NURAY SANCAR: BEKÇİNİN DÜDÜĞÜ, KARTALIN SİLAHI (23. 07. 20107)

206

Postacılar, çift kale maç oynayan çocuklar, kapı önünde yün örüp çekirdek çitlerken havadan sudan muhabbete gömülmüş kadınlar, bakkal defterleri, “Akşama bir maniniz yoksa size gelelim inşallah”lar, “Bizde kalmamış, iki yumurta verir misin komşu”lardan oluşan pastorali tamamlardı mahalle bekçilerinin düdüğü. Sonra hepsi birden kayboldu. PTT’nin bir kısmı özelleşti, müstakil evlere müteahhit girdi, bakkal süpermarket
devretti, mahalle bekçisinin yerini MOBESE aldı.
Sakinler arasındaki samimi ilişkileri ve onlara dair kurumları çözerek gelişen kentleşme, eski mahalleyi, bu pastoral tablo içinde hiç bulunmamış genç kuşakların bile ütopyasını besleyen bir nostalji haline getirdi. Gezi direnişinde gençlerin kimi ortak kullanım alanları ve işgal edilmiş evler etrafında mahalleyi yeniden diriltme çabası da bundandı. Şimdilerde çok okunan yad edici popüler dergiler de bu duyguyu yeniden üretir.
Mahalleyi sadece, yeni bir dünyayı eskinin intim ilişkilerinde arayanlar değil, siyasi modelini toplumu kanırta kanırta yerleştirmeye çalışan siyasi iktidar da keşfetti. Ama onu başka bir şeye dönüştürerek güncelledi. Epeydir evrak tanzimiyle uğraşan muhtarların en küçük, yerel idari-istihbari kurum haline getirilmesi, bunların güvenlik devletinin yerel sinir uçlarına dönüşmesi bu müdahalenin bir parçasıdır. İktidar partisine kitle zemini sağlayan mahallelerde kimi sakinlerinin propaganda gönüllülerine ya da parti fonksiyonerlerine dönüşmesi de öyledir. Mahalle giderek, “Yeni Türkiye”nin bir siyasi birimi olarak, gerekli parçaların süreç içinde monte edildiği bir mekan haline getirildi.
Şimdi İstanbul’da on gün önce faaliyete başlayan 700 kişilik Gece Kartalları ekibi dolaşıyor. Bir KHK ile uygulamaya sokulan “kartallar” kamuoyuna mahalle bekçiliğinin geri dönüşü olarak lanse edildi. Oysa varlıklarının gerekçelendirilmesi için nostaljik çağrışıma ihtiyaç duyulan ekip, buluttan nem kapan güvenlik devletinin kendisini her sokakta hissettirebilmesi için yürürlüğe sokulan bir aygıttan başka bir şey olarak tasarlanmadı. Kendilerine silah kullanma yetkisi ve cesareti tanınan bu ekibin görev alanı bekçi düdüğünün sınırladığından daha geniş.
Her kavşağa, dükkana, sokağa konulan MOBESE’lerin lazım olduklarında birdenbire devre dışı kalabildiği, delil olabilecekleri yerlerde nedense bozuluverdikleri; kısacası mekanizmanın nasıl işleyeceği hukukun dışındaki koşullara bağlı kılındığı bir yerde Gece Kartalları’nın kontrolünü sağlayacak etken de tartışma dışıdır. Kadın dövmekten heykel kırmaya kadar her türlü şiddete meyyal meczuplar üreten bir sistemde, adaletin,
zanlıları “deli” teşhisiyle kendi sorumluluk alanının dışına attığı hatırlanırsa omuzlarına kamu düzeninin tesisi görevi yüklenmiş böyle bir mahalli ve silahlı kolluk gücünün meczupluğun kurumsallaşması anlamına gelir mi sorusuna ikna edici bir hayır yanıtı verilemez.
Hukukun iğdiş edildiği bir ortamda ortaya çıkan boşluğu, silah kullanmaya yetkilendirilmiş her bir bekçinin kendi öznel yargı ve değerlendirmesine açan toplumsal iklim, böyle bir aparatla ancak yerinde infaz üretir. Gazi Mahallesi’nde bir otomobilde, kucağındaki bağlama silah zannedildiği için bir gencin öldürülmesi, İzmir’de taciz edildiği şikayetiyle başvurduğu polis tarafından bir kadının darbedilmesi ne yazık ki öznel yargılamaların sonucunda gerçekleşti. Karşılığında ocağına ateş düşenlerin acısına merhem olacak bir şey de sürülmedi. Bunlar genellikle yapanın yanına kâr kalıyor.
Şimdi toplumsal ilişkilere bu yaklaşım türü artık herkesin kapısının önünde, sokağının içinde konuşlanıyor. Polis artı meczup yurttaşların keyfi muamelesine kalmış toplumsal düzen zaten bir eleştiri konusuyken her yerde kendisine yönelik bir tehdit algılayan güvenlikçi siyaset, kendisini gece kartalları kılığında mahalleye konarak tahkim etmiş bulunuyor.
Yani bekçi düdüğü çalacak, mahalle şenlenecek diye bir şey yok. Ol sebepten mahallenin zilini çalıp “Bizde kalmamış, beka için huzurunuzdan bir parça alabilir miyiz” talebine bir manimiz var.
23. 08. 2017 – EVRENSEL