne ad altında olursa olsun tüm güvencesiz istihdam biçimlerine son verilmesi, tüm kamu emekçilerinin güvenceli- kadrolu olarak istihdam edilmesidir” diye konuşmuştur.

Kadın Sekreterimiz, bugün kamu emekçilerinin temel gündem maddelerinden birisinin de 3600 ek gösterge konusu olduğunu son “toplu sözleşmede” tarafların bu konuda çalışma yapma kararı aldığını açıkladığını hatırlatarak,

“Konuya ilişkin bizzat Cumhurbaşkanı tarafından bazı meslekler için verilen sözün üzerinden üç buçuk yıl geçti. Toplu sözleşmenin üzerinden de üç ay gibi bir zaman geçti. Ancak bugün burada yapılan konuşmalardan hala net bir adım atılmadığı, hala konuya ilişkin komisyonun ne zaman toplanacağının belli olmadığı anlaşılıyor.

Üç buçuk yıl önce verilen 3600 ek gösterge sözünün tüm kamu emekçilerini de kapsar bir şekilde bir an önce hayata geçirilmesi adaletin sağlanmasının bir gereğidir. Kamu emekçileri sürecin şeffaf bir şekilde yürütülmesini ve sorunun bir an önce adil şekilde çözülmesini beklemektedir.

Buradan altını çizerek vurgulamak isterim ki, konu ne seçimlere malzeme yapılmalı, ne TİS mutabakatının başarısızlığının üzerine örten malzemeye dönüştürülmelidir” diye konuşmuştur.

Konuşmasının devamında kamu emekçilerinin maaş artışlarını daha ceplerine girmeden buharlaştıran gelir vergisi dilimi adaletsizliğine değinen Kadın Sekreterimiz;  

“Adaletsiz gelir vergisi dilimleri nedeni ile başta sözleşmeliler olmak üzere kamu emekçileri daha yılın ikinci yarısına girmeden bir üst vergi dilimine girmektedir.

Bordro mahkumu kamu emekçileri ve işçiler, gelir vergisi tarifesindeki dilimlerin yeniden değerleme oranında artırılmamış olması nedeniyle oluşan fark ile bir tür  gizli vergi artışına tabi tutulmaktadır.

Yıllardır yaşanan bu adaletsizliğin giderilmesi için birinci vergi diliminin %15 ten % 10’a düşürülerek, yoksulluk sınırına kadar olan maaşların-ücretlerin birinci vergi diliminde sabitlenmesi talebimizi buradan bir kez daha ifade ediyoruz” diye konuşmuştur.

Kadın Sekreterimiz konuşmasını,  kamu emekçilerinin yıllardır biriken temel sorunlarını, bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerini on beş yirmi dakika içinde ifade etmenin mümkün olmadığını kaydederek,  toplu sözleşme sürecinde ifade ettiğimiz temel taleplerimizi özetleyerek sürdürmüştür.

Kadın Sekreterimiz konuşmasının sonunda yönetici ve üyelerimizi hedef alan OHAL hukuksuzluğunun devamı niteliğindeki ihraçlar konusuna özel bir parantez açmıştır.

Resmi olarak sona erse de ne yazık ki OHAL uygulamalarına devam edilmektedir. Hukuksuz ihraçlara itiraz için kurulan komisyonun ismi dahi değiştirilmemiştir.  

Komisyon 5 yıldan fazladır çalışıyor ama hala kalan 8.343 dosyanın incelemesi devam ediyor.

Diğer yandan OHAL uygulamalarının devamını sağlayan 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesi ile 375 sayılı KHK’ye eklenen geçici 35. Madde eliyle ihraçlar devam ediyor. Uzatılmış OHAL diye adlandırılan 35. Madde üzerinden her bakanlık bünyesinde bakanlık oluru ile bir komisyon kurulmakta, OHAL KHK’leri ile yapılan ihraçlarda olduğu gibi ‘mensubiyet’, ‘iltisak’ya da’irtibat’ kavramları üzerinden yedi gün içinde savunma istenmekte, kısa sürede de önceden alındığı net olan ihraç kararları verilmektedir. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunun çalışma tarzında olduğu gibi bu komisyonlarında da hangi tarihte, ne tür bilgi ve belgeleri incelediği, ne tür kanıtlara dayanıldığı belirtilmemektedir.

Birçok dosyada aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen insanların öğrenciliklerinden, memuriyete başlamadan önce haklarında açılan ve beraat ile takipsizlikle ya da kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlarla sonuçlanan davalar ihraç için yeterli görülmektedir.

Sayın Bakan ve değerli katılımcılar, bakın bu ülkede eğer iktidardaysanız, iktidara yakınsanız geçmişte hakkınızda Terörle Mücadele Kanunu’na muhalefetten dava açılmış olsa da, hapis cezası verilse de her makama, hatta Cumhurbaşkanlığına dahi gelebilirsiniz ancak muhalifseniz,

Ne yazık ki bu ülkede iktidardan kimin ya da kimlerin olduğundan bağımsız olarak en başından beri sendikal mücadeleden taviz vermeyen, emek ve demokrasi mücadelesini sürdüren KESK’lilerin ihracı için haklarında bir soruşturma açılmış olması yeterli görülmektedir.

Bu garabetin hukuken açıklamasının olmadığını biliyoruz, ancak siyaseten açıklamasına da sanırım zamanımız yetmeyecektir! Konuşmamı sonlandırırken bir gün hukuk herkese lazım olacak diyorum”

Diyerek sözlerini tamamlamıştır.

Kadın Sekreterimizin KPDK Toplantısı Konuşma Metninin Tamamı Aşağıdadır.

Sayın Bakan,

Konfederasyonların ve Sendikaların Değerli Temsilcileri,

Hepinizi Konfederasyonum adına selamlıyorum.

KPDK toplantısının gündemi kamu çalışanlarının sorunları, çalışma hayatı ve sendikal sorunlar! Bu başlıklar saatlerce, belki de günlerce konuşmayı gerektiriyor.

Ancak toplantının süresi belli ve maalesef geçmiş KPDK deneyimlerimizden de biliyoruz ki, bu toplantılar sorunları çözmekten oldukça uzak. Yine de en azından bazı adımların atılmasına vesile olmasını dileyerek kısa birkaç başlıkla sınırlayarak temel bazı hususlara değinmek istiyorum.

Değerli Katılımcılar,

Öncelikle bugün sadece kamu emekçileri olarak bizlerin değil, tüm ülkenin temel sorunu yaşanan ekonomik kriz, zam furyası ve döviz kasırgasıdır.

Sayın bakan açılış konuşmasında büyüme rakamlarını verdi, üretimin arttığını, pandemiye rağmen ekonominin büyüdüğünü kaydetti.

Ama hepiniz biliyoruz ki ekonominin büyümesi tek başına yeterli değildir. Önemli olan pandemi koşullarında bile emeğiyle,  alın teriyle üretimi artıran işçilerin, emekçilerin bu büyümeden aldığı paydır. Yani kimin büyüdüğüdür.

Bu açıdan baktığımızda,

  • Kişi başına milli gelirin 10 öncesi rakamlarının altına düştüğü,
  • Geniş tanımlı işsiz sayısının 8 milyona ulaştığı,
  • Gelir adaletsizliğinin derinleştiği, toplumun en zengin %10’luk kesiminin toplam gelirden aldığı payın en yoksul kesimin aldığı payın 20 katına ulaştığı,
  • 84 milyon vatandaşın 51 Milyonun yoksulluk, 16 milyonun açlık sınırı altında bir yaşam sürdüğü,
  • Çalışanların neredeyse yarısının 2.825 TL olan asgari ücrete mahkum edildiği,

Ortadadır. Dolayısıyla bu tabloda büyüyen toplumun %1’ini bile teşkil etmeye sermaye ve patronlardır. İşçilerin, kamu emekçilerinin, asgari ücretlilerin omurgasını oluşturduğu %99’un ise geliri erimekte, yoksulluğu artmaktadır.

Merkez bankasının faiz indirimi kararları sonrasında TL’nin döviz karşısındaki değer kaybı ve buna bağlı olarak zam yağmuru daha da hızlanmıştır.

Dalgalı kur sistemine geçişle birlikte TL’nin değeri neredeyse saatlik değişir hale gelmiştir.

Evet, bizler, bu ülkedeki emekçiler, maaşlarımızı, ücretlerimizi Dolar ve Euro olarak almıyoruz. Ancak çünkü sanayiden, tarıma, ham maddeden ilaca, akaryakıttan doğalgaza kadar hemen her üründe ithalata bağımlı bir ülkede yaşıyoruz.

Dolayısıyla kurdaki her değişiklik tükettiğimiz tüm ürünlere zam olarak yansıyor. Maliyet enflasyonu tırmandıkça genel enflasyon da kaçınılmaz olarak artıyor.

Temel gıda ürünlerine, doğalgaza, elektriğe, benzin-dizel-LPG’ye, kısacası iğneden ipliğe her şeye zam geldiği gibi daha haftası dolmadan zamlı ürünlere bir daha zam gelmektedir.

Asgari ücretlisinden emeklisine, kadrolusundan sözleşmelisine emeği ile geçinen tüm kesimlerin reel geliri her geçen gün erimekte, ekmeği gittikçe küçülmektedir

Değerli Katılımcılar,

Bu koşullarda ülkemizde milyonlarca çalışanı yakından ilgilendiren asgari ücret artışı için ilk komisyon toplantısı yarın yapılacak.

Sayın Bakanın bu süreçte yaptığı açıklamaları yakından takip ediyor, önemsiyoruz.

Sayın bakan daha beş gün önce asgari ücret konusunda yaptığı açıklamada;   asgari ücretin toplumda adalet duygusunu pekiştirecek, onu güçlendirecek, ‘burada işçiler sahipsiz değildir, devlet sosyal devlettir ve buna sahip çıkmaktadır’ kanaatini yerleştirecek bir seviyede olması gerektiğini ifade etmiştir.

Bu sözleri kıymetli buluyoruz. Ancak önemli olan bu sözlerin gereğinin yerine getirilmesidir.

Kısacası şunu demek istiyorum. Sadece asgari ücretlilerin değil, tüm ücretli kesimlerin reel gelirinin her gün mum gibi erdiği bu zorlu süreçte sosyal devlet politikalarına ihtiyacı artmıştır.

6 milyona yakın kamu emekçisi ve emeklisi bu kesimlerin başında gelmektedir.

TÜİK verilerine göre Ekim ayı itibari ile tüketici enflasyonu (TÜFE) yıllık %19,89’a,  emekçi kesimler için en önemli kalem olan gıda enflasyonu %27,41’e çıkmıştır. Üretici enflasyonu ise (Yurt İçi Üretici Enflasyonu, Yİ-ÜFE)  ekim ayında %5,24 artarak yıllık %46,31’e ulaşmıştır.

Söz konusu resmi verilere göre üretici enflasyonu yani maliyet enflasyonu ile tüketici enflasyonu arasındaki makas son 19 yılın rekorunu kırarak 26 puanın üzerine çıkmıştır.

Bu veriler üreticilerin maliyetine faaliyet gösterseler bile tüketici enflasyonunun açıklanan rakamların en az bir katı olduğunu göstermektedir.

Sokakta, çarşıda, mutfakta yaşadığımız hayat pahalılığı sanal rakamlardan ibaret resmi enflasyonun çok üzerindedir.

Nitekim üye sendikamız BES tarafından her ay hesaplanan “Kamu Emekçilerinin Enflasyon Sepeti Araştırması” Ekim 2021 dönemine ilişkin sonuçlara göre yıllık genel enflasyon yüzde 43,38,  yıllık gıda enflasyonu ise yüzde 73,89 artmıştır. Bağımsız iktisatçı akademisyenler tarafından kurulan Enflasyon Araştırma Grubu (ENAGrup)  tarafından açıklanan verilere göre tüketici enflasyonu sadece ekim ayında %6,9 artmış, yıllık enflasyon ise %49,87’ye çıkmıştır.

Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı yani açlık sınırı Kasım ayı itibari ile 3 bin 191 TL’ye çıkmıştır.

Dört kişilik ailenin gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı yani yoksulluk sınırı ise Kasım ayı itibari ile 10 bin 396 TL’ye ulaşmıştır.

Bekar bir çalışanın aylık yaşam maliyeti ise 3 bin 902 TL’ye çıkmıştır.

Bu koşullarda kamu emekçilerinin, emeklilerin reel geliri adeta buharlaşmaktadır.

Bu yılın başında yani 2021 yılının Ocak ayında 3.930 TL olan en düşük kamu emekçisi maaşı enflasyon farkı ve toplu sözleşme artışı ile Temmuz ayında 4.239 TL olmuştur. Ancak söz konusu maaş Kasım ayında gelir vergisi dilimi etkisi ile 4.154’TL’ye düşmüştür.

Ocak başında 7,37 olan dolar kuru bugün 12,90 TL’dir.

En düşük kamu emekçisi maaşı ile Ocak ayında 533 dolar alınabiliyor iken bugün en düşük kamu emekçisi maaşı ile alınan dolar tam 210 dolar azalarak 323 dolara inmiştir.

Yine söz konusu maaşla Ocak ayında 5,2 adet çeyrek altın alınabiliyor iken bugün 3,4 adet çeyrek altın alınabilmektedir.

Gram altında da durum benzerdir. 1 Ocak’ta 455 TL olan gram altın fiyatı 29 Kasım itibari ile 730 TL’ye çıkmıştır. 1 Ocak 2021’de en düşük kadrolu kamu emekçisi maaşı ile 8,7 adet gram altın alınabilirken bugün alınan gram altın sayısı 3 adet azalarak 5,7 adede düşmüştür.

Özetleyecek olursak

  • TL yılın başından bugüne dolar karşısında %75 değer yitirmiştir.
  • En düşük kamu emekçisi maaşı ile alınan dolar yılın başından bugüne 210 dolar azalarak 323 dolara inmiştir.
  • Açlık ve yoksulluk sınırı yılın başından bugüne % 20,5 artmıştır.
  • Temel tüketim maddeleri ortalama %60 zamlanmıştır.
  • Buna karşın kamu emekçilerinin ve emeklilerin maaşı enflasyon farkı ve toplu sözleşme artışı ile Ocak-Temmuz döneminde %8,5 artmıştır. Ancak söz konusu artış gelir vergisi dilimi etkisi ile ortalama %6 civarında kalmıştır.

Değerli katılımcılar,

Bu koşullarda altışar aylık dilimler halinde 2022 yılı için  %5 + %7, 2023 yılı için ise %8+%6 maaş artışı yapılan son toplu sözleşmenin bir karşılığı kalmamıştır.

Açıkça söyleyelim 2022-2023 yılları TİS mutabakatı yasal olarak geçerli olsa da kamu emekçileri nezdinde hükmünü çoktan yitirmiştir.

Bu vesile ile mevcut “toplu sözleşme’ sisteminin iflas ettiğini buradan tekrar vurgulamakta fayda görüyoruz. 

Sayın Bakan sizin döneminizde kalıcı bir iş yapmak istiyorsanız, buyurun hiç gecikmeden, ILO, ETUC, ITUC gibi uluslararası emek örgütlerinin de çağrılarını ve eleştirilerini dikkate alan bir yerden;

Başta ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslararası sözleşmelerle, evrensel sendikal hak ve özgürlüklerle uyumlu, grev hakkı ile tamamlanmış Gerçek Bir Toplu Pazarlık- Sözleşme Sistemi için her tür çalışmayı başlatalım.

Madem hepimiz sosyal devletten, adaletten yanayız.

  • TÜİK vasıtası ile düşük gösterilen resmi tüketici enflasyonu rakamlarını ücretli, bordrolu tüm kesimlerin maaş artışını baskılama aracı olarak kullanmaktan artık vazgeçilmelidir.
  • Asgari Ücret Komisyonu toplantılarının hemen ardından kamu emekçilerinin ve emeklilerin reel gelirinde yaşanan erimeyi gündeme alan görüşmelere başlanmalıdır.
  • Altı milyon kamu emekçisi ve emeklisinin maaş artışları ülkede yaşanan hayat pahalılığı, açlık ve yoksulluk sınırında yaşanan artışlar temel alınarak insanca yaşamaya yetecek bir seviyeye çekilmelidir.
  • 4688 sayılı yasanın emredici hükümlerine rağmen son mutabakat ile ayrımcılığa ve adaletsizliğe yol açan, toplu sözleşme ikramiyesinden yararlanma açısından %1 örgütlenme düzeyi sınırı getiren düzenlemeye hiç vakit kaybetmeden son verilmelidir.

 Değerli katılımcılar,

Emekçilerin ve dar gelirli yurttaşların yaşam ve çalışma koşullarının her geçen gün daha ağırlaştığı bu koşullarda bütçe süreci devam ediyor.

Hatırlarsanız son toplu sözleşmeden sonra yetkili konfederasyon “bütçeden hakkımızı, refahtan payımızı aldık”  açıklaması yapmıştır.

Oysa yılardır hayata geçilen bütçeler bunun tam tersini göstermektedir.

Ne yazık ki Türkiye’de yıllardır bütçeler ülke kaynaklarının, emekçilerden, halktan alınan vergilerin sermayeye-patronlara aktarılmasının bir aracı haline dönüşmüştür. 2022 Bütçe yasa teklifi de bu sürecin son halkasıdır.

Eğer sosyal devletten, adaletten yana isek öncelikle halktan, emekten yana bir bütçe oluşturmamız gerekiyor.

Biz KESK olarak yaklaşık bir aydır bunun için ülke çağında bir çalışma yürütüyoruz.

Bu kapsamda:

  • Bütçe hakkımızın önündeki engellerin kaldırılmasını,
  • Kamu hizmetlerinin piyasalaştırılmasına, tasfiyesine ve özelleştirme soygununa son verilmesini,
  • Kamu hizmetlerine ve yatırımlarına bütçeden ayrılan payın artırılmasını,
  • Toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçenin hayata geçirilmesini,
  • Yıllardır “satış sözleşmeleri” ile oluşan mali kayıplarımızın yaşanan gerçek hayat pahalılığı ve yoksulluk sınırında yaşanan artış temel alınarak telafi edilmesini,
  • Ücretli kesimler olarak bizlerin omuzlarına yıkılan vergi yükünün hafifletilmesini, bunun için gelir vergisi adaletsizliğine son verilmesini, tüketimden alınan dolaylı vergilerin düşürülmesini, kar, faiz ve servet gelirlerine tanınan ayrıcalıkların kaldırılmasını, asgari ücretin vergi dışı bırakılmasını, belli bir servet düzeyinin üzerindeki zenginlerden servet vergisi alınmasını,
  • Başta salgın koşullarından en çok etkilenen kadınlara olmak üzere, herkese yaşanabilir bir ücret düzeyinin altında olmamak kaydıyla “temel gelir güvencesi” verilmesi için bütçeden kaynak ayrılmasını,
  • Geçsek de geçmesek de, hizmet alsak da almasak da otoyolların, köprülerin, şehir hastanelerinin müteahhitlerine parası bizim cebimizden çıkan hazine garantilerine son verilmesini,
  • Temel tüketim maddelerine son iki yıl içinde yapılan zamların geri alınmasını, söz konusu maddelerden alınan KDV’nin sıfırlanmasını,
  • Savunma ve güvenliğin daha fazla silahlanmaktan değil, demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işletilmesinden, adaletin tesisinden geçtiği gerçeğinden hareketle ülke kaynaklarının barış ve demokrasi için kullanılmasını,
  • İş güvencemizi ortadan kaldırmayı hedefleyen her türlü güvencesiz istihdam uygulamasına son verilmesini, herkese güvenceli iş ve güvenli gelecek sağlanmasını,
  • Kamusal sosyal güvenlik ve emeklilik sisteminin güçlendirilmesini,
  • Başta ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslararası sözleşmelerle, evrensel sendikal hak ve özgürlüklerle uyumlu, grev hakkı ile tamamlanmış gerçek bir toplu pazarlık sistemine geçilmesini,

Kısacası ülkenin işçileri, emekçileri olarak yarattığımız değerlerin, oluşturduğu kaynakların İnsanca Bir Yaşam, Çalışma Koşulları ve İş Güvencesi, Parasız Kamusal Hizmet Olarak Geri Dönmesini İstiyoruz.

Bu talepler sadece bizim değil milyonların talepleridir. KESK olarak bu talepler için mücadele etmeye devam edeceğiz.Önümüzdeki günlerde anayasal haklarımızı kullanarak etkinlikler, basın açıklamaları, imza kampanyaları ve mitingler düzenleyeceğiz.

Değerli Katılımcılar,

Kamu alanında farklı adlar altında bölünmüş parçalı güvencesiz istihdam kamu emekçilerinin her zaman temel gündemleri arasında ön sıralarda yer almıştır. Bugün de güvencesiz ve sözleşmeli istihdam kamu emekçilerinin temel gündemidir.

Geçtiğimiz toplu sözleşme görüşmelerinde 3600 ek gösterge ile birlikte en çok öne çıkarılan başlık sözleşmelilerin kadroya alınması başlığı olmuştur.

Ancak aradan geçen sürede özellikle sözleşmelilere kadro başlığı üzerinde yeterince durulmadığı görülmektedir.

Çalışanların güvenceye en çok ihtiyaç duyduğu pandemi sürecinde bile sözleşmeli, güvencesiz istihdamda ısrar edilmesini anlamak mümkün değildir.

Resmi veriler kadrolu istihdamın durma noktasına geldiğini buna karşın sözleşmeli istihdamda adeta patlama yaşadığını göstermektedir. 

Strateji ve Bütçe Başkanlığı verilerine göre:

  • 2016 yılı Eylül ayı itibari ile 2 milyon 883 bin 587 olan kadrolu kamu emekçisi sayısı beş yılın sonunda yani 2021 Eylül itibari ile 2 milyon 985 bin 454’e çıkmıştır. Yani kadrolu istihdam son beş 101 bin 867 kişi, oransal olarak ise yüzde 3,5 artmıştır.
  • Buna karşın 2016 yılı Eylül ayı itibari ile 150 bin 514 olan sözleşmeli personel sayısı beş yılın sonunda 380 bin 570 artarak, yani %253 artarak 531 bin 84’e çıkmıştır.

Diğer bir ifade ile beş yıl önce kamuda istihdam edilen her 100 kamu emekçisinden 5’i sözleşmeli personel iken bugün kamuda istihdam edilen her 100 kamu emekçisinden 15’i sözleşmeli personeldir. Bu muazzam bir artıştır.

İstisnai bir istihdam olması gereken sözleşmeli istihdam  eğitim ve sağlık alanı başta olmak üzere neredeyse tüm asli ve sürekli hizmetleri de kapsar hale gelmiştir.

Öğretmenden büro personeline, hemşireden destek personeline, aile sosyal destek personelinden orman muhafaza memuruna, anketörden  pilota,  tapu arşivi uzmanından vaize kadar pek çok meslekte, işte sözleşmeli istihdam artmaktadır.

Bugün Gençlik ve Spor Bakanlığı bünyesinde çalışan her 3 kamu emekçisinden birisi, Adalet Bakanlığı bünyesinde çalışan her dört kamu emekçisinden birisi sözleşmelidir.

Sağlık bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde çalışan her beş kamu emekçisinden birisi sözleşmelidir.

Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde çalışan her 9 kamu emekçisinden birisi sözleşmelidir.

Süresiz sözleşmeli personel bugün tayin haklarından yani eş durumu, eğitim hakkı, sağlık hatta can güvenliği tayin hakkından dahi yoksundur. İstifa ederse geri dönme hakkından, kademe-derece ilerlemesi hakkından ve yeşil pasaport alma hakkı gibi bu duruma bağlı haklardan yoksundur.

Yurt dışı eğitimlere gitme hakkından,  görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavlarına girme hakkından yoksundur. Bazı iş kollarında sözleşmeli personel kadrolu personelin yararlandığı çeşitli tazminatlardan ve ek ödemelerden, ilave ücretlerden de yoksundur. Kadro karşılığı sözleşmeliler ise bu hakların bir kısmına 3 yıl, tayin hakkına ise 4 yıl sonra kavuşabilmektedir.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi sözleşmeli personelin maaşlarından yapılan gelir vergisi kesintisi kadrolu personelin maaşlarından yapılan kesintiden daha yüksektir.

Gelinen noktada gittikçe şişen sözleşmeli personelin yıllardır mahrum bırakıldığı hakları taksit taksit yeniden düzenleyen palyatif yöntemlerle sorunun çözülmesi mümkün değildir.

Kamu idaresi yaşanan sorunları da çözümünü de biliyor. Ancak sadece maliyet hesabı yapılarak yıllardır yüz binlerce kamu emekçisi kadro hakkı başta olmak üzere en temel haklarından mahrum bırakılıyor.

Tek çözüm sözleşmeli, vekil, ücretli gibi her ne ad altında olursa olsun tüm güvencesiz istihdam biçimlerine son verilmesi, tüm kamu emekçilerinin güvenceli- kadrolu olarak istihdam edilmesidir. Konfederasyonumuz bunun için mücadeleye devam edecektir.

Değerli Katılımcılar,

Bugün kamu emekçilerinin temel gündem maddelerinden birisi de 3600 ek gösterge konusudur. 3600 ek gösterge konusunda çalışma yapılması başlığı son mutabakatta da yer almıştır.

Ancak geçtiğimiz günlerde konu hakkında Sayın Bakanın ve Cumhurbaşkanının arka arkaya yaptığı açıklamalar kafa karışıklığına yol açmıştır. Sayın Bakan konuya ilişkin çalışmaların Ocak ayı içinde tamamlanacağını kaydetmiştir. Buna karşın Cumhurbaşkanı ise 2022 yılı sonunda konunun çözüleceğini ifade etmiştir.

Cumhurbaşkanının öğretmenlerin, sağlık çalışanlarının, polislerin ve din görevlilerinin ek göstergesinin 3600’e çıkarılmasının sözünü vermesinin üzerinden 3,5 yıldan fazla zaman geçmiştir.

Öncelikle 3600 ek gösterge sadece ifade edilen mesleklerde görev yapanların değil,  tüm kamu emekçilerinin sorunudur. Kaldı ki söz konusu mesleklerde görev yapan kamu emekçisi sayısı zaten toplam kamu sayısının %75’ini aşmaktadır.

Bu durumda 3600 ek gösterge sözü tüm kamu emekçilerini de kapsar bir şekilde hayata geçirilmesi adaletin sağlanmasının bir gereğidir.

Konfederasyonumuz yıllardır ön lisans ve lisans mezunu tüm kamu emekçilerinin ek göstergelerinin 3600’e çıkarılmasını, diğer ek gösterge puanlarının ise 800 artırılmasını savunmakta, talep etmektedir.

Ancak bugün burada yapılan açıklamalardan anlıyoruz ki aradan geçen 3,5 yıla ve son toplu sözleşmedeki düzenlemeye rağmen hala komisyon çalışmalarına başlanmamıştır.

Kamu emekçileri sürecin şeffaf bir şekilde yürütülmesini ve sorunun bir an önce adil şekilde çözülmesini beklemektedir.

Buradan altını çizerek vurgulamak isterim ki, konu ne seçimlere malzeme yapılmalı, ne TİS mutabakatının başarısızlığının üzerine örten malzemeye dönüştürülmelidir.

Değerli Katılımcılar

Bugün kamu emekçilerinin temel gündemlerinden bir diğeri ise maaş artışlarını daha cebine girmeden buharlaştıran gelir vergisi dilimi adaletsizliğidir.

Adaletsiz gelir vergisi dilimleri nedeni ile başta sözleşmeliler olmak üzere kamu emekçileri daha yılın ikinci yarısına girmeden bir üst vergi dilimine girmektedir.

Üstelik söz konusu dilim sınırlarının belirlenmesinde her yıl ekim ayında belli açıklanan Yeniden Değerleme Oranına da uyulmamaktadır.

2000 yılında 2.500 TL olan ilk dilim 2021 itibari ile 24.000 TL’dir. Oysa ilk dilim 2000 yılından itibaren her yıl Yeniden Değerleme oranında artırılmış olsaydı 2021 yılında 59 bin 777 TL olacaktı.

Kısacası bordro mahkumu kamu emekçileri ve işçiler, gelir vergisi tarifesindeki dilimlerin yeniden değerleme oranında artırılmamış olması nedeniyle oluşan fark ile bir tür “Gizli” vergi artışına tabi tutulmaktadır.

Yıllardır yaşanan bu adaletsizliğin giderilmesi için birinci vergi diliminin %15 ten % 10’a düşürülerek, yoksulluk sınırına kadar olan maaşların-ücretlerin birinci vergi diliminde sabitlenmesi talebimizi buradan bir kez daha ifade ediyoruz.

Değerli Katılımcılar,

Başta da belirttiğim gibi iki satırdan ibaret gibi görünse de belirtilen gündemle devasa sorunların bir-iki saatlik bir toplantıda dile getirilmesi, üstelik çözüme dair tartışmaların yürütülmesi mümkün değildir.

Bu nedenle kamu emekçilerinin yıllardır çözüm bekleyen sorunlarını burada bir kez daha açmak yerine söz konusu sorunlara ilişkin taleplerimizi özetlemek yeterli olacaktır.

  • Özelleştirmelere son verilmelidir. Kamu yatırımları artırılmalı, kamuda istihdam yeterli hale getirilmelidir.
  • Torpilin ve kayırmanın kapısını ardına kadar açan mülakat, güvenlik soruşturması ve arşiv kaydı araştırması kaldırılmalıdır.
  • İşe almada ve görevde yükselmede-unvan değişikliğinde kariyer ve liyakat esas alınmalıdır.
  • Sendikal hak ve özgürlüklerin önü açılmalı, sendikal ayrımcılığa son verilmelidir.
  • Hukuksuz ve keyfi olarak OHAL-KHK’leri ile işinden, ekmeğinden edilen kamu emekçileri görevlerine iade edilmeli, geriye dönük tüm hak kayıpları karşılanmalıdır.
  • Performans, esnek çalışma gibi kamu hizmetlerinde niteliği düşüren, kamu emekçilerini birbirinin rakibi haline getiren uygulamalara son verilmelidir.
  • Yardımcı Hizmetler Sınıfı personeli öğrenim durumlarına göre diğer hizmet sınıflarına sınavsız atanmalıdır.
  • Ayrımsız tüm çalışanları kapsayan, başta Covid 19 Olmak üzere meslek hastalıklarının tanımlandığı yeni bir İşçi Sağlığı ve Güvenliği Yasası hayata geçirilmelidir.
  • 0-6 yaş grubundaki çocuklarımız için tüm kamu kurumlarında bir an önce ücretsiz kreşler açılmalıdır.
  • Ek gösterge konusunda en mağdur kesim olan Yardımcı Hizmetler Sınıfı personeli ek gösterge cetveline dâhil edilmelidir.
  • Tüm ek ödemeler emekliliğe yansıtılmalıdır.
  • EYT haksızlığına son verilmelidir.
  • Ek ödeme adaletsizliği ortadan kaldırılmalı, farklı kamu kurumlarında aynı unvanda çalışan tüm kamu emekçileri arasında ücret eşitliği sağlanmalıdır.
  • 4/C den 4/B ye geçen personelin mevcutta %20 olan ek ödeme tutarı kademeleri temel alınarak %70 ile %105 bandına çekilmelidir. 
  • Kadın kamu emekçilerine; çalışma yaşamında uygulanan ayrımcılığa, mobbinge son verilmelidir.
  • İstihdam, terfi ve unvan değişikliklerinde cinsiyet eşitliği sağlanmalıdır.   
  • İstanbul Sözleşmesinin tek taraflı fesih edilmesi yanlışından dönülmeli, 25 Haziran 2021 tarihinde yürürlüğe giren 190 sayılı ILO Şiddet ve Taciz Sözleşmesi onaylanmalıdır.

 Değerli katılımcılar,

Konuşmamı bitirmeden önce önemli bir hususa daha dikkatinizi çekmek istiyorum.

İktidarın OHAL’i bitirip bitirmediğine artık bir karar vermesi gerekmektedir.

Çünkü resmi olarak sona erse de ne yazık ki OHAL uygulamalarına devam edilmektedir. Hukuksuz ihraçlara itiraz için kurulan komisyonun ismi dahi değiştirilmemiştir.

Komisyon 5 yıldan fazladır çalışıyor ama hala kalan 8.343 dosyanın incelemesi devam ediyor.

Diğer yandan OHAL uygulamalarının devamını sağlayan 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesi ile 375 sayılı KHK’ye eklenen geçici 35. Madde eliyle ihraçlar devam ediyor. Uzatılmış OHAL diye adlandırılan 35. Madde üzerinden her bakanlık bünyesinde bakanlık oluru ile bir komisyon kurulmakta, OHAL KHK’lerınde yapılan ihraçlarda olduğu gibi “mensubiyet”, “iltisak”ya da“irtibat” kavramları üzerinden yedi gün içinde savunma istenmekte, kısa sürede de önceden alındığı net olan ihraç kararları verilmektedir. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunun çalışma tarzında olduğu gibi bu komisyonlarında da hangi tarihte, ne tür bilgi ve belgeleri incelediği, ne tür kanıtlara dayanıldığı belirtilmemektedir.

Birçok dosyada aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen insanların öğrenciliklerinden, memuriyete başlamadan önce haklarında açılan ve beraat ile takipsizlikle ya da kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlarla sonuçlanan davalar ihraç için yeterli görülmektedir.

Sayın Bakan ve değerli katılımcılar, bakın bu ülkede eğer iktidardaysanız, iktidara yakınsanız geçmişte hakkınızda Terörle Mücadele Kanunu’na muhalefetten dava açılmış olsa da, hapis cezası verilse de her makama, hatta Cumhurbaşkanlığına dahi gelebilirsiniz ancak muhalifseniz, muhalif sendika üyesi iseniz beraat etseniz de, hakkınızda bir soruşturma açılmış olması ihraç için yeterli olabiliyor! 

Ne yazık ki bu ülkede iktidardan kimin ya da kimlerin olduğundan bağımsız olarak en başından beri sendikal mücadeleden taviz vermeyen, emek ve demokrasi mücadelesini sürdüren KESK’lilerin ihracı için haklarında bir soruşturma açılmış olması yeterli görülmektedir.

Bu garabetin hukuken açıklamasının olmadığını biliyoruz, ancak siyaseten açıklamasına da sanırım zamanımız yetmeyecektir!

Konuşmamı sonlandırırken bir gün hukuk herkese lazım olacak diyorum…