Bundan üç gün önce bir gece yarısı cumhurbaşkanı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiği haberlerine uyandık. Mecliste onaylanarak anayasada tarif edilen usulüne uygun yürürlüğe girmiş bir sözleşme, tüm hukuki teamüllere, anayasaya aykırı bir şekilde tek bir imzayla, bu toplumun en az yarısını oluşturan, yaşamı üreten, dünyayı döndüren kadınların itirazına rağmen feshedildi. Tek adam rejiminin hukuksuzluk ve keyfiyet alanını giderek büyüten, toplumun giderek daha fazla kesimini bu alana hapseden, çıplak hayata indirgeyen, temel hak ve özgürlüklerini yok sayan yaklaşımına büyük bir adım daha eklendi.
Her gün en az dört kadının katledildiği, kadınlara yönelik cinsel, fiziksel, psikolojik, ekonomik her tür şiddetin katlanarak arttığı, erkek faillerin bir kravatla, namus diyerek, “reddedildim”, “boşanmak istedi, ailemi dağıtmak istedi” diyerek cezasız kaldığı ya da indirim aldığı yargı pratikleriyle şiddetin adeta özendiriliyor. Böyle bir dönemde İstanbul Sözleşmesi’ni ve 6284 sayılı yasayı etkin uygulamak şöyle dursun, bu sözleşmeden çıkmanın yollarını arayan AKP+MHP iktidarı, kadınların iradesini ve taleplerini yok sayarak hukuksuzca, bir gece yarısı kararıyla sözleşmeden çekilmeyi tercih etti.
Bu tercih açıktan kadın cinayetlerinin ardındaki politik saikleri de ortaya koyuyor. Patriyarkal kapitalizm ve siyasal İslamcı ideoloji birlikteliği, toplumsal cinsiyet eşitliğini reddederek kadını sadece erkek üzerinden ve aile içinde tanımlıyor; kadınlara, LGBTİ+lara bağımsız ve eşit bir varoluş hakkı tanımıyor; her tür bakım yükünü kadınların sırtına yıkarak sermaye ve onun devleti için bakım maliyetlerini sıfırlıyor; kadının emeğini değersizleştiriyor, düşük ücretlere mahkum ediyor, yeniden üretim emeğini görünmez kılıyor, sosyal güvenlik haklarını elinden alıyor. İş ve aile yaşamı uyumu adı altında katmerli sömürüye kılıf buluyor; kadını kamusal alandan dışlayıp eve kapatacak, sıfır maliyetle bakım yükünü sırtına yıkacak uygulamaları “müjde”, “ilerleme” diye yaldızlayarak kazanım gibi sunmaya çalışıyor.
Kadının bir tür mülk haline getirilmesine, kendisine her şeyin yapılabilir olduğu, erkeğin her arzusunu yerine getirmek zorunda olan köle olarak görülmesine değil, erkeklerin bu ayrıcalığını kaybetmesine içerleyen, eşitlik talebinden, eşitlikten tiksinenlerin “yatıştırılması” için sözleşmeden çıkılması ülkenin en fazla sayıda üyesi olan memur konfederasyonu tarafından övünç kaynağı haline getiriliyor.
İstanbul Sözleşmesi kadınlara, LGBTİ+lara yönelik ayrımcılığı, şiddeti yaratan koşulların ortadan kaldırılarak şiddetin önlenmesi, kadınların her tür şiddetten korunması, şiddet oluştuğunda ise faillerin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılması için titizlikle hazırlanmış bir sözleşmedir. Sözleşme aileyi sadece evlilik bağı ile tanımlamaz, daha geniş ele alır. O hane nasıl kurulmuş olursa olsun, şiddete uğrayanı korumak üzerine kuruludur. Sözleşmeyi feshetmek, açıkça daha fazla kadının, LGBTİ+nın erkekler tarafından cezasız kalacağının garantisiyle öldürülmesi anlamını taşır.
Memur Sen’in açıklamasında sözleşmenin feshi için çağrı yapmakla ve bunun karşılık bulması ile övünmek, bu katliamların sorumluluğuna ortak olmaktır.
“Milletin” sesine kulak verip “vahim bir hatayı” düzelten cumhurbaşkanına teşekkür edilen açıklamadan anlıyoruz ki, Memur Sen yönetimi milleti çok açık bir biçimde sadece kendi görüşünden olanlarla, iktidara biat edenlerle, toplumsal cinsiyet eşitliğinden, cinsel yönelimi heteroseksist normlara uymayanlardan rahatsızlık duyanlarla, onları insan görmeyenlerden müteşekkil. çünkü bu toplumun en az yarısını oluşturan kadınlar her platformda sözleşmenin etkin uygulanması için seslerini yükselttiler. Buradan soruyoruz; Memur Sen yönetimi kadınları milletten saymıyorsa ne olarak görüyor? Nedir vahim olan hata? Erkeklerin kadınları “dövme”, “taciz, tecavüz” etme ayrıcalığını korudukları için attığı sevinç çığlıkları için bu kadar beklenmesi mi?
İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi yeterli gelmemiş olacak ki 6284 sayılı yasanın din-kültür-geleneklere uygun yapılandırılması için de çağrı yapmış Memur Sen kadın komisyonu. Demişler ki “Sözleşme’nin ulusal mevzuattaki uzanımı olan ve onun ruhuyla hazırlanan 6284 sayılı Kanun, ideolojik bakışın eseri olduğu için toplumsal dokumuzla uyumsuz ve kadını korumada etkisizdir. ” Onlara göre erkeği kriminalleştirmeyecek, ile ve kadını aynı anda koruyacak yeni bir yasa olabilimiş.
Bahsettikleri aileyi, gelenekleri bir hatırlayalım mı?
Babanın aile reisi, kadının kocaya itaatle yükümlü sayıldığı, hiyerarşik, eşitsiz, kadın emeğinin sömürüldüğü, değersizleştirildiği, hani şu “kadının karnından sıpanın, sırtından sopanın eksik edilmediği” aile.
“Kocadır, babadır; sever de döver de. “
“E kol kırılır yen içinde kalır” diye şiddetle yaşamanın telkin edildiği aile.
Yaptığı yemeği beğenmeyince karısını döve döve komalık eden kocanın olduğu aile.
Kanser olan eşinin hastalığından bıkıp onu öldüresiye dövüp hastane kapısına bırakıp kaçan kocanın reis olduğu aile.
10 yıl boyunca karısına ve çocuklarına her tür şiddeti uygulayan, onları hortumla döven babanın reis olduğu aile.
Kendisiyle cinsel ilişkiye girmek istemeyen karısına tecavüz eden kocanın ailesi.
12 yıllık evliliği boyunca karısına ve çocuklarına şiddet uygulayan, boşanmak isteyince de karısına ve çocuklarına işkenceyle şiddet uygulayan Ramazan İpek’in ailesi.
Sayısız örnekle aynı kaderi paylaşan, defalarca şikayetçi olduğu halde en yakınındaki erkekler tarafından, sırf şiddetsiz, korkusuz, özgür yaşamak istediği, mülk gibi görülmeye, şiddete uğramaya “hayır”, “yeter” dediği için öldürülen yüzlerce, binlerce kadının hikayeleriyle hergün bizim de bir parçamız ölürken erkeğe sınırsız yetki ve ayrıcalık veren, kadını insan dışılaştıran,emeğini sömüren patriyarkal aileyi savunmak için sözleşmenin feshiyle övünmek, hele ki bir sendika için akıl almaz bir durumdur.
Soruyoruz; birini sevmenin, onunla hayatı paylaşmanın evlilik dışında da birçok biçimi varken, sırf evlenmedi ya da boşanmak istedi, boşandı diye kadınların uğradığı şiddeti haklı mı görüyor Memur Sen kadın komisyonu?
Gece evine giderken hiç tanımadığı bir erkeğin tecavüzüne uğrayanların maruz kaldığı şiddeti sırf ona tecavüz edenle evli değil diye görmezden mi gelecek Memur Sen kadın komisyonu?
“Gece orada ne işi vardı”, “o kıyafeti giymeseydi”, “o eve gitmeseydi”, “o adamla buluşmasaydı” gibi bahanelerle kadınların katillerini aklamaya çalışanlar halen belleğimizde iken, mesela Şule çet’in, Pınar Gültekin’in öldürülmesine karşı tutum almayacak ve bu koroya mı katılacak Memur Sen kadın komisyonu?
Peki ya Hande Kader trans bir kadın diye öldürülmeyi hak mı etmiş olacak, ya da iktidarda en üst düzeydekilerin hedef göstermelerinden hemen sonra yüzüne kezzap atılan, öldürülen trans kadınların yaşama hakkı yok mu Memur Sen kadın komisyonuna göre?
Dine, gelenek, göreneğe aykırı buldukları yaşam tarzına sahip kadınların öldürülmesiyle, şiddete, tacize, tecavüze uğramasını haklı mı buluyor Memur Sen Kadın komisyonu?
Sırf heteroseksist normlara uymadığı, cinsel yönelimi farklı olduğu için haklara sahip özne olarak görmedikleri, insan dışılaştırıp hukuk dışına attıkları, yok edilmesi gereken sapkınlık, hastalık olarak baktıkları LBGTİ+lara yönelik şiddeti haklı mı görecek, destekleyecek mi Memur Sen kadın komisyonu?
Açıktır ki; kadınlara yönelik şiddetin failleri %80 oranında eş, eski eş, partner iken kadını korumanın yolu onu aile içine hapsetmekten, sadece aile ile tanımlamaktan ve bugünkü yapısı ile aileyi korumaktan geçmiyor. İstanbul Sözleşmesi işte bütün bu şiddeti ortaya çıkaran unsurlara karşı önlem alma sorumluluğunu devletlere yüklüyor.
İstanbul Sözleşmesi Memur Sen kadın komisyonunun sahip olduklarını söyledikleri din-gelenek-kültürü kriminalleştirmek şöyle dursun, bunlara dair en ufak bir değinisi dahi yoktur. Cinsiyeti, cinsel yönelimi nedeniyle hiç kimsenin şiddete, ayrımcılığa uğrayamayacağını düzenler; devletlere bu konuda yükümlülükler yükler. Bu yükümlüklerden kaçınmanın, erkeklerin ayrıcalığının korunmasıyla, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve şiddeti de daha da derinleştirecek bu karara etki etmekle övünmenin akılla izah edilebilmesi mümkün değildir.
Sendikalar, varlıkları gereği üyelerinin ve tüm çalışanların kazanılmış haklarını korumak ve haklarını geliştirmek için mücadele etmekle yükümlüdür. Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların eşit haklara sahip olması, bedeni, emeği, kimliği üzerindeki tahakkümün yok edilmesi de bu mücadelenin çok önemli bir parçasıdır.
Kadınların hiç kimseye bağımlı/bağlı kılınmadan bağımsız, özgür ve eşit bireyler olarak varoluşu, şiddetsiz, korkusuz bir yaşam için mücadele etmek sendikaların varlık sebeplerinden biridir.
Bu varlık sebebini değil, iktidara biatı ve onun yapıp ettiklerine uygun açıklamaları üretmeyi çalışmasının odağına koyan bir yapının sendika vasfı da tartışmalıdır.
Bizler, cinsiyeti, cinsel yönelimi nedeniyle hiç kimsenin ayrımcı, eşitsiz uygulamalara maruz kalmadığı, her nasıl kurulursa kurulsun eşitliğin, özgürlüğün, karşılıklı saygı ve sevginin esas olduğu hanelerde eşit ve özgür bir yaşamı savunuyoruz. Bu yaşamı sağlamak için İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaktan, sözleşmenin ve 6284 sayılı yasanın etkin uygulanması ve kadının özgürleşmesi mücadelesinden asla vazgeçmeyeceğiz.
YüRüTME KURULU