ERGİN YILDIZOĞLU: UZUN BUNALIMDAN DAHA BÜYÜK BUNALIMA (20. 04. 2020)

190

Covid-19’un tetiklediği ekonomik kriz için, IMF’nin eski başekonomist Prof.
[kck]strong data-mce-style=mso-bidi-font-weight: normal;Kenneth Rogoff’un, son
[kck]em data-mce-style=mso-bidi-font-style: normal;“150 yılın bütün resesyonlarından daha büyük ve derin olacak gibi görünüyor”,
[kck]strong data-mce-style=mso-bidi-font-weight: normal;Roubini‘nin[kck]em data-mce-style=mso-bidi-font-style: normal;
“daha büyük bunalım”

sözleri çok ilginçti.
[kck]strong data-mce-style=mso-bidi-font-weight: normal;Modern kapitalizm başlarken
150 yıl geriye, 1870’lere, baktığımızda, kapitalizmin ilk uluslararası kriziyle, 15 yıl sürmüş “[kck]em data-mce-style=mso-bidi-font-style: normal;Uzun Bunalım”ıyla karşılaşıyoruz. O dönemde, ikinci “[kck]em data-mce-style=mso-bidi-font-style: normal;teknolojik devrim” başlıyordu; bir uluslararası para sistemi (altına dayalı) şekilleniyordu; kapitalizm tekelci aşamaya giriyor, sanayi üretimi, finansallaşmayla birleşiyor (finans-kapital), bugüne kadar gelen firma modelleri, işletme ilkeleri doğuyordu. Finansallaşma, kitlesel üretim, tekelci kapitalizm ve teknolojik gelişmeler birleştiğinde ilk kez tam anlamıyla kapitalist ilkelere göre şekillenen bir küreselleşme başlamıştı. Bu küreselleşme, esas olarak sermaye ihracına (modern emperyalizme), gıda ve hammadde üretimi kapitalizmine dayalı bir sömürgeleştirme dalgasına (hegemonyacı devletler sistemine) yol açmıştı.
İlginç olan şu ki, bunların hepsine, farklı biçimlerde de olsa bugünkü kapitalizmde tanık oluyoruz. Bu nedenle, bugünkü kapitalizmin köklerinin 150 yıl önceki “[kck]em data-mce-style=mso-bidi-font-style: normal;Uzun Bunalımda” yattığını düşünebiliriz. Sakın, kapitalizmin 150 yıl sürmüş bir “[kck]em data-mce-style=mso-bidi-font-style: normal;Uzun Dönemi” (Long Durée) kapanıyor olmasın?
[kck]strong data-mce-style=mso-bidi-font-weight: normal;çok felaket, tek neden, büyük yalan
Sermaye ilişkisini ayakta tutan hatta yeniden üreten ideoloji, en azından 150 yıldır, insanlığın karşı karşıya kaldığı bütün krizleri,
[kck]em data-mce-style=mso-bidi-font-style: normal;aslında ahenkli işleyen bir sistemin dengesini bozan, rastlantısal ve “dışsal etkenler” olarak anlatır.
Kapitalizmin tarihine[kck]em data-mce-style=mso-bidi-font-style: normal;
diyalektik materyalist
bir bakış bir yana, 150 yılın son 10 yılında hızlanan felaketler, bu anlatının, aslında[kck]strong data-mce-style=mso-bidi-font-weight: normal;
büyük bir yalan
olduğunu, insanlığın bugün karşı karşıya kaldığı bütün felaketlerin,
[kck]em data-mce-style=mso-bidi-font-style: normal;“kâr makinesinin”
insan emeğini ve doğayı
[kck]strong data-mce-style=mso-bidi-font-weight: normal;sınırsız, engelsiz
(neo-liberal küreselleşme) tüketme çabasının yarattığını, giderek artan bir hızla yaygınlaştırdığını, giderek daha net biçimde gösteriyor.
Bu felaketlerin başında iklim krizi geliyor. Bunun arkasında, 150 yılın, son 30 yılda iyice hızlanan sanayi atıkları ve C02 üretimi, kentleşme, nüfus artışı, bu artışın kentlerde yoğunlaşması var. Bu yoğunlaşmanın basıncına cevap olarak ormanlar kesilerek tarıma, madenciliğe açılıyor, gezegenin C02 temizleme kapasitesi hızla geriliyor. Aşırı sıcakların, sellerin ve olağanüstü sıklaşan yangınların arkasında da C02 birikimi ve iklim krizi var.
Son yıllarda, sıklaşan
[kck]strong data-mce-style=mso-bidi-font-weight: normal;çekirge
sürülerinin sayısındaki patlamayla, belli bölgelerdeki ani ve aşırı nem artışını, bu sürülerin yayılmasını hızlandıran rüzgârları, bunları da okyanusların ısınmasıyla ilişkilendirebiliriz. Bunlardan da hemen
[kck]strong data-mce-style=mso-bidi-font-weight: normal;gıda ve su krizlerine
geçebiliriz.
Gıda ve su krizlerine yol açan dinamikler de sıklaşan virüs salgınlarıyla yakından ilgili. Ormanların kesilmesi, ekosistemlerin altüst edilmesi, kutuplardaki buzların erimeye başlaması, hem iklim krizini hızlandırıyor hem de salgın hastalıklara yol aşabilecek yeni virüslerin ortaya çıkarak insanlığı hazırlıksız, savunmasız yakalamasına uygun ortamı yaratıyor.
Tüm bu felaketler, toplumların altyapılarında, sağlık hizmetlerindeki yetersizlikleri gözler önüne seriyor. Bu yetersizlikleri, 30-35 yıl boyunca, kapitalizmin krizini yöneten ekonomik, siyasi, hatta kültürel modele bağlayabiliriz. Bu modeli çalıştıran hükümetler, toplumun kaynaklarını sağlık, eğitim vb. hizmetlerden alarak kâr makinesinin hizmetine sundular. Kâr makinesinin yaşamı uzadıkça da yukardaki krizler yoğunlaştı ve sıklaştı, bir anlamda son 150 yılın faturası şekillenmeye başladı.
Bu manzara, kapitalizmin bir
[kck]strong data-mce-style=mso-bidi-font-weight: normal;”Uzun Döneminin”
kapanmakta olduğunu düşündürüyor. Tarihçilerin Covid-19 krizine ilişkin algıları da bir “[kck]em data-mce-style=mso-bidi-font-style: normal;dönemin” kapandığına ilişkindir. Bence şimdi üç soru var. Gerçekten kapanacak mı, yoksa ucu açık kalarak çürümeye devam mı edecek? Yeni tarihsel dönemde kapitalizmin izleme, denetleme teknolojileriyle güçlendirilmiş, topluma nüfus fazlasını (yaşlıları ve bakım maliyeti yüksek hastaları) imha etmeyi kanıksatmış bir “[kck]em data-mce-style=mso-bidi-font-style: normal;Yeni faşizm” olabilir mi? Bir üçüncü olasılık yaratılabilir mi?
20 NİSAN 2020 – CUMHURİYET