103 ölü, 500’ü aşkın yaralı 10 Ekim katliamının bilançosudur. Bu vakanın yarattığı genel travmayı; kızların, oğulların, onların arkadaşlarının, anaların, babaların, yoldaşların, kardeşlerin, orada olmayan arkadaşların, akrabaların veya o gün Ankara’da ne yaşandığını yakından ya da uzaktan takip edenlerin ruhuna çöken derin acıyı ölçebilecek bir cihazın olmadığı düşünülürse 10 Ekim bundan daha fazlasıdır. Ellerinde pankartlar, dillerinde sloganlarla, halaylar ve marşlarla Ankara Garı’nda toplanan on binlerce kişinin arasında patlayan canlı bombalar, izinli bir mitingin neşeli ve coşkulu kalabalığından yakınlarımızı almadı sadece. Ankara katliamı kendisinden önceki zamanın bitirilip kendisinden sonraki kurguya zemin açıldığı bir dönüm noktasında yer alır.
O gün miting etrafında hiçbir güvenlik önlemi alınmamıştı, mahkemenin seyri sırasında ortaya çıkan delillere göre istihbarat birimlerine bilgi gitmiş ama bunlar sümen altı edilmişti, IŞİD çetesinin bu eylemde kullandığı elemanlar ve bağlantıları zaten takip altındaydı. Ancak zamanın başbakanı Davutoğlu’nun buyurduğu gibi “eylem olmadan müdahale etmenin bir anlamı olmadığı için” eldeki bilgiler yok sayılmıştı. Katliamdan sonra ambulans alana girememiş, güvenlik güçleri de can pazarındaki insanların üzerine gaz sıkmıştı.
Bu vurdumduymazlık, bu yol veriş hali 10 Ekim’den önceki HDP’nin Diyarbakır mitingindeki ve sonraki Suruç patlamasındaki tutuma çok benzer. 10 Ekim’den sonra İstanbul ve Ankara’da neredeyse birkaç haftada bir vuku bulan canlı bomba patlamaları da 10 Ekim’deki patlamanın tesirini kat kat artırarak panik ve korku ortamının sabitlenmesine hizmet etmiştir.
7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına iktidar olma şansını kaybedince seçimleri yok sayan siyasi iktidarın bu puslu havayı kendine yontmadığı söylenemez. Davutoğlu’nun “anket yaptırdık Ankara’daki terör saldırısı sonrasında oylarımızda bir yükseliş trendi var” diye böbürlendiği elim olayla bugünkü tek adam rejimine geçişin arasında başka fırsatlar, lütuflar da olmuştur kuşkusuz. Ancak Ankara katliamı memleketin DNA ayarlarında kuvvetli değişikliğe gidilen yolun kritik eşiğidir.
İktidar içeride ve dışarıda barış istedikleri için katledilen 103 vatandaşının hesabını çeteden sormaktansa bu mitingi düzenleyen, katılan, çağrı yapan kurumları kriminalize etmeyi tercih etmiş görünüyor. Art arda yaşanan patlamaların büyüttüğü güvensizlik bakiyken, talepte bulunmak, protesto etmek, hükümeti eleştirmek için bir araya gelmek zaten zorlaşmıştı. Fakat yine de buna yeltenenler, ya da geriye dönük projeksiyonlarla yakın bir zamanda iktidarın beğenmediği lafları etmiş olanlar, önümüzdeki günlerde yapacağı muhtemel olanlar cezalandırılmaya başlandı.
Demokrasiyi hileli seçimlerdeki sandıkta oy vermeye indirgeyen irade için, kendisini sınırlayan eleştirel gücün; yani hoşnutsuz emekçilerin ve muhalefetin etki gücü düşmüş sözü aşırı merkezileşmenin payandası kıymetinde oldu hep. Bu üç yıl içinde kurulan her sandık da yetkinin ve gücün tek bir merkezde toplandığı bir rejim biçimini besledi.
Olağanüstü Hal 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilmiş olsa da fiili başlangıcını 10 Ekim tarihine kaydetmek mümkün. Kanun hükmünde kararnamelerle yasaklamalara gerek kalmadan katliamın (ve sonraki patlamaların da) yarattığı dehşet ve şok ortamının elverişli ikliminde büyük kapatmanın fiilen başlatıldığı tarihtir bu.
Büyük kapatma demişken, 7 Haziran seçimleri döneminde, müzakere masasının devrilmesinden sonra Kürt sorununun çözümüyle ilgili zayıf girişimlerin bile rafa kaldırılarak şiddet politikalarına geri dönüldüğünü hatırlayalım. Bu kapsamda birçok şehirde ilan edilen sokağa çıkma yasakları eşliğinde yurttaşlar gerçekten de evlerine kapatıldılar. Kimsenin günlerce girip çıkamadığı kentlerin popülasyonu değiştirildi ve bu süreç çok sayıda can kaybıyla sürdü.
10 Ekim katliamının sonuçlarından biri de, demokratik çözüm fikrinin giderek karşılık bulduğu, milliyetçiliğin kısmen aşındığı, Kürtlere yönelik önyargıların aşındığı Batı nüfusunun mecalsizleşmesinde rol oynamasıdır.
Bundan en çok, siyasi hedeflerle uyumlu bir nüfus inşasına soyunmuş mühendislik fayda sağlamıştır.
10 Ekim üzerine konuşulacak çok şey var kuşkusuz. Bugünkü tabloya bakınca kısaca şunu not etmek mümkün: 10 Ekim Ortadoğu ve Türkiye’de iç içe geçmiş karmaşık ve karanlık ilişkilerin şifrelerinin gömülü olduğu bir kara kutudur. Bu kara kutu açılmadan ne kara bulutlar dağılabilir ne toplumsal yaralar sarılabilir. İkinci safhası 8 Kasım’da başlayacak olan dava bu yüzden önemlidir.
10 EKİM 2018 – EVRENSEL