Berat Albayrak, bir
döviz krizi içinde Maliye Bakanı oldu. Yirmi altı ay sonra bir başka döviz krizi içinde görevinden “af” edildi.
2018 başına uzanalım; dört perdelik tatsız bir gezinti yapalım.
Ocak-Temmuz 2018: İlk kriz ve Albayrak’ın gelişi…
2018, Türkiye ekonomisi için olumsuz bir dış konjonktürle başladı. FED’in 2016’da
başlattığı parasal daralmanın ilk ciddi yansıması, Şubat
2018’de gözlendi: Batı borsalarında sert bir daralma dalgası… çevre ekonomilerinde hızlı para çıkışlarını tetikledi. Türkiye de bu olgudan fazlasıyla payını aldı.
Niçin “fazlasıyla”? Bir kere dış politika nedenleriyle. . .
ABD ile ilişkiler Rahip Bronson gerilimi nedeniyle sertleşmişti. Trump’ın, Erdoğan’a ekonomik tehdit içeren iletileri hatırlardadır.
Ekonomik etkenler daha da önemliydi: 24 Haziran seçimleri arifesinde, Cumhurbaşkanı’nın neoliberal reçetelere açıkça karşı çıkan söylemleri dikkat çekti. Bir bölümü seçim kampanyasının “olağan hallerinden” sayılabilirdi. Ama Erdoğan ölçüyü kaçırdı. Mayıs’ta, üstelik Londra’da, finans çevrelerinin temsilcilerine adeta “ders verdi”; TCMB özerkliğine ilke olarak karşı çıktı; faiz-enflasyon “teorisi”ni açıkça savundu.
Seçim sonrasında bu “aykırı” söylemlerin ciddi olduğu anlaşıldı. Temmuz’da Maliye bakanlığına damat Albayrak’ın atanması “bardağı taşıran damla” oldu. Sorun, o tarihte Albayrak’ta değil, görevden alınan Mehmet Şimşek’in kimliğinde yatıyordu: Merrill Lynch kadrolarından siyasete girmiş olan Şimşek, uluslararası finans çevreleri için 2015’e kadar Ali Babacan’ın üstlendiği bir “güvence” olmaktaydı: Erdoğan’ın siyasal gündeminden kaynaklanan ekonomik ölçüsüzlükleri etkisiz kılmak… Neoliberal model, onlar sayesinde fazla arıza vermeden sürdürülmüştü.
Bu olumsuz etkenler, Türkiye’ye dönük yabancı sermaye girişlerinin hızla gerilemesine yol açtı. Bank of International Settlements (BIS) verilerine göre Türkiye bu aylarda, ulusal parası en hızlı değer yitiren yükselen ekonomiler arasında Arjantin’den sonra ikinci sıradadır.
Arjantin, Haziran 2018’de 50 milyar dolarlık bir kredi anlaşması imzalayarak IMF’ye teslim olacaktır.
Albayrak, Maliye Bakanlığı’na Temmuz 2018’de atanacak; 31 Ağustos’ta dolar 6,56 TL’ye tırmanacaktır. Damat, böylece, ekonomi
yönetimini bir döviz krizi içinde devralacaktır. Kasım 2020’deki bir diğer kriz
ortamında “görevden affedileceği” gibi…
Eylül 2018: McKinsey denetiminde bir IMF programı…
Saray’ın iç
dünyasını bilemeyiz; ama Ağustos’taki döviz krizinin en azından yeni bakanı paniğe sürüklediği anlaşıldı. Berat Albayrak Eylül başında Londra’ya gitti. İşlem hacimleri 15 trilyona ulaşan finans kuruluşlarının yetkilileri ile topluca ve birebir görüşmeler yaptı.
Görüşme
sonuçları basına açıklanmadı; ancak Bakan’ın dönüşünden hemen sonra (13 Eylül’de) TCMB, politika faizini %24’e çıkardı. Ertesi gün Financial Times,
“Albayrak’ın Londra toplantısında bütün yatırımcıları dikkatle dinlediği; gerekenleri hızla kavradığı; Erdoğan’ı da faiz kararında de ikna ettiği”
bilgisini haberleştirecektir.
20 Eylül’de de Albayrak 2019-2021 yıllarını kapsayacak Orta Vadeli Programı,
Yeni Ekonomi Programı: Dengelenme, Disiplin, Değişim
(YEP 1) olarak açıklayacaktır.
Albayrak birer yıl arayla YEP 2 ve YEP 3’ü de sahiplenecektir. Ancak YEP 1 diğerlerinden tamamen
farklıdır. Londra ziyaretinin damgasını taşımaktadır. Daha da
önemlisi, önlemleri ve nicel hedefleri büyük ölçüde
IMF’nin Nisan 2018 tarihli Türkiye Raporu
(Turkey: Article 4 Consultation- Staff Report; No. 18/110)
dikkate alınarak hazırlanmıştır.
Bu iki belgeyi 28 Eylül 2018’de
Sol Portal’da yayımlanan
“YEP: IMF’siz Bir IMF Programı”
başlıklı bir yazıda karşılaştırmış; IMF Türkiye Raporu’nda yer alan kemer sıkma önlemleri ile YEP 1 arasındaki paralellikleri aktarmıştım.
örneğin IMF Raporu 2019’da kamu maliyesinde millî gelirin yüzde 1,7 oranında daralma önermekte; bu öneri Albayrak’ın YEP’inde aynen (ve bir “hedef” olarak) yer almaktadır. YEP 1, IMF programlarının geleneksel faiz dışı fazla hedeflerini içeren bir kemer sıkma belgesidir.
28 Eylül’de Berat Albayrak “şapkasından yeni bir tavşan daha” çıkardı. “IMF’siz IMF programı”nın bir eksikliğini giderdi. Dev uluslararası finans kuruluşu
McKinsey
& Company
ile YEP’in denetimi için bir anlaşma yaptığını duyurdu. Buna göre 2019 ve sonrasında program uygulaması, 16 bakanlık temsilcisinin katılacağı bir
Maliye ve Dönüşüm Ofisi‘nce izlenecek; McKinsey de üçer aylık raporlarla YEP’i denetleyecektir.
Bu adımları iki hafta sonra “iyi bir haber” daha izledi: Rahip Bronson serbest bırakıldı; ABD’ye döndü. Erdoğan ile Trump arasındaki buzlar çözüldü.
2019 ve sonra: Uygulanmayan, ciddiye alınmayan YEP’ler
Sonra ne oldu? Ana ilkeleri, hedefleri Albayrak’ın “Londra eğitimi” sonrasında belirlenen YEP 1, adım adım, fiilen rafa kaldırıldı. Hızla ortaya çıktı ki, ekonominin komutası, sürekli vitrine çıkan Albayrak’ta değil, Cumhurbaşkanı’ndadır.
Erdoğan, önce Mc Kinsey ile yapılan “dışsal denetim” anlaşmasını veto etti.
Kasım 2015 ile başlayan seçim takviminin son sayfası, 2019 yerel seçimlerinde çevrilecekti. YEP 1’in kemer sıkma hedefleri, Cumhurbaşkanı için büyük öncelik taşıyan yatırım bütçesini 30,9 milyar TL kısmakta; mega projeleri fiilen askıya almakta; “yaren” çevrelerin nemalandığı teşviklerde 14 milyar TL’lik
kesinti içermekteydi. Erdoğan, elbette bunları göze almayacaktı.
Kamu maliyesi hedefleri bakımından YEP 1 fiilen uygulanmadı. Sonraki iki YEP’in de nicel hedefleri ciddiye alınmayacak; gerçekleşmeyecektir.
TCMB’nin %24’lük faiz ayarlaması ve bu adımı izleyen IMF’siz IMF programı (YEP 1), uluslararası finans çevreleri tarafından nasıl karşılandı?
Programın “denetimi”, fiilen ve “hariçten” Moody’s gibi uluslararası derecelendirme kuruluşları ve fon yöneticisi şirketlerin danışmanları (“ayak takımı”) tarafından üstlenildi.
Finans kapitalin parazit, spekülatif katmanları için faiz kararı kritiktir; “kemer sıkma” önemli, ama
ikincildir. Bunlar, dolar / TL kurunun tırmandığı dönemde (Ocak-Temmuz 2018’de) pusuda yatmaktaydı. TCMB faiz kararı ve IMF hedefleri içeren YEP, Türkiye’ye dönüş işareti oldu.
Yabancı sermaye
hareketlerinden Türkiye’ye yansıyan dışsal şok 2019’a uzamayacaktır. BIS’in aylık verilerine göre TCMB’nin Eylül 2018 kararından 2019 sonuna kadar TL reel olarak değerlenecek; dolar ucuzlayacaktır.
Adım adım ikinci kriz ve Albayrak’ın gidişi…
Ta ki, Albayrak, ikinci bir döviz krizi ile tekrar karşılaşsın. . . İlk kriz onu Maliye Bakanlığı’na getirmişti; ikincisi götürdü.
Türkiye, 2018’deki bunalıma katkı yapan parasal-mali uygulamaları, ilk YEP’i fiilen rafa kaldırarak tekrarlamaya başladı; sürdürdü. 2019 boyunca TCMB, politika
faizlerini ılımlı bir tempoyla aşağı çekiyordu; 2020’de ise enflasyonun altına yerleştirdi. Mayıs’ta %8,25’e indirdi; dört ay sabit tuttu.
2020’de yepyeni “ekonomik saçmalıklar” icat edildi. Türkiye’nin (başta TCMB olmak üzere kamunun) döviz varlıkları kısa dönemde telafi edilmeyecek boyutta tüketildi. “Bıçak kemiğe dayanınca” Albayrak sorumlu tutuldu; görevinden “af edildi”.
YEP 1’in serencamı, belirleyici kişinin Cumhurbaşkanı olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Albayrak’ın 2018’deki rolünü Naci Ağbal ve Lütfi Elvan devraldı. O tarihteki gibi TCMB faizleri sıçratıldı; finansal/malî politikalarda “ciddiyete dönüş” anlamına gelen kararlar
alındı.
Bu kararlara, ayrıca hukukta “reform” söylemlerine bakarak iyimserliğe savrulanlar yanılıyor. Cumhurbaşkanı, tüm bu alanlarda komuta mevkiinde olduğunu peşinen veya anında açıklamaktadır. Temel değişiklik yoktur.
Kimi iktisatçılarımızın, uluslararası finans uzmanlarının övgüsünü alan son ekonomik kararların kaderi de, YEP 1’in benzeri olacaktır.
üstelik sonuçları hızlanarak, çok daha ağırlaşarak… Nedenlerini ayrıca tartışmak üzere…
27 KASIM 2020 – SOL