Pazar günü, 301 madencinin hayatını kaybettiği
Soma Katliamı’nın 4. yıl dönümü.
Katliamın davası hâlâ sürüyor. Ve davanın neden uzatıldığı konusunda hukukçular,
hukuki
ve
maddi
hiçbir nedenin olmadığını söylüyor. Dahası, katliamın devlet içindeki
denetçi, müfettiş, bakan, siyasi. . .
sorumluları, aradan geçen dört yıl içinde mağdur aileler ve avukatların bütün girişimlerine karşın mahkemeye bile çıkarılabilmiş değil.
Elbette Soma madenlerindeki çalışma ve yaşama koşulları ile işçi hakları, düne göre daha da iyi değil.
Büyük facianın arkasından işçilerin gazabından korkarak Soma’yı terk eden
Maden-İş Sendikasınınpatron uşağı
yöneticileri,
faciadan birkaç hafta sonra yeniden
Soma’ya dönmelerinden beri de hiçbir şey olmamış gibi,
patronla açıkça iş birliği dahil, işçiye ihanetlerini sürdürüyorlar.
Yani, Soma’daki tabloya bakınca,
301 madenci,
“öldükleriyle kaldılar”
dense yeridir. Katiller, teşvikçileri, koruyup kollayıcıları, katliamın siyasi sorumluları, birkaç tutuklu dışında ellerini kollarını sallayarak geziyor,
kârlarına kâr, servetlerine servet katmaya
devam ediyorlar.
İşte bu tablo karşısında,
İzmir Emek ve Demokrasi Platformu,
Soma Katliamı’nın 4. yıl dönümünde
Soma‘da bir
miting gerçekleştirecek.
DİSK Ege Bölge Temsilciliğinde gerçekleştirilen basın toplantısında miting için tüm emekçilere
Emek ve Demokrasi Güçleri
adına çağrıda bulunan
DİSK Ege Bölge Temsilcisi
Memiş Sarı,
“Soma’da gerçekleşen işçi katliamının sebebi, uygulamaya konulan özelleştirme, taşeronlaştırma, rödovans, örgütsüzleştirme, sendikasızlaştırma, köleci çalışma sistemi; kamu madenciliğinin yok edilmesi, madencilik bilgi ve deneyim birikiminin dağıtılması gibi neoliberal politikalardır”
diyerek, sorunun önemli bir yanına dikkat çekti.
Türkiye tarihinin en büyük işçi katliamı olan
Soma Katliamı,
ülke sathında işçiler ve emekçiler tarafından
infialle
karşılanmıştı. Tepkiler genişleyince Hükümet, İşçi Sağlığı İş Güvenliği Yasası’nı yeniden düzenleyerek, iş güvenliği önlemlerini nispeten de olsa güçlendirdi. Ancak bu yasanın getirdiği düzenlemelere patronlar tepki gösterince, Hükümet, yasanın
“yürürlüğü”nü, 2016 yılında, önce
bir yıl, arkasından da
üç yıl
daha (2020 yılı temmuzuna kadar) erteledi.
“Peki, 2020’de bu yasa yürürlüğe girer mi?”
denirse, eğer işçi cephesinden bir baskı gelmezse, buna evet demek olanaklı değil.
çünkü patronlar gibi AKP Hükümeti de
“iş kazaları”
dedikleri
“iş cinayetleri”nin, esas sorumlusu olarak
patronları
ya
da işçiyi korumayan düzenlemeleri
değil,
işçileri suçluyorlar.
Nitekim geçtiğimiz hafta sonunda İstanbul’da düzenlenen
9. Uluslararası İş Sağlığı Güvenliği Kongresinde
Başbakan Binali Yıldırım,
“Eldiven takmaz, baret giymez, güvertede çalışır kemer takmaz. Sürekli peşlerinden koşacaksın. Her an başında duracaksın”
diyerek
“iş güvenliği”
kongresinde işçileri suçladı.
Soma Katliamı’nın yaşandığı yıllarda günde ortalama üç işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybederken bu sayı bugün,
“günde ortalama 5 işçi”yi geçmiştir.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisinin,
nisan
ayı iş cinayetleri raporuna göre, nisan ayında en az
177 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir. Bu yılın ilk dört ayında ise, en az
575 işçi
iş cinayetlerine kurban gitmiştir.
Kuşkusuz ki, patronlar ve hükümetleri, işçileri değil kendilerini savunacaktır. Bunda şaşılacak bir şey yok. İşçilerin
eğitimsizlik, örgütsüzlük,
gibi nedenlerle işçi güvenliği önlemlerini önemsemedikleri de bilinen bir gerçektir.
Ama burada iş cinayetlerinin en dolaysız sorumlularından birisi, işçiler açısından
sendikaların tutumudur.
çünkü sendikalar işyerinde iş güvenliği uygulamalarına yeterince müdahale etmedikleri gibi
işçilerin aleyhine, patronlarla uzlaşmaktadırlar.
Nitekim İş (Eski yasadaki
“işçi sağlığı”
yeni yasada
“iş sağlığı”
yapıldı)
Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası‘nın yürürlüğe girmesinin ertelenmesi karşısında
sendikalardan hiçbir tepki gelmemiş olması
bile kendi başına, bugün
her iş cinayetinde sendika bürokrasisinin ciddi sorumluluğunun olduğunun
en açık göstergesidir.
Soma davasında
da en
“etkisiz taraf”ın sendikalar olması da göstermektedir ki, sendikaları,
sendika bürokrasisini uyarmak için 301 işçinin bir maden ocağında katledilmesi
bile uyarıcı olmamıştır.
İşçilerin sermaye tarafından
insan yerine
konulup konulmamasının ifadesi olan
işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin talepler,
TİS’lerin ve sendikalarının,
işçilerin daha iyi çalışma koşulları taleplerinin başına konmadıkça,
iş cinayetlerinin önlenemeyeceği bir tarafa giderek artmasının önüne geçilmez. Olup biteler bunu açıkça gösteriyor.
12 MAYIS 2018 – EVRENSEL