GÜVENLİK SORUŞTURMASI HUKUKSUZLUĞUNU KPDK GÜNDEMİNE TAŞIDIK!

222


Kamu Personeli Danışma Kurulu (KPDK) toplantısına konfederasyonumuz adına katılan Genel Sekreterimiz Ramazan Gürbüz güvencesiz çalışmaya son verilmesi, sözleşmelilerin kadroya alınması,
gelir vergisi adaletsizliğine son verilmesi, 3600 Ek gösterge,
ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması, hukuksuz ihraçların göreve iadesi, insanca yaşamaya yetecek bir ücrete ilişkin temel taleplerimizi dile getirdi, kamu emekçilerinin mali ve sosyal haklarında, iş güvencesi başta olmak üzere sendikal hak ve özgürlükler alanında yaşadığı sorunları ifade etti.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararına rağmen yeniden torba yasa içine konularak geçirilmeye çalışılan, kamuda fişleme anlamını taşıyan arşiv araştırması/güvenlik soruşturması garabetine son verilmesi çağrısında bulunan Genel Sekreterimiz Ramazan Gürbüz bütçe talebimizi ifade ettiği esnada Aile, çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’un müdahalesi ile karşılaşmıştır. Simit Saraylarına, inşaat şirketlerine, sermayeye yapılan teşviklerin emekçilerin vergisiyle yapıldığına dikkat çeken Genel Sekreterimiz bütçenin elbette ki KPDK’nın konusu olduğunu ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilerek emekçilerin bütçeden daha fazla pay alması gerektiğine dikkat çekti.
Kamu Personeli Danışma Kurulu’nun (KPDK) 2019 yılı son toplantısı Aile, çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Reşat Moralı toplantı salonunda gerçekleştirilirken, toplantıya konfederasyonumuzu temsilen katılan Genel Sekreterimiz Ramazan Gürbüz’ün konuşmasının tam metni aşağıdadır:

Bilindiği üzere 4688 sayılı yasaya ve bu kurulun yönetmeliğine,
yani
“Kamu Personeli Danışma Kurulunun Teşkili, çalışma Usul Ve Esaslarına İlişkin Yöntemliğe”
göre KPDK toplantılarının her yıl Mart ve Kasım aylarında yapılması gerekiyor. Dolayısıyla 2019 Mart ayı KPDK toplantısının yapılmamasına,
Kasım ayında yapılması gereken toplantının da bugüne sarkmasına ilişkin haklı eleştiriler oldu. Bu eleştirilere KESK olarak biz de katılıyoruz.
Ama bir taraftan da bu toplantılar zamanında yapılsaydı ne olurdu? Ne değişirdi? diye sormadan da edemiyorum.
Buraya gelmeden önce şöyle hızlıca bir göz attım. 2011 yılında 4688 sayılı yasada yapılan değişiklikler sonucunda daha önce adı “Yüksek İdarî Kurul” iken Kamu Personeli Danışma Kurulu olarak değiştirilen bu kurul ilk toplantısını 2012 yılı Kasım ayında yapmış. Bugüne kadar olan süreçte 14 kez toplanmış. Bugün 15. Toplantımızı yapıyoruz.
Ancak bu kurulun yönetmeliğinde “Toplantı gündemi Kurul Başkanı (yani Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanı) tarafından belirlenir. Toplantı gündemi ile varsa gündeme ilişkin komisyon raporları ve diğer belgeler toplantı tarihinden beş gün önce Kurul üyelerine ve diğer katılımcılara bildirilir”
denmesine rağmen bugüne kadar yapılan toplantıların neredeyse tamamı daha önceden netleştirilmiş bir gündemle yapılmamış.
üstelik her toplantıda bu eksikliğe dikkat çekilmiş. En son 2018 Aralık ayında yapılan son toplantıda tüm taraflar bu eksikliğe bir kez daha dikkat çekmesine ve bundan sonraki toplantıların önceden belirlenen bir gündemle yapılması konusunda mutabakata varılmasına rağmen yine değişen bir şey yok.
Dolayısıyla, eğri oturup
do
ğru konuşalım.
En başından beri gündemsiz yapılan KPDK toplantılarının hiçbir işlevi bulunmuyor.
çünkü bu toplantılarında hep aynı şeyi yaşıyoruz. Sanki bir deja vu içindeyiz.
Bugün de olduğu gibi sayın bakan her seferinde bize pembe bir tablo çiziyor. En çok üyeyi bünyesinde barındıran konfederasyon genel başkanı ise bu tablonun kendi tarihi başarılarının ürünü olduğunu anlatıyor.
Hakkını yememek lazım,
arada bir bakanlığı, hükümeti eleştiren cümleler de kurduğu oluyor.
Ama ve her nasıl oluyorsa her seferinde tüm faturayı KESK’e, Kamu Sen’e kesiyor. Sanki toplu sözleşme masasında KESK olmazsa, KAMU SEN olmazsa her şeyi çözeceklermiş, 5 milyon kamu emekçisinin emeklinin tüm sorunlarını çözeceklermiş gibi konuşuyor.
Biz ilk katıldığımız toplantıdan beri bakanlıkla, kamu idaresi ile aynı dili konuşmadığımızı biliyoruz. Bu her toplantıda daha fazla netleşiyor.
örneğin biz hepimizin sorunu olan işsizlik rekor kırıyor, her dört gençten biri,
her üç genç kadından biri i
şsiz,
her dört i
şsizden biri ise üniversite mezunu diyoruz.
Ancak hükümet yetkilileri, sayın bakan son bir yılda işgücüne katılım oranı yüzde 54’ten yüzde 53,5’e gerilemesine rağmen işsizlikteki artışın yüzde 11,4’ten yüzde 13,8’e yükseldiğini görmezden geliyor. Dolayısıyla işgücüne katılım oranı arttığı için işsizlik arttı mealinde cümleler kuruluyor.
Ekonomik kriz sonucu haneye giren gelirin azalması sonucunda iş piyasasına girmek zorunda kalan kadınlar ve gençler neredeyse artan işsizliğin sebebi gibi gösteriliyor.
Yine biz hayat pahalılığı el yakıyor, gelirimiz eriyor diyoruz.

İktidar yetkilileri son bir yıl içinde doğalgaz, elektrik, süt ürünleri başta olmak üzere temel tüketim maddelerine yapılan %50’ye varan zamları görmezden gelip önümüze TÜİK vasıtası ile açıklanan, halkın yaşadığı gerçek enflasyonla hiçbir ilgisi olmayan rakamları koyuyor.
Maaşlarımız TÜİK enflasyonuna endekslenirken kimi harçlar, vergiler ve cezalar yüzde 22,58 olarak belirlenen Yeniden Değerleme Oranında artırılıyor.
Dolayısıyla maaş artışlarımız TÜİK enflasyonuna endeksli hale getirildiği ve adaletsiz gelir vergisi dilimleri sistemi nedeni ile reel gelirimiz her geçen gün daha fazla eriyor.
Ortalama kamu emekçisi maaşı ile alınan çeyrek altın sayısı 15 yılda 13,35 adet azalmıştır. çeyrek altın almak hayal olmuştur. Yine ortalama kamu emekçisi maaşı ile alınan gram altın sayısı 15 yılda 22 adet azalmıştır.
Yine ortalama kamu emekçisi maaşı son 12 yılda 322 dolar erimiştir. Yani ortalama maaşımız dolar karşısında %30 değer kaybetmiştir.


B
İZ İŞTE BU NEDENLE KRİZİN FATURASI EMEĞE KESİLİYOR DİYORUZ.
Ancak başta Hazine ve Maliye Bakanı olmak üzere hükümet yetkilileri ” tünelin sonundaki ışık büyümeye başladı” diyor. Kriz, miriz yok demeye devam ediyor. Ama bir önceki kalkınma planındaki Gayri Safi Yurtiçi Hasıla, kişi başına gelir, ihracat gibi temel hedefler Temmuz ayında Mecliste kabul edilen 11. Beş Yıllık Kalkınma Planında yarı yarıya düşürülüyor.
Kimse kusura bakmasın ama biz ne ülkenin geneli ne de kamu emekçileri açısından ortada pembe bir tablo ya da tünelin sonunda büyüyen bir ışık falan göremiyoruz. Ama işsizlikten, yoksulluktan bunalan vatandaşların siyanürle kendi canlarına kıydıklarını görebiliyoruz.
Değerli Katılımcılar,Aslında durumumuz rakibi tarafından hırpalanan boksör ve ona tabiri caizse gaz veren hocasının hikâyesine benziyor.
Hani, rakibinden sağlı sollu darbe üstüne darbe alan boksöre hocası “çok iyisin, mahvediyorsun onu”
diye bağırıyormuş.
Boksör birkaç raundun sonunda kendisini zar zor köşesine atmış. Hocası “
rakibin bir, bilemedin iki rauntluk işi kaldı, bitirdin onu” deyince artık dayanamamış. “Ben onun işini bitiriyorsam sabahtan beri beni kim dövüyor?” diye bağırmış.
Bu durumda biz de hikâyedeki boksör misali sormadan edemiyoruz.
Madem kriz miriz yok,
hatta dünyanın imrendi
ği bir ülkeyiz, her şey toz pembe o zaman bizi kim dövüyor?
Emeği ile geçinen tüm kesimler darbe üstüne darbe almaya devam ediyor.
Bu ülkenin beş milyon kamu emekçisi ve emeklisine Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararı ile biten son toplu sözleşme sürecinde ağır bir darbe daha indirilmiştir.
Hakem Kurulu kararında:
– Güvencesiz çalışmaya son verilmesi, sözleşmelilerin kadroya alınması

Maaş zamlarını cebimize girmeden elimizden alan gelir vergisi adaletsizliğine son verilmesi,

Ek gösterge sistemi adaletsizliğine son verilmesi, 24 Haziran 2018 seçimleri öncesinde bizzat Cumhurbaşkanı tarafından verilen 3. 600 ek gösterge sözünün gereğinin yerine getirilmesi,

Ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması

İnsanca yaşamaya yetecek bir maaş

Yaşadıkları sorunlar gittikçe artan kadın kamu emekçilerinin kendi talepleri ile masada temsil edilmesi,
Başta olmak üzere yıllardır çözüm bekleyen sorunlarımız bir kez daha görmezden gelinmiştir.
Hükümetin yaptığı maaş zammı teklifi tek kuruş dahi artırılmamış, 3 milyon kamu emekçisi altışar aylık dilimler halinde, 2020 yılı için %4+%4, 2021 yılı için %3+%3 sefalet zammına mahkum edilmiştir.
. Tüm kamu emekçilerinin sadece 20 TL artırılan çalışmayan eş yardımı,
. 900 bin öğretmenin sadece
30 TL artırılan öğretim yılına hazırlık ödeneği,
.
Sınırlı sayıda kamu emekçisinin ise çeşitli adlar altında toplanan
tazminatlarının brüt 15 TL artırılması ile
yetinmesi istenmiştir.
üstelik geçmiş toplu sözleşme çalışmasına karar verilen kimi konular “gerekli değişiklikler yapıldı” veya mevzuat değişliği gerekçesi ile yeni metinden çıkarılmıştır.
örneğin, 600 bin sağlık personelinin temel sorunlarından olan fiili hizmetten yararlanma hakkı (yıpranma payı) yeni toplu sözleşme metninden çıkarılmıştır. Gerekçe olarak ise hem sınırlı sayıda personeli kapsayan hem de geçmiş çalışma yıllarını kapsamayıp yıpranma payından yararlanmayı fiili çalışma süresi şartına bağlayan düzenleme gösterilerek ” sorun çözüldü” denilmiştir.
Şimdi görüyoruz ki herkes yaşanan süreçten kendine göre sonuçlar çıkarıyor. Oysa yaşanan süreç en başından beri mevcut “toplu sözleşme” sisteminde kamu emekçilerinin ve emeklilerin haklarının korunmayacağının altını çizen tek konfederasyon olarak, KESK olarak bizi haklı çıkarmıştır.
Tabiri caizse Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur.
Biz 4688 sayılı yasanın eksiklerini,

sadece adı
‘toplu sözle
şme’ olan ancak gerçek, evrensel bir toplu pazarlıkla uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan mevcut sistemin bu ülkenin kamu emekçilerine, emekliklerine layık bir sitem olmadığını en başından beri anlatmaya çalışıyoruz.
Bir kez daha tekrar ediyoruz.
– Kapsamından, tarafların belirlenmesine, grev hakkımızın yasal güvence altına alınmamasından uyuşmazlık durumunda devreye girecek olan Hakem Kurulunun yapısına kadar onlarca temel sorunu bulunan,
– Hak arama yollarını kapatan,
– TÜİK’in çarpık enflasyon rakamlarına endeksli maaş artışlarına indirgenen,
– Dolayısıyla temel hiçbir sorunumuzu çözmeyen mevcut toplu sözleşme sistemi tamamen iflas etmiştir.
Grevsiz, ILO sözleşmelerine uygun olmayan, her durumda hükümetin kararlarının çıkacağı mevcut toplu sözleşme düzeni ile geleceğimiz nokta buraya kadardır. Bu düzenle kamu emekçileri lehine herhangi bir kazanımın elde edilmesi mümkün değildir. Sistem iflas etmiştir. 4688 sayılı yasa mevta olmuştur.
Hakem kurulunun kararı da göstermiştir ki, bir dönem sona ermiştir.

Biz KESK olarak en başından beri toplu sözleşmelerin Eylül ayına alınarak bütçe dönemi ile birleştirilmesinin mücadelesini veriyoruz. çünkü iki yılda bir Ağustos ayında yapılan, gerçek bir toplu pazarlıkla hiçbir ilgisi olmayan mutabakatlarda temel taleplerimiz yok sayılıyor.
“Bütçe imkanlarımız sınırlı”
bahanesinin ardına saklananlar maaş artışlarımızı sefalet oranları ile sınırlıyor.
Ancak ne yazık ki hem bu talebimizi yıllardır görmezden geliniyor hem de
Konfederasyonların, sendikaların bütçenin görüşüldüğü TBMM komisyon toplantılarına katılımı engelleniyor.
Maaşlarımızdan kaynakta kesilen Gelir Vergisinden tüketimde ödediğimiz KDV ve öTV’ye kadar her adımda bizden alınan vergilerin nereye, kime harcanacağına ilişkin bize hiçbir söz hakkı tanınmıyor.
KISACASI BüTçE HAKKIMIZ YİNE YOK SAYILIYOR.
MECLİSTE GöRüŞMELERİ SüREN BüTçEYE BAKTIĞIMIZDA İSE

Az kazanandan çok, çok kazanandan az vergi almaya dayalı adaletsiz vergi sisteminin sürdürüldüğünü,

Hem dolaylı hem dolaysız vergilerin tüm yükünün bordrolulara yıkıldığını görüyoruz.
TEK DERDİMİZ SADECE öDEDİĞİMİZ VERGİLERİN AĞIRLIĞININ ARTMASI DEĞİL.
Eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetlerinin piyasaya açılması, özelleştirilmesi sonucunda ödediğimiz vergiler de artık bize “yol, su, elektrik olarak dönmüyor.
Bilindiği üzere Sayın Cumhurbaşkanı daha 16 gün önce Termik santrallerle ilgili düzenlemeyi veto ederken “Bir tarafta halkım var bir tarafta da sermaye var. Kusura bakmasınlar. ‘ Demiştir.
2020 bütçesine baktığımızda da bir tarafa emekçiler ve halkın öbür tarafta sermayenin, patronların olduğunu görüyoruz.
İşçiden, kamu emekçisinden toplanan vergiler,
Sermayeye,
Simit Saraylarına,
Kamu özel İşbirliği (Köİ) adı altında yürütülen ‘müşteri garantili’ köprü, tünel, otoyolu, havalimanı ve şehir hastanelerinin mütehhitlerine
FAİZ, TEŞVİK, HAZİNE GARANTİSİ olarak aktarılmaktadır.
Bunu kabul etmek mümkün değildir.

Kamu personel rejimimizin ve kamu idaremizin durumu hakkında da söylenecek çok şey var.
En kısa haliyle özetleyecek olursak. .
çalışma eski bakanlarımızdan Faruk çelik,
26 Ocak 2013 tarihinde Abant’ta yapılan çalıştayın açılışında yaptığı konuşmada ” Her kamu idaresi kendine uygun bir kamu personel rejimi yaratmakla mükelir”
diyerek aslında durumu net olarak özetlemişti.
Aradan geçen yedi sene içinde ardı ardına kamu emekçilerinin iş güvencesini sınırlayan adımlar atılmıştır.
özel sektöre ait performans, verimlilik, esnek çalışma gibi kavramlar kamuya da taşınmıştır.
öyle ki düzenlenen çalıştaylara özel sektör yöneticileri, CEO’ları katılmıştır. üstelik özel sektör temsilcileri bu çalıştaylarda kamu emekçileri konfederasyonlarının, sendikalarının temsilcilerinden daha fazla kürsü kullanarak ” başarı” hikayeleri anlatır hale gelmişlerdir.
İktidar her seferinde verimlilikten, verimli bir kamudan söz etmiştir. Ancak sözleşmeli, ücretli, güvencesiz istihdamı daha da artırarak, adı torpille, kayırma ile anılan mülakat sistemini tüm kamuya daha fazla yaymış, dolaysıyla kariyer ve liyakat ilkelerinin neredeyse tamamen ortadan kaldırıldığı koşullarda kamudan verimlilik beklemek imkansız hale gelmiştir.
OHAL döneminde hiçbir yargı süreci işletilmeden,
mahkeme kararı olmadan 4. 271’i bağlı sendikalarımızın üyesi olmak üzere 140 bine yakın kamu personeli sorgusuz, sualsiz işinden ekmeğinden edilmiş, hukuk tamamen ayaklar altına alınmıştır.
üstelik söz konusu ihraçlara gerekçe olarak sunulan düzenlemeler KHK’lerle 657 sayılı yasaya eklenerek kamu emekçilerinin iş güvencesi varla yok arasında bir noktaya getirilmiştir.

Kamu emekçilerinin güvenceli çal