ALİ RIZA GÜNGEN: TOPLUM DİYE BİR ŞEY VAR (03. 04. 2020)

186

Ekonomik büyümenin insan hayatından değerli görüldüğü ve bunun açıktan savunulabildiği bir dönemde olmamız trajedimizi ağırlaştırıyor. Bir sorumlu da, kendisini siyaset üstü konumlandırmış ve değişime kapalı ana akım iktisat söylemidir.
Birleşik Krallık’ta Muhafazakarların lideri ve başbakan Boris Johnson çalışanlara uzun uzadıya teşekkür ettiği hafta başındaki video konuşmasını “[
. Bireyler ve aileler var. []Hiçbir hükûmet insanlar aracılığı olmadan bir şey yapamaz, ve insanların kendilerine bakması gerekir” diyerek piyasacı yönetim anlayışını açık bir şekilde özetlediğinde işin buralara geleceğini düşünebilir miydi acaba? Kanımca bugün olsaydı, Boris Johnson’dan farklı davranmazdı.
Tepe noktalardaki siyasetçiler bahsinde tesadüften bahsedilemez. Johnson’ın yarattığı burgaç, somut politika önlemlerine dönüşmediği müddetçe neoliberalizmde bir dönüşüm anlamına gelmiyor. İşin evden yürütülemediği durumlarda işe gidilmesini salık veren Birleşik Krallık tecridi de zaten Türkiye’nin evde kal kampanyasına benziyor. Bu uygulamalar milyonlarca insanın her gün birbirleriyle temasını engellemeden, COVİD-19 geçirenlerle temas etmiş olanları zorunlu karantina uygulamasına almadan (kısacası toplumsal hayatı durdurmadan) sadece bazı kısıtlamalarla sağlık sisteminin çökmesini engellemeye çabalıyor. 21. yüzyılın en büyük ve küresel trajedisinin ortasında politika yapıcılar halen maliyet hesabıyla yola devam ediyorlar. Johnson gibiler çalışanlar ordusuna teşekkür ederken, bir kısmının bu badireden sağ çıkamayacağını elbette biliyor, ancak ekonomik daralmanın derinleşmemesi için daha sert önlemlere uzanmıyorlar.
IMF, 27 Mart’ta
[

raporunda, risklerin yoğunlaştığının altını çizip en iyi ihtimalle dünya ekonomisinin
[

ayakları biraz daha yere basan bir şekilde restoranların, sinemaların, kuaförlerin kapanmasından, konut alımlarında gerilemeye kadar fiziksel mesafelenme uygulamalarının ekonomilere olumsuz etkisini hesaplamaya çalışıyor. Küresel kuzey ülkelerinde özel tüketim harcamalarında yüzde 30-35 gerileme öngören tahminler, önlemlerin uygulanma süresine göre değişecek olmakla birlikte [yılın ikinci çeyreğinde] sabit fiyatlarla GSYH’de yüzde 15 ila 35 arasında değişen oranlarda düşüşün beklenebileceğini belirtiyorlar. OECD’ye göre bir ekonomi için yıllık büyüme beklentileri, yaygın ve katı fiziksel mesafelenme önlemlerinin uygulandığı her ay başına 2 puan kadar gerileyebilir.
Yukarıda özetlediğim hesaplar küresel güneydeki çoğu ülkede 2-3 aylık ve katı bir fiziksel mesafelenme 2020 yılında sıfır büyüme getirir anlamına geliyor. Fiziksel mesafelenmenin ideal süresi kıyasıya tartışılıyorken, bazı ülkelerde etkili önlemlerin zaten alınmamasının arkasında bu kaygı yatıyor. Halihazırda adını koymadan sürü bağışıklamanın takipçisi olan Bolsonaro’dan Trump’a çok sayıda siyasetçi, iktidarlarını korumak için toplumun bir kesiminin gözden çıkarılmasına uzanacak bir gevşeklik gerektiği kendilerine söylendiğinde omuz silkerek bunu olağan karşılayacak tıynetteler.
Ekonomik büyümenin insan hayatından değerli görüldüğü ve bunun açıktan savunulabildiği bir dönemde olmamız trajedimizi ağırlaştırıyor. Bir sorumlu da, kendisini siyaset üstü konumlandırmış ve değişime kapalı ana akım iktisat söylemidir. Yıllardır rekabetçi ekonomi için vasıf kazandıran ve üretkenliği artıran yatırımların öneminden bahsedenler, bu doğrultuda bir sıçrama için kaynak tahsisi ve teşvikler önerirken ölümcül bir yolun taşlarını döşediler. Bu söylem, kol emeğiyle geçinen, sıradan addedilen işler yapan milyonlarca kişinin çalışma koşullarının önemsiz sayılmasına, söz konusu kesimlerin toplumun taşıyıcı kolonu olarak görülmemesine yol açtı, en azından emekçilere sistematik saldırı sürecinin tamamlayıcısıydı. Bireyci ve neoklasik iktisat yaklaşımı emekçilerin önemlice bir kesimini halen niteliksiz olarak tanımlıyor. Emekçiler neredeyse insan dışılaştırıldıkları için, örneğin bir salgında bir kısmı gözden çıkarılabilir hale geliyor. Hatta bu ekonomik
[