ERİNÇ YELDAN: ULUSAL EKONOMİDE DALGALANMA ŞİDDETLENİRKEN (27. 03. 2019)

194

Türkiye ekonomisine ilişkin “cari işlemler
açığı
ve
finansmanının kalitesizliği”; “dış borç stoku
ve
artış hızı”; “tasarruf
yatırım dengesi(-zliği)”; “enflasyon
ve
işsizlik
oranlarının yüksekliği”; “sabit sermaye yatırımlarında
gerileme”; “sanayi üretim
ve
istihdam
paylarında gerileme” ve benzeri tüm temel göstergeler irdelendiğinde yalın gerçek ortaya net biçimde dökülmektedir:

Türkiye ekonomisi uluslararası sermaye
hareketlerine bağımlı ve istikrarsız bir yapıdadır.
Ulusal ekonomide dengesizlik giderek
derinleşmekte olup, döviz ve diğer finansal
varlık piyasalarında gözlenen aşırı dalgalanmalar
oluşan kriz koşullarının kısa dönemdeki
tezahür biçimleridir.
Türk Lirası’nın geçen hafta sonunda uluslararası para birimleri karşısında birdenbire değer yitirmesi bu sürecin devamı niteliğindeydi. Artan kırılganlık ve dengesizlik göstergelerine karşın, siyasi otoritenin yaklaşmakta olan seçim telaşıyla ekonomiye istikrar kazandıracak politikaların uygulanmasını engellemesi ve/veya erteletmesi yapısal nitelikli sorunların daha da derinleşmesine neden olmaktadır.
TC Merkez Bankası’nın
müdahalesinin ardından

Geçen hafta sonu döviz fiyatlarındaki aşırı hareketlenme karşısında TC Merkez Bankası yayımladığı basın bülteniyle para politikasına ilişkin uygulamalarına açıklık getirme çabasındaydı. Bize göre iki ana başlık ön plana çıkmaktadır:

Birincisi, “Brüt rezervlerde yaşanan dalgalanmalar
ise olağan işlemlerden ve dönemsel
unsurlardan kaynaklanmakta olup öngörülmeyen
bir durum söz konusu değildir. “
Gerçekten de Merkez Bankası’nın net rezervlerinde son bir hafta içerisinde gözlenen azalma gerek ulusal, gerekse de uluslararası finans sermaye çevrelerinde kaygıyla karşılanmış ve TCMB yönetimini piyasalara “güvenverme” ihtiyacı doğurmuştu. TCMB yönetimi, rezervlerde gözlenen inişli-çıkışlı dalgalanmaların olağan değerlendirilmesi gerektiği ve belirsizlik içermediğini vurgulayarak güven tazelemeyi amaçlamaktaydı.

Oysa burada önemli olanın rezervlerdeki oynaklığın normal olup olmaması değil, rezervlerin kısa vadeli dış borçlar, ya da ekonominin ithalat ihtiyacı gibi temel göstergelere ilişkin seyri olduğunun altı çizilmelidir. örneğin, bir ülkede kısa vadeli dış borç stokunun MB rezervlerine oranı, 1997 Asya krizinden bu yana bir “dış kırılganlık göstergesi” olarak izlenmekte ve “bir krizin öncü göstergesi” olarak nitelendirilmektedir. Tamamen teknik bir gösterge olan bu oranın seyrini Merkez Bankası’nın verilerine dayanarak aşağıda çizmekteyiz:



çizimde görüldüğü üzere, Türkiye ekonomisinde söz konusu oran 2009 öncesinde yüzde 65’e kadar gerilemiş iken, günümüz itibarıyla 2001 krizi öncesi oranlarına yaklaşmış durumdadır. Bu oranın yüksekliği, brüt rezerv miktarındaki dalgalanmaların olağan olup olmadığı tartışmasını anlamsız kılmaktadır.
Para politikasında
çelişkiler ve karmaşa

İkinci olarak, “Finansal piyasalarda gözlenen
oynaklıklar ve sağlıksız fiyat oluşumları
yakından takip edilmekte olup para politikası
ve likidite yönetimine ilişkin tüm araçlar, fiyat
istikrarını sağlamak ve finansal istikrarı desteklemekamacıyla kullanılmaya devam edilecektir” yorumuyla TCMB enflasyonla mücadele ve Türk Lirası’nı güçlü kılma uğruna “sıkı para politikası” duruşuna devam edeceğinin altını çizmektedir.

“Sıkı para politikasının” araçlarının neler olması gerektiği iktisat biliminin “İktisada Giriş
Dersi” düzeyinde tartıştığı bir konudur. öncelikle faiz oranının yükseltilmesi ve kredi hacminin daraltılması gereği sıkı para politikası duruşunun olmazsa olmaz önkoşullarıdır.

TC Merkez Bankası da hafta sonu aldığı ani kararla politika faizi olarak nitelediği “1 haftalık repo” uygulamasını ertelemiş ve gecelik fonlama maliyetini yüzde 25. 5’e değin yükseltmiştir. Ancak ne var ki, bu adımı şeffaf ve yalın bir şekilde duyurmak yerine, olabildiğince karmaşık hale getirerek siyasi otoritenin “faizin düşürülmesi” yönündeki telkinlerinden uzak tutma gayretini sürdürmüştür. Bir yandan da, tam tersi bir uygulamayla, kamu bankalarına verilen talimatlar aracılığıyla kredi genişlemesi sürdürülmüş ve kamu bankalarının son 13 haftadaki kredi miktarındaki artış yıllık bazda yüzde 30’a ulaşmıştır.
Siyasi otoritenin ekonomiye olan müdahalesi para politikasını içinden çıkılmaz bir karmaşa ve çelişkiler yumağına sürüklemektedir. Türkiye ekonomisi yabancı sermaye girişi olduğunda yapay olarak büyüyen, sermaye hareketleri yön değiştirince de “ekonomiye
terörist saldırılar var” hamaseti ile uygulamaya konulan çelişkili politikalar altında dengesini yitiren bir konumdadır.
27 MART 2019 – CUMHURİYET