TEK ADAM REJİMİ DEĞİL, EMEKTEN YANA, EŞİTLİKÇİ, ÖZGÜRLÜKÇÜ, LAİK, DEMOKRATİK BİR CUMHURİYET!

292



Türkiye’de yaşayan farklı kimlik, kültür ve inançlara sahip halkların emperyalist işgale karşı omuz omuza verdikleri mücadelenin zaferle sonuçlanması sonrası 29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyet’in üzerinden 95 yıl geçti. 1921 anayasası ile çoğulcu toplumsal yapıyı temsil eden birinci Meclis’in fesih edilmesinin demokratik cumhuriyet sürecini tersine çevirmenin ilk adımı olmuştur. Bir asırlık geçmişe rağmen Cumhuriyet halen tam olarak demokratik bir yapıya kavuşturulamamışken, 16 yıllık AKP iktidarında daha da anti-demokratik bir yapıya bürünmüş, Tek Adam rejiminin kurumsallaşmasıyla parlamento işlevsiz hale getirilmiş, kutuplaştırma siyaseti derinleşmiş, dinci-milliyetçi sentezin uygulanması ile cumhuriyet gerek fiilen ortadan kaldırılmış; gerek de hukuksal kılıfı oluşturularak resmen cumhuriyet idealine de son verilmesi tehdidi ile yüz yüze kalınmıştır.
Cumhuriyet’in 95 yıllık tarihine kısaca göz atıldığında “cumhura” yani halklara, halk egemenliğine dayanması, halkların hak ve özgürlük talepleri ile kopmaz ilişkiler kurarak demokrasi ile tamamlanması gereken sürecin sürekli eksik kaldığı görülecektir.
Farklı kimlik ve inançlara sahip halkların bedenlerini siper ederek kazandıkları mücadelenin antiemperyalist, halkçı, barıştan, eşitlikten ve özgürlükten yana değerleri tekçi bir zihniyetle görmezden gelinmiştir. Bu yaklaşımlarla oluşturulan ve tekçi kapitalist bir devlet modeline dayanan egemenlik ilişkisi, demokratik bir cumhuriyetin yeşermesini engellemiştir.
Aynı anlayışa göre hareket edenler her dönem olduğu gibi bugün de AKP ve saray rejimi eliyle henüz demokratikleşmesini tamamlayamamış ve zaten sorunlu olan “cumhuriyetin” tüm ilerici birikimine dahi saldırmaktadır. Bu değerleri dahi tamamen ortadan kaldırmaya dönük ‘icraatlarına’ devam etmektedir.
AKP iktidarı döneminde, bırakalım Cumhuriyetin demokratikleştirilmesini, mevcut kazanımlar dahi birer birer ortadan kaldırılmış, gericiliğe ve tekçiliğe dayalı bir yönetim anlayışı hâkim hale getirilmiştir. Dinin tek mezhep üzerinden kontrolüne dayalı olan ve bu nedenle de uygulanması sorunlu olan laiklik ilkesi bugün tekçiliğin bir tezahürü olan tek mezhep-tek inanca dayalı zihniyetin (diyanetin varlığı -üstüne üstlük tekçi yapısı- zorunlu din dersi vb. ) kendini İslamcı bir devlet olarak kurumsallaştırmak istemesiyle sistematik bir saldırı ile karşı karşıyadır.
Tek Adam önderliğinde, katıksız bir neoliberal ideolojinin rehberliğinde Türkiye Cumhuriyeti bir şirket, vatandaşları da müşteri gibi görülmekte ve ülke bu mantıkla denetlenemeyen, hesap vermeyen CEO’lardan oluşan bakanlar tarafından yönetilmektedir.
Dil, inanç, kültür, etnik yapı gibi aralarındaki tüm farklılıklara rağmen Cumhuriyet`in kuruluş sürecinde birlikte mücadele eden, aynı mezarlarda koyun koyuna yatan halklar bugün çeşitli vesilelerle birbirine karşı kışkırtılmaya, birbirine düşman edilmeye çalışılmaktadır. Tekçilik yaşamın her alanına sirayet ettirilmiş durumdadır.
Halklarımızın aklıyla alay edercesine yeni rejimin bel kemiğini oluşturan AKP+MHP iktidarı kendini Cumhur ittifakı olarak adlandırmıştır. Oysa İktidar bloku hem Cumhur’un en üst iradesini temsil eden parlamentoyu işlevsiz hale getirmiş hem de muhalif belediyelere kayyum atayarak yerelin iradesini ayaklar altına almıştır. Bununla da yetinmemiş, yeni bir yerel seçime giderken seçilecek muhalif belediyelere de kayyum atayabilecekleri tehdidinde bulunmuştur.
95. yılında Cumhuriyet sadece siyasal bir kriz ile değil ekonomik krizle de karşı karşıya gelmiştir. Gelir adaletsizliği, emeğin güvencesizleştirilmesi, ücretlerin düşürülmesi ve sosyal hakların gasp edilmesiyle emekçi sınıfların yaşamını doğrudan etkileyen bölüşüm sorunu giderek daha da ağırlaşmıştır. 3. Havalimanı örneğinde olduğu gibi kölelik koşullarında çalışma giderek yaygınlaşmaktadır. Tüm emekçilerin, çalışma koşulları esnekleştirilip iş güvenceleri ellerinden alınarak taşeronlara teslim/ güvencesizliğe terk edildiği ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin aslen taşeron cumhuriyetine dönüştürüldüğü bir süreç bizlere dayatılmaya çalışılmaktadır.
Tüm yurttaşların parasız, eşit, nitelikli, erişilebilir ve anadilinde kamu hizmeti alma hakkını yok sayan düzenlemelere her gün bir yenisi eklenmektedir.
Emekçilerin örgütlenme özgürlüğünü, grevli toplu sözleşme hakkını teminat altına alan uluslararası sözleşme ve anlaşmalar bir yana mevcut anayasa ve yasalar bile yok sayılarak emekçiler sefalet koşullarında yaşamaya itilmekte ve gelecekleri çalınmaya devam edilmektedir.
Diğer taraftan emekçilerin hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmekle görevli mücadele örgütleri olan sendikaları hedef alan baskılar tüm hızıyla sürmektedir. OHAL ismen kalkmış olsa da uygulamaları kalıcılaştırılarak bir yönetim biçimi haline getirilmiştir. AKP iktidarının faşizan rejimine boyun eğmeyen, zulüm karşısında diz çökmeyen üyelerimizden 4235’i haksız hukuksuz bir şekilde işlerinden atılmıştır; savaş olmasın, insanlar ölmesin diye imza attığı için üniversitelerinden atılmış, kürsüleri, öğrencileri ellerinden alınmış binlerce akademisyen, cezaevlerine doldurularak sindirilmeye çalışılan gazeteci, yazar, araştırmacı, demokratik zeminde siyaset yapanlar ve tüm düşünce suçluları cumhuriyetin zerresinden nasibini almamış bu iktidarın
marifetidir. İktidarın bir sopası haline getirilen yargı eliyle binlerce insan hukuken hiçbir mantığı olmadığı halde uydurulan suçlamalarla cezalandırarak hükmün geriye bıraktırılması ile rehin alınmakta, ceza evlerinde yer olmadığı için hükmün şimdilik denetimli serbestlik uygulaması ile ülke gerçek anlamda yarı açık cezaevi haline getirilmektedir.
Toplumsal yaşam siyasal İslam’ın referansları temel alınarak cinsiyetçi, piyasacı, gerici ve otoriter biçimde dizayn edilmeye çalışılmaktadır.
Cumhuriyetin 95. yılında AKP ve tek adamın politikalarıyla gittikçe anti-demokratikleşen ülkemizin, cumhuriyetin demokratikleşmesi daha da yakıcı bir ihtiyaç haline gelmiştir. Bunun için de tek adam rejimine son veren, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, laik yeni bir anayasa derhal gündeme alınmalıdır.

Emek mücadelesi ile demokrasi mücadelesi arasındaki kopmaz bağları gören, gücünü fiili ve meşru mücadeleden alan kamu emekçilerinin örgütü KESK, gerçek anlamda demokratik bir cumhuriyetin ancak emekçilerin mücadelesiyle kurulacağının bilinciyle üzerinde oluşturulan tüm baskılara rağmen başta bu ülkenin kamu emekçileri olmak üzere tüm halkın hak ettiği, özlemini duyduğu bir ülkeye ve dünyaya kavuşacakları günü yakınlaştırma mücadelesinden asla taviz vermeyecektir. Halkların, emekçilerin, işçilerin kendi haklarındaki kararların öznesi olacağı bir cumhuriyet idealini savunmaya devam edecektir.
KESK, başta emeğin hakkı, sendikal özgürlükler olmak üzere ülkemizin tam bağımsızlıkçı, eşitlikçi, özgürlükçü, halkçı, laik, barıştan yana, hukuku üstün tutan demokratik bir cumhuriyette yaşamak için mücadeleyi kararlılıkla sürdürecektir.
KESK YÜRÜTME KURULU